Share This Article
Pandeminin etkilerini geride bırakan sinema sektörü yıl içinde önemli yapımlarla sinema severlerin karşısına çıktı. Festivallerde ilgiyle karşılanan, izleyici ve eleştirmenlerin beğenisini kazanan pek çok yapım sinema salonlarının uzun zaman sonra yeniden dolmasını sağladı.
ABD’nin “hayal fabrikası” Hollywood’da son 60 yılın en büyük grev dalgasının gölgesinde yeşeren yapımlar arasında ilk sırasında, büyük ses getiren ve yönetmen Martin Scorsese’in “Görkemli Sonbaharı” olarak adlandırılan Killers of the Flower Moon (Dolunay Katilleri) yer aldı.
Bununla birlikte, Cannes’da Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi Jonathan Glazer imzalı The Zone of Interest (Kötülüğün sıradanlığı) listemizin ikinci sırasında bulunuyor. Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne, Christopher Nolan’ın Oppenheimer filmi ve Wes Anderson’un Asteroid City’si önemli yapımlardan sadece birkaçı.
Dilerseniz sizler için hazırladığımız 15 filmeden oluşan seçkimize göz gezdirelim…
1) Killers of the Flower Moon (Dolunay Katilleri)
Martin Scorsese’nin yıldızlarla dolu son yapıtı, Killers of the Flower Moon yılın dört gözle beklenen filmlerinden biriydi. Başrolünü Leonardo DiCaprio ile Robert De Niro’nun paylaştığı filmde, iki aktör de olağanüstü performanslarıyla dikkat çekti.
The Guardian’dan The Hollywood Reporter’a, Total Film’den Screen Daily’ye birçok sinema yazarı tarafından tam not verilen film, 76. Cannes Film Festivali’nde dokuz dakika ayakta alkışlandı ve daha şimdiden en güçlü Oscar adayları arasında gösterildi.
1920’lerde Oklahoma’da yaşadıkları bölgede petrol çıkmasıyla mensupları birer birer öldürülen Osage yerli halkını konu alan film, Amerikan yerlilerinin zenginliği, parasını mümkün olduğunca manipüle eden, gasp eden ve çalan beyaz toplumun servet birikiminin ardındaki gerçekliği de açığa çıkartıyor.
2) The Zone of Interest (Kötülüğün sıradanlığı)
İkinci Dünya Savaşı’nda insanlığın ortadan kalktığı günlerde 1940’lar Polonyasında meydana gelen Holokost’un arka plânını konu alan Başrollerini Sandra Hüller ve Christian Friedel’in paylaştığı The Zone of Interest, gaz odaları arasında bir mâlikede yaşayan aileye mercek tutuyor.
Jonathan Glazer’ın tüyler ürpertici The Zone of Interest’i, Holokost’un dramında bugüne kadar kadraja yansımayan bir dünyaya mercek tutuyor. Auschwitz kumandanı Rudolf Höss, eşi Hedwig, çocukları ve hizmetkârlarıyla ölüm kamplarının arasında rüya gibi bir hayat sürmektedir. Martin Amis’in aynı adlı romanından uyarlanan film, çiçekli, geniş bahçelerinde keyif süren ailenin üzerlerine yağan ölü insanların külleri serpilirken süregiden sıradan gündelik yaşamına odaklanıyor.
Bununla birlikte, The Zone of Interest yönetmeni Jonathan Glazer için bir dönüş filmi. Oldu. On yıl önce Under the Skin filmi sonrası sinemadan uzaklaşan yönetmen, kendiyle çelişen insan doğasına dair alışılmadık ve kan dondurucu bir hikâyeyle döndü.
3 ) Kuru Otlar Üstüne
Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı’ndan 5 yıl sonra çektiği son filmi Kuru Otlar Üstüne önce Cannes Film Festivali’nde yarışıp ardından Adana Altın Koza’da Türkiye prömiyerini yaptı.
Daha proje aşamasından itibaren merakla beklenen, Cannes’dan büyük övgülerle ve başrol oyuncusu Merve Dizdar’a kazandırdığı En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle dönen film daha açılış haftasından Nuri Bilge Ceylan’ın (NBC) en iyi başlangıç hasılatını yaptığı filmi oldu. Ele aldığı konu itibarıyla daha kâğıt üzerindeyken bile büyük tartışmalar yaratacağı beklenen film bu beklentiyi boşa çıkarmadı. NBC filmografisinin hem en karanlık hem de en politik filmi olarak adlandırabileceğimiz Kuru Otlar Üstüne, yönetmenin alışılmış “insan ruhunun röntgenini çekme” alışkanlığının üzerine bir de ülkenin ve belki de genel anlamda yaşadığımız çağın insanı getirdiği yere işaret ediyor.
