Share This Article
Ferhan Şensoy’un yokluğunda iki yılı geride bıraktık. Sevenleri onun hatırasını zihinlerinde canlı tutmak için oyunlarını tekrar tekrar izliyor. Şensoy’u andığımız bu sayıda, onunla birlikte temsil ettiği geleneksel ortaoyununu da masaya yatırmamız gerektiğini düşündük.
Bugün pek çok genç arkadaşımızın adlarını bilmediği Meddah Aşkî’den Meddah Hakkı’ya Meddah Kadri’den Meddah Sururi’ye, Pişakâr İsmail’den Kavuklu Ali’ye, Kel Hasan Efendi’den İsmail Dümbüllü’ye ve Münir Özkul’dan Ferhan Şensoy’a uzanan tarihsel bir bayrak yarışı bu.
Türk ortaoyunu geleneğinin en tanıdık simalarından Kel Hasan Efendi’nin kavuğu, modern ve batılı anlamda tiyatroya hayranlığın çığ gibi büyüdüğü 20. yüzyılda geleneksel tiyatroya dair en popüler konuların başında geliyordu. İsmail Dümbüllü’nün Münir Özkul’a devrettiği kavuk, Münir Özkul’dan Ferhan Şensoy’a; Ferhan Şensoy’dan Rasim Öztekin’e, ondan da Şevket Çoruh’a geçti.
Peki ama kavuk geleneğinin bugün dahi devam ettiği Türk ortaoyunu geleneği nasıl ortaya çıktı?
‘Biz okul mokul bilmeyiz beyim’
19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kesin biçimini gördüğümüz ortaoyununun hangi tarihte başladığı net olarak bilinmiyor.
Bilebildiğimiz kadarıyla geleneksel tiyatromuzun en meşhur ustalarından Eyüplü Kavuklu Hamdi yani nam-ı değer, Hamdi Efendi’nin bir ustası yoktur. Eyüp kahvehanelerine, mesire yerlerine gelen oyunculara baka baka heves ederek temsiller vermeye başlayan Hamdi Efendi, Abdi Efendi ve Kel Hasan gibi iki ustanın da öğretmeni olmuş.
Cevdet Kudret Ortaoyunu kitabında, 14 Ocak 1870’de İstanbul’da çıkan Levant Herald gazetesinde yayımlanan Kavuklu Hamdi’nin sözlerini paylaşmış ve habere göre, “meydan oyunu” oynayanlar, kadınlar için kafesli locaların da bulunacağı bir tiyatro kurmak için hükûmetten arazi istemişlerdir.
Dönem gazetelerinde ayrıca Zuhûrî kolu ya da sadece zuhûrî terimlerinin “ortaoyunu” anlamında kullanılmaktaydı. 1836 şenliğini anlatan bir sûrnâmede, “Zuhûrî Kolu” ile “Ali Ağa Kolu”nun Mahalle Baskını denen bir oyun oynadığı bildirilmektedir. 1845 şenliğini anlatan bir sûr-nâmede de “Zuhûrî Kolu’nun curcunasından söz edilmektedir.
Nitekim, Kavuklu Hamdi yukarıda bahsettiğimiz karşılaşmada, Macar Türkolog Kúnos’un sorusuna verdiği karşılıkta, ortaoyununun “esâsen karmaşık bir tür” olduğunu, eskiden bunlara hem “meydan oyunu”, hem de “zuhûrî kolu” dendiğini söylemiştir.
Hâl böyle olunca Macar Türkolog Kunoş, tiyatronun geleneğini anlamak için “Hangi okuldansınız?” diye sorduğunda Kavuklu Hamdi’den, “Biz okul mokul bilmeyiz beyim,” yanıtını almıştır.
Bunun üzerine Kunoş, “O halde siz bir okulsunuz” sözüyle ortaoyununun ilk temsilcisi olarak Kavuklu Hamdi’yi işaret ediyordu.
Asırlık tartışma: Kavuk doğru insana mı gitti?
Ortaoyununun 19. ve 20. yüzyıllarda gördüğümüz son biçimini ne zaman aldığını kesin olarak bilmesek de kendinden önceki musiki, dans ve atışma gibi öğeleri içinde birleştirmiş “orta-oyunu” (meydan oyunu, zuhûrî) adı verilen bir bütün meydana getirmiştir.