4) Oppenheimer
Vizyona girmeden önce merakla beklenen yapımların arasında bulunan Christopher Nolan’ın atom bombasının ortaya çıktığı koşulları konu alan filmi Oppenheimer’da, Cillian Murphy, Robert Downey Jr, Matt Damon gibi isimler performanslarıyla göz doldurdu. Atom bombasının arkasındaki deha olarak bilinen J. Robert Oppenheimer’ın hayat hikâyesini konu alan film, “dünyalar yok eden” biri olmadan önce “yeni dünyalara kapı aralayan” bir fizikçinin hayatına odaklanıyor.
ABD’li sinema eleştirmeni ve yönetmen Bilge Ebiri, Vulture dergisi için yazdığı incelemede, “Oppenheimer, inanılmaz bir film. Akıllara gelen kelime ‘dehşet verici.’ Sürekli bir hızla ilerleyen, inanılmaz detaylara sahip, karmaşık bir tarihi dram. Nolan, sizi en şaşırtıcı ve yıkıcı şekilde finaline ulaşana kadar dolduruyor ve yükseltiyor” değerlendirmesinde bulundu. Bununla birlikte, eleştirmenler Oppenheimer için tam not verirken, filmin Nolan’ın “başyapıtı” olduğu ileri sürülüyor.
5) Asteroid City
Wes Anderson’ın kendine has karakteristik tarzını yansıtan Asteroid Şehri, 1955’te retro-fütüristik bir Amerikan çöl kasabasındaki yıllık Junior Stargazer kongresinde meydana gelen baş dönüştürücü olayları konu alıyor. Augie Steenbeck adında bir fotoğrafçı ve ailesinin, arabalarını tamir etmek için uzak bir çöl kasabası olan Asteroid City’ye uğramaları ardından, olağandışı karakterlerle karşılaşırlar.
Bill Murray, Owen Wilson, Tilda Swinton, Adrien Brody, Jason Schwartzman, Scarlett Johansson, Tom Hanks ve Harvey Keitel gibi dev isimlerin rol aldığı filmde, Wes Anderson her zaman olduğu gibi gerçeklik imgesini tepe taklak ediyor. Daha önce The Royal Tenenbaums ve The Grand Budapest Hotel filmlerde iç içe geçmiş bir hikaye anlatma tekniğini kullanan Anderson, Asteroid City’de benzer bir kurguyu ve temaları izleyicisiyle buluşturuyor.
Renkler canlı ve doygun, kostümler dikkat çekici ve yapay şekilde tasarlan “karton film”, Anderson’ın on birinci uzun metrajlı yapımı. Görsel zekasıyla ön plana çıkan Anderson, anlamsızlık sarmalının ve kendi kurduğu düzensizliğinin içinden “estetik dünyaya” dair sözünü sakınmıyor.
6) Past Lives (Başka Bir Hayatta)
Güney Kore asıllı Kanadalı yönetmen Celine Song ilk filmi olan Past Lives ile büyük bir ses getirdi. Kültürel çeşitliliği samimi bir dille yansıtan Song, Seul’deki okullarında beraber vakit geçirmekten büyük keyif alan ve birbirlerine derinden bağlı iki çocukluk arkadaşı Nora ve Hae Sung’un hikâyesini konu alıyor. Nora’nın Güney Kore’den Kanada’ya göç etmesiyle birbirinden kopan iki çocuk yıllar sonra New York’ta bir araya geliyor.
Aşk ve hayatı oluşturan seçimler üzerinde duran film, gerçeklikten kopmadan aktardığı nostaljik anları ile iki farklı olgunlaşma hikâyesini oldukça güzel biçimde sentezliyor. The Hollywood Reporter’dan David Rooney’nin de belirttiği gibi
“Ana karakterler melankolik bir üçgenin içine çekiliyor, ancak bu sıradan bir romantik üçgen draması değil. Nefesinizi tutmanızı sağlayacak romantizmin yükseldiği ara bölümleri var ama melodramdan uzak durma konusunda titiz.”