Ortaoyuncuların gelenek aktarımı hiç şüphesiz usta-çırak ilişkisiyle yetişen tuluatçıların bireysel yetenekleriyle bugüne kadar ulaştı. Öyle ki geleneğin en belirgin özelliği “yeteneğin” oyuncular tarafından değil izleyiciler tarafından yakıştırılması.
Yani “komiğin” sahnedeki performansı, kitle ile etkileşimi, toplumun söylemek istediklerini sahneye taşıması ve tuluatı ustalıkla icra etmesi, kavuğu giymeye en yetkin aday olarak görülmesine yol açar. Şüphesiz kavuk gibi anlamı derin olan bir nesnenin “hakkıyla taşınması” o tarihten bu yana bir tartışma başlığı halini almıştır.
Büyük usta Ferhan Şensoy’un 1989 yılında, Ses Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle ustası Münir Özkul’dan devraldığı kavuk, bütün devir teslim dönemlerinde “Kavuk doğru insana mı gitti?” tartışmalarını da peşinden sürüklemiş.
Arşivlerde yer alan bilgilere göre Şevket Çoruh’a ve Rasim Öztekin’e devredilirken başlayan tartışmalar İsmail Dümbüllü kavuğu Münir Özkul’a takarken de yapılmış.
‘Kavuk için bir çeşit yetki ve kültür köprüsü diyebiliriz’
Münir Özkul, 70’li yılların sonunda, TRT’de Mete Akyol’a verdiği bir röportajda kavuğun taşıdığı anlamdan bahsediyor:
“Bu İsmail Ağabey’in bana verdiği, eskilerin el vermek tabir ettikleri, bir sanatın devamı demek. Bu 600 yıllık bir kültürün, temaşa sanatının, tuluatın sembolü olmuş, kutsal bir emanettir ve ben bu kutsal emaneti devam ettireceğim, elimden geldiği kadar tuluat tiyatrosunda çalışacağım, gençler yetiştireceğim ve ben de en yetenekli bulduğuma bunu devredeceğim. Kavuk için bir çeşit yetki ve kültür köprüsü diyebiliriz.”
Münir Özkul, İsmail Dümbüllü’nün kavuğu kendisine nasıl verdiğini ise şöyle anlatıyor:
Ben seni seyrettim, sen kitaplı tiyatrodan geldiğin halde bu işi başardın, oradan daldın buradan çıktın. Karşında acemi adam olursa Pişekâr oldun, usta adam olursa Kavuklu oldun bu işi yaptın. Kitaplı tiyatrodan geldiğin halde bu işe büyük bir aşk duyuyorsun dikkat et.
Ali Can Sekmeç’in hazırladığı Kendine Benzeyen Adam: Münir Özkul kitabında o meşhur kavuğun devredildiği an Dümbüllü’nün söylediklerine cümle cümle yer verilmiştir:
Oğlum Münir, benden sonra kavuğumu senin taşımanı istiyorum. Bu işe sen devam edeceksin, vasiyetimdir bu. Gerçi sen kitaplı tiyatrodan geldin. Gönül isterdi ki bunu bizim içimizden, orta oyunu sanatçılarından biri devam ettirsin ama zararı yok. Kavuğum benden sonra senindir.
‘Hem yazar hem tiyatro sahibi hem tulûat yeteneği var; ondan uygunu olmaz’
Ferhan Şensoy, Münir Özkul’dan kavuğu aldığında 38 yaşındaydı. Münir Özkul, Dümbüllü’nün kavuğunu Ferhan Şensoy’a verme hikâyesini seneler sonra Uğur Dündar’ın bir programında şöyle anlatıyor:
20 sene kadar evvel ben biraz geleneksel tiyatroya merak sardım, çok sevmeye başladım. Rahmetli İsmail Dümbüllü abi gelmiş beni izlemiş, geleneksel bir oyun oynuyordum beğenmiş. “Benden sonra sen devam et bu işe” gibilerinden bana bir kavuğunu verdi. Merasim gibi bir şey yapıldı sahnede. Aldım o gün. Uzun sene o bende durdu, sonra yük olmaya başladı. Bunu genç birine vermek lazım tabi. Düşünüyorum düşünüyorum gelmiyor aklıma. Sonra Ferhan’ın tiyatrosuna gelince… Her şeyden evvel müthiş tulûat yeteneği vardır Ferhan’ın, yani bir aksilik oldu mu, sıkıştı mı tak lafını yapıştırır geçer. O çok önemli bir şey, Allah vergisi gibi bir şey. Orada doldu aklıma bir şeyler. Sonra Erol’la konuştuk. İnsan hem yazar olacak hem tiyatro sahibi olacak hem tulûat yeteneği olacak, bundan uygunu olmaz bence, dedim, Ferhan’a verdik.
Aynı programda kavuğun hikâyesini yıllardır bildiğini hatta bunu Gündeste‘de yazdığını ama o zamanlar kendisinin oyuncu bile olmadığını anlatıyor Ferhan Şensoy:
Hasan Efendi’den Dümbüllü’ye, Dümbüllü’den Münir Usta’ya, oradan bana geliyor, hem büyük bir sevinç hem büyük bir sorumluluk. Hem bunu taşımak hem de başka yoruma, bir kuşağa, başka birine bu kavuğu vermek. Münir Abiyle bizim böyle bir öykümüz de var. Ben bunu Gündeste’de yazdım. Kazancı Yokuşu’nda biz komşu oturuyorduk. Münir Abi’ye benim hayranlığım var. Yolda tanıştım bir gün. Sonra ziyaretine gittim. Gider gelirdim Münir Abi’ye. Kavuk duvarda asılı duruyordu o zaman. Sormuştum o zaman. Ama ben daha tiyatromu falan kurmuş değilim. Yeni geldiğim yıllar 76-77 yılları. Kazancı Yokuşu yıllarında. Kavuğun hikâyesini Münir Abi bana anlattı. Ve sonra dedi ki ‘kime vereceğimi bilmiyorum, şuna mı versem buna mı versem’. Benim de hiç aklımda yok. Daha ben oyuncu olarak bile ortada yokum. Ortada söz konusu oyuncular var, onlardan birini düşünüyordu Münir Abi. Gündeste’te yazdım bunu. İkimizin de aklından geçmeyen böyle bir kavuk hikâyesi var. Yıllar sonra bu kavuk bana geldi.
‘Kavuk Ses Tiyatrosu’nu seviyor’
Ferhan Şensoy’un kavuğu kime vereceği uzun zaman en merak edilen konuların başında geldi. Pek çok isim anıldı, pek çok hikâye anlatıldı kavukla ilgili ama Ferhan Şensoy kavuğu devretmek için epey bekledi.
Sonra, yine Ortaoyuncular kadrosundan senelerce beraber sahneye çıktığı Rasim Öztekin’e devredileceği açıklandı. Neredeyse 30 sene sonra Ses Tiyatrosu’nda yine bir devir teslim töreni yapıldı.
Ferhan Şensoy’un kavuğu Rasim Öztekin’e devrederken yaptığı konuşma, Kel Hasan Efendi’nin kavuğuna bambaşka bir anlam daha yüklüyordu. Kavuk, bir şekilde sürekli Ses Tiyatrosu’nda sahne alan insanların arasında dolaşıyordu. Ferhan Şensoy, kavuğu devrederken sadece Rasim Öztekin’in hakkını teslim etmedi, Ses 1885 konusundaki inadını bir nebze daha anlamamızı sağlayan o şahane hikâyeyi de anlattı:
“1980’de Ortaoyuncular’ı kurdum. 1981’de de kendi üslubumda oyuncuları yetiştirebilmek üzere Nöbetçi Tiyatro’yu açtım. Rasim Öztekin, bu ilk grupta Nöbetçi Tiyatro’ya katılanlardandı. Nöbetçi Tiyatro’daki amatörler, küçük sahnede oynuyorduk o zaman, bütün oyunları, aynı oyunları birkaç kere de boş koltuk oldukça oralarda izlerlerdi. Boş koltuk yoksa küçük Sahne’de arka koltuğun arkasındaki küçük koridorumsu yerde ayakta izlerlerdi.
Rasim her hafta bir oyunu ön sırasının orta koltuğunun biletini satın alıp haftada bir gelip oradan izlerdi. Ve koltuğun ucuna oturur, dizleri sahneye dayalı, sahnenin içinde gibi… Bir gün bir perde arasında Özkan Uğur dedi ki “Ya birinci sıranın ortasında bir manyak var, bütün şarkıları bizimle birlikte söylüyor,” diye kahkaha attı, Fuat Güner de “Evet, o tip haftada en az bir kere geliyor,” diye kahkahaya katıldı. Bundan iki sene sonra da Rasim Öztekin Şahları da Vururlar ile Ortaoyuncular’da profesyonel oldu.