7) Maestro
ABD’li oyuncu ve yönetmen Bradley Cooper, Efsanevi besteci ve orkestra şefi Leonard Bernstein’ın hayatına mercek tutuyor. Gerçeklikten sapmayan Cooper’ın biyografik anlatısı olan Maestro, göz kamaştırıcı bir yapım. Cooper’ın ilk uzun metrajlı filmi A Star Is Born’da da görüntü yönetmeni olan Matthew Libatique’in yetenekleri Maestro’ya faklı bir boyut kazandırıyor.
Cooper’ın Bernstein’a dönüşümü ise göz kamaştırıcı. Gary Oldman’ı En Karanlık Saat’te Winston Churchill’e, Charlize Theron’u Bomba’da Megyn Kelly’ye dönüştüren ve Akademi Ödülleri kazanmalarında önemli pay sahibi olan makyaj ustası Kazu Hiro’nun dokunuşu filmin genel havasına da yansıyor. Kamera orkestranın arasında dolaştığında müzik tüm vücudunu kaplıyor ve bu görkemli yapı sizi içine çekiyor.
8) Anatomy of a Fall (Bir Düşüşün Anatomisi)
Dünya prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin sahibi olan film, kötüye giden bir evliliğin dinamiklerini mercek altına alan bir psikolojik gerilime dönüşüyor.
Fransız Alpleri’nde bir kulübede kocası Samuel ve görme engelli oğluyla izole bir yaşam süren Alman yazar Sandra, birden kocasının ölümüyle kendisini sanık kürsüsünde bulur. Hitchcockvari bir mahkeme filmine dönüşen yapım, bireylerin özel hayatının alie içindeki dinamiklere nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor.
Samuel’in evin balkonundan düşerek ölmesi sonucu başlatılan soruşturmada, olayın kaza mı yoksa intihar mı olduğu araştırılır. Bunun üzerine Sandra cinayet suçlamasıyla tutuklanır ve mahkeme karşısına çıkartılır. Samuel’in ölümünün sorgulandığı mahkeme çiftin çalkantılı ilişkilerine odaklanır ve ortaya rahatsız hikâye çıkar.
9) Freud’s Last Session
Psikanalizin babası Sigmund Freud’un hayatını anlatan ve başrolünü Anthony Hopkins’in oynadığı Freud’s Last Session, 20. yüzyılın entelektüel dünyasında geçen Tanrı kavramının tartışmaya açıldığı bu filmde, Freud ve ünlü yazar C.S. Lewis (Matthew Goode) arasında geçen hikâye, gerçek bir olaya dayanmıyor. Freud’un hayatının son dönemlerinde geçen ve onun, fantastik edebiyatın ünlü ismi, “Narnia Günlükleri” kitabının yazarı C.S. Lewis ile olan konuşmalarını konu alan film aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlama.
İki ünlü isim arasında geçen tartışmalara sahne olan film, varsayımsal bir kesişme noktası oluşturuyor. Lewis’in ve Freud’un kişisel yaşamlarını yansıtan Freud’s Last Session, aynı zamanda Freud’un kızı Anna ile olan ilişkisini de yansıtıyor.
10) La Chimera
İtalyan yönetmen Alice Rohrwacher’in yeni filmi, hepimizin özlemini çektiği ama asla bulmayı başaramadığımız “Chimera” kavramının etrafında şekilleniyor. Chimera, çalışmaktan kurtulan ve kolay yoldan zenginlik hayali kuranlar için kullanılan bir kelime.
Antik mezarları ve arkeolojik eserleri çalan Tombaroli çetesi için çalışan Arthur’un hayatını anlatan film, Yaşayanlar ile ölüler arasında, ormanlar ile şehirler arasında, şenlikler ve yalnızlıklar arasında sıkışıp kalan iç içe geçen karakterlerin hikâyesini konu alıyor. İlk uzun metrajlı filmi Corpo Celeste‘yi 2011 yılında çeken yönetmen Alice Rohrwacher, ikinci uzun metrajlı filmi The Wonders ile 2014 Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödülün sahibi olmuştu.
11) Do Not Expect Too Much from the End of the World (Dünyanın Sonundan Çok Şey Bekleme)
Romanyalı yönetmen Radu Jude’un yazıp yönettiği film, çokuluslu bir şirkette “iş güvenliği videosu çekmesi” için görevlendirilen fakat bunu şirketin anlatısına uyacak şekilde yapmaya zorlanan çalışkan bir yapım asistanını konu alıyor. Ele aldığı sosyal eleştiri ile otoritelerce büyük beğeni toplayan film, zamanın ruhuna yönelik eleştirilerini sıralarken, genel itibariyle muzip bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.
Kadrosunda Ilinca Manolache, Ovidiu Pîrșan, Dorina Lazăr, László Miske, Katia Pascariu ve Sofia Nicolaescu gibi oyuncuların yanı sıra Almanya sinemasının tanınmış yüzleri Nina Hoss ve Uwe Boll’un da yer aldığı film, katıldığı festivallerde büyük başarılar yakalaması bekleniyor.
12) Poor Things (Zavallılar)
Yorgos Lanthimos hiç şüphesiz sinemanın en ilgi çeken isimlerinden biri. Filmlerinde sıradışı konuları ele alan yönetmen, tüm çalışmalarına sıradışı üslubunu yansıtıyor.
Filmlerine yansıttığı duygusuz ve sıradışı karekteri ve durağanlığın ardına sakladığı gerilimleri ile büyük beğeni toplayan Lanthimos, aileyi, toplumu ve insan ilişkilerindeki karanlık noktaları da ele alıyor. Alasdair Grey’in aynı isimli eserinden uyarlanan Poor Things, oldukça farklı bir Frankenstein hikâyesi.
Dahi bir bilim insanın ölü bir kadından duygusuz bir feminist yaratmasını konu alan filmde, Emma Stone, tuhaf bir feminist olan Bella Baxter’ı canlandırıyor. Stone, filmdeki performansı ile Venedik Film Festivali’nde dakikalarca ayakta alkışlanmıştı. Festivalde galasını gerçekleştiren Poor Things, Oscar’ın da en büyük adayları arasında gösteriliyor.
13) Barbie
Bu yılın en çok beklenen yapımları arasında olan Barbie izleyiciler tarafından büyük beğeni ile karşılandı. Margot Robbie ve Ryan Gosling ile birlikte Michael Cera, Simu Liu, Dua Lipa ve John Cena gibi oyuncuların yer aldığı film, Barbie’nin Rüya Evi’ndeki hayata ayak uyduramayıp gerçek dünyaya dönmesini konu alıyor.
Plastik cennetin içinden kaçan ve zorlu hayatla tanışan Barbie, toplumsal rolleriyle de ilk kez karşı karşıya geliyor.
Birçok eleştirmen filmin senaryo aşamasında bekleneni veremediğini savunsa da, çoğu kadın aynı görüşte değil. Toplumsal cinsiyet rollerine savaş açtığı düşünülen Barbie, feminist bir yönetmenin Hollywood’da yarattığı pembe, plastik feminist bir ütopya olduğunu düşünenlerin sayısı bir hayli fazla.
14) May December (Bir Skandalın Peşinde)
Carol, Far from Heaven gibi filmlerle tanıdığımız yönetmen Todd Haynes son filmi May December’da pedofili skandalı ile sarsıcı bir hikâyeyi izleyicisiyle buluşturuyor. Julianne Moore ve Natalie Portman’ı başrollerini paylaştığı filmde, 36 yaşındaki Gracie (Julianne Moore), 12 yaşında bir erkek çocuğunu manipüle ederek ondan çocuk sahibi olmasıyla başlıyor.
12 yaşında daha çocukluğunu yaşayamadan baba olan Aaron (Charles Melton), kapana kısılmış, kendi gençliğini yaşayamamış bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Bu skandalın peşine düşen Elizabeth (Natalie Portman) ise oyunculuğu ile göz dolduruyor.
15) Monster (Canavar)
Japonya Sineması’nın önemli yönetmenlerinden Hirokazu Kore-eda’nın son filmi Monster’da Oğlunun yaşadığı sorunlara anlam getirmeye çalışan bir anne, torununun ölümüne sebep olmuş bir okul müdürü, saygınlığını yitiren bir öğretmen ve kim olduklarını keşfeden iki çocuk bulunuyor.
Okuldan eve yaralı gelen oğlu Minato’nun hâlini gören Saori, oğlunun öğretmeninden şiddet gördüğünü öğrenince okulu basıyor. Okul müdiresi ve öğretmenlerin “donuk” duyarsızlığıyla karşı karşıya kalan Saori, absürt bir durumun içinde kala kalıyor. Monster, sosyal medya çağına mesafeli ve gerçek canavarını aramaya koyulmuş bir film olarak karşımıza çıkıyor.