Ondan sonra da Ortaoyuncular’ın bütün oyunlarında oynadı. Hatta ben askerlik görevimi yaparken oynayamadığım iki oyun var, Rasim ara sıra yeri gelince “Ben Ortaoyuncular’da Ferhan’dan çok daha fazla oyun oynadım,” diye bunu gururla anlatırdı. Daha sonra da bu tiyatroda birlikte oynadık.
Kavuğun sahibi Hasan Efendi bu tiyatroda oynamış (Ses Tiyatrosu’nda). Onun kavuğunu devrettiği çırağı İsmail Dümbüllü bu tiyatroda oynamış. Münir Özkul, gençlik yıllarında bu tiyatroda, Ortaoyuncular’a katıldıktan sonra da yıllarca Ortaoyuncular’la bu tiyatroda oynadı. Rasim ile biz 20 küsur yıldır bu tiyatroda oynuyoruz. Kavuk, yüz yılı aşkın bir süredir Ses Tiyatrosu’ndan çıkmamış, kavuk Ses Tiyatrosu’nu seviyor. Bana emanet edilen bu kavuğu Rasim Öztekin’e devretmekten gurur duyuyorum.”
‘Aslolan kavuk geleneğinin sürüp gitmesidir’
Ferhan Şensoy’un, bir televizyon röportajında kavuk sorulunca döktüğü gözyaşlarını ve “Ben bu kavukla ne yapacağım Münir abi” yakınmasını pek çok kişi gözleri dolu dolu izledi. Bu gözyaşları Ferhan Şensoy’a “Kavuğu devredemezsem ne olacak?” diye bir vasiyetname de yazdırmış. Biz bu vasiyetnameden kavuğu Rasim Öztekin’e devrettiği gün haberdar olduk:
“Bir vasiyet.
Öldüğümde bu kavuk henüz hiç kimseye verilmemiş ve burada böyle boynu bükük duruyorsa, o gün Ortaoyuncular kadrosunda bulunan bütün oyuncular bu kavuğu devretmekle yetkili jüridir. Layık gördükleri birinin başına takarlar. Bu aralarından biri de olabilir. Ve dileğim odur ki, ‘Niçin o değil de bu kavuklu oldu’ diye tartışılmasın. Aslolan kavuk geleneğinin sürüp gitmesidir. Yeni kavuklunuz uğurlu olsun”
Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi kabul edilen İsmail Dümbüllü’nün Kanlı Nigâr’da çok beğendiği Münir Özkul’a giydirdiği kavuk kısa bir süre sonra modern dünyada geleneksel Türk tiyatrosunun en iyi ve belki de gerçek anlamda tek temsilcisi kabul edilen Ferhan Şensoy’un olduğunda aynı zamanda yeniden Ses Tiyatrosu’na dönmenin de yolunu bulmuş oldu.
Meddah Kel Hasan Efendi’nin de İsmail Dümbüllü’nün de ömrünü meydanlarda geçirmesine rağmen Ses Tiyatrosu’nda sahneye çıkması, Münir Özkul’un ve elbette Ferhan Şensoy’un Ses Tiyatrosu’nda ter akıtması kavuğa bir eşsiz anlam daha yüklüyor. Rasim Öztekin’in kalp rahatsızlığından dolayı kabuğu aldıktan sonra hiç sahneye çıkmaması, kavuğu çok kısa sürede bir başkasına devretmesinin yolunu açtı.
Kavuk Beyoğlu’ndan Kadıköy’e gitti
Rasim Öztekin tarafından Şevket Çoruh’a devredilen kavuk bugün 100 yılı aşkın bir zaman sonra Ses Tiyatrosu’ndan, Beyoğlu’ndan ve Avrupa Yakası’ndan çıkmış olduğu anlamına da geliyor. 21. yüzyılda gittikçe yozlaşan ve tiyatrolar tarafından teker teker terk edilen İstiklal Caddesi’nde bugün açık olan bir tek Ses Tiyatrosu kaldı.
Çağdaş tiyatronun değişen çehresine kollarını açan ve özellikle son 10 yılda açılan küçük, bağımsız, alternatif tiyatro salonlarıyla Kadıköy geleneksel tiyatronun hatırasını saklamaya devam ediyor.
Son kavuklu Şevket Çoruh’un tiyatrosu Baba Sahne’de misafir edilen kavuk, Kadıköy’e ve çağdaş tiyatroya alışmaya çalışıyor.