Share This Article
Nuri Bilge Ceylan’ın prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan Kuru Otlar Üstüne hem adaylıkları ve kazandığı ödüllerle hem Ceylan’ın filmografisi içinde somut politik tartışmalara alan açtığı ilk filmi olmasıyla hem de izleyenlerin dilinden düşüremediği oyunculuk performanslarıyla haftalardır gündemde.
Türkiye’de 29 Eylül’de beyaz perdeye çıkan filmin başrolündeki Samet öğretmene hayat veren Deniz Celiloğlu ile Cannes’ı, Nuri Bilge Ceylan setini ve tartışmaların odağındaki Kuru Otlar Üstüne filmini konuştuk…
Beş ay önce Cannes’daydın, beş aydır da Cannes rüzgârıyla dolaşıyorsun sanırım… Nasıl gidiyor, çıktın mı Cannes duygusundan ve Samet’ten?
Cannes’dan çıktım, Cannes benim için daha oradayken büyüsü normale döndü. Gitmeden önce de zaten oraya gideceğimizi farkındaydım, neyle karşılaşacağımızın 3 aşağı 5 yukarı farkındaydım. Ben daha çok işin kişisel eğlencesindeydim, kişisel hazzındaydım. Merak ettiğim filmlere girdim, sadece sonra bir turist gibi bir şehri dolaştım.
Cannes benim için zaten öyle şatafatlı bir yer değildi. Benim için orasının güzel yanı dünyanın en önemli sinemacılarının, aktörlerinin, yönetmenlerinin, prodüktörlerinin falan bir arada olduğu bir yer olması. Sinemaya adanmış bir zaman dilimiydi, bu etkileyici tabi. O filmleri yapan, çeken insanlarla beraber aynı salonda film izlemek güzeldi.
Onun dışında sokak reaksiyonları çok güzeldi. Dünyanın her yerinden çok fazla basın mensubu vardı. Hindistan, Amerika, Portekiz, Çin, Japonya, Afrika her yerden birileri vardı. Sokakta bizi durduruyorlardı mesela, tıpkı Türkler gibi “Seni izledim, çok güzeldi, buraya gel, konuşalım” diyorlar. Pizzacıda oturmuşlar, seni aralarına çağırıyorlar. Mesela bu çok güzeldi.
Cannes’a gideceğini bilmek role hazırlanırken ya da çekerken bir ağırlık yaptı mı peki? “NBC sinemasında oynuyorum, Samet gibi bir karakteri oynuyorum” düşüncesi heyecanlıdır diye tahmin ediyorum. Bunlara Cannes heyecanı da yüklendi mi?
Rol ilk geldiğinde, böyle bir film gündeme geldiğinde birkaç hafta bunun rüzgârına kapılıyorsunuz evet ama sonra Cannes, NBC sineması değil de derdim tasam “Ezberi nasıl yapacağız, bu karakter nasıl yaratacağız” düşüncesi oluyor. Size ne hissetmeniz gerektiğini söyleyen şey aslında senaryo oluyor. O karakteri yaratmak, altından kalkabilir miyim düşüncesi… Senaryo çok şey talep ediyor.
‘Benim asıl yüküm Cannes değil Samet’i oluşturmaktı’
Sizin nasıl yükünüz Samet’i oluşturmaktı diyebilir miyiz?
Benim asıl yüküm Samet’i oluşturmaktı, evet. Başka bir şeyler korkutmadı beni. Bir yanıyla çok tanıdık geliyor bana. Hatta ilk okuduğumda ne yapacağımı biliyor gibiydim. Bir anlığına kafamda bir şey parlayıp sönen bir ışık gibi de göründü bana. Samet, film, hepsi… Şimdi o görünen imgeyi yakalamak, ona ulaşmaya çalışmak, onun içine girmek… Neticesinde biz yönetmenin dünyasını gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Rol için 6 ay çalıştığınızı söylemişsiniz. 6 ay çalışarak yarattığınız Samet sete çıktığında Nuri Bilge Ceylan’ın istediği Samet olmuş muydu sizce? Nuri Bilge Ceylan’ın senaryosunun talep ettiği Samet’le sizin Samet’iniz örtüştü mü?
Bilmiyorum… Benim endişelerimden bir tanesi de buydu. Çünkü prova da almıyor Nuri Bilge, prova sürecini bol çekimle karşılıyor. Provanın ya da bir şeyleri netleştirmenin tam tersine iyi bir şey değil de kötü, Kısıtlayıcı bir şey olacağına inanıyor. O, zengin çağrışıma ve alternatiflere açık. Yani yönetmen onu istiyor. Biraz bir netlik var kafasında, bir de muğlak alanlar var. O muğlak alanların yolda kendini netleştireceğini düşünüyor. Bazen oyuncu bir şey getiriyor bir anda. Yönetmenin sahneye ya da karaktere dair yazarken aklına gelmemiş bir şey olabiliyor bu.
“Benim asıl yüküm Samet’i oluşturmaktı, evet. Başka bir şeyler korkutmadı beni.” Fotoğraf: 2yaka.org
Nuri Bilge Ceylan oyuncunun getirdiklerine açık mı genelde?
Tabii, hatta bunu isteyen, buna heyecanlanan biri. O düşünüp kendi kafasında oturttuğu şeyi zaten alacak ve ondan emin, daha farklı ne çıkarabiliriz buradan ona bakıyor. Mesela çekim esnasında şöyle der: Tamam, ben alacağımı aldım artık. Şimdi bir şeyler deneyelim. Replikleri düşünmeyin ya da doğaçlama yapın.
Bu, oradaki bütün blok kullanılacak demek değil tabii. Belki bir cümle çıkacak, bir bakış çıkacak… Kurguda sadece bir bakışı bile kullanabilirsin bazen. Bu işin püf noktası birazcık zaman. Ne kadar çok zamanın varsa o kadar fazla malzeme toplamış oluyorsun. Kurguya o kadar çok malzemeyle gitmiş oluyorsun. Akşam evine bir grup bir insan çağırdın. Diyelim ki yemek yapacaksın. Belki her şeyi kullanmayacaksın ama dolap ne kadar dolu olursa o kadar rahat hissedersin kendini.
“Pandeminin başında Samet’in dünyasına girdim, yeni yeni çıkıyorum’
Nuri Bilge Ceylan sinemasının oyunculuğunuzda bir eşik olduğunu söylüyorsunuz. Nasıldı Nuri Bilge ile çalışmak? Onunla çalışmış biri olarak bugün artık nasıl bakıyorsunuz Nuri Bilge Ceylan ile çalışmaya öncesinden farklı olarak? Bir de bir kışı Doğu’nun ücra bir köyünde getirdiniz diyebiliriz herhalde… Nasıl bir süreçti bu, hem psikolojik hem fiziksel olarak?
Vallahi bu süreci aslında pandeminin başından başlatabilirim. Mart’ta evlere kapandık ya, Mayıs’ta audition verdim. Haziran’da elime metin geldi. Tam pandemi başladığında başladı aslında. O zaman ben dış dünyanın içinde kendime başka bir iç mekân yarattım gibi düşünebiliriz. Ben haziranda onun içine bir girdim, yeni yeni çıkıyorum. O zamandan beri o dünyanın içindeyim. Büyük bir deneyim oldu benim için ama bunu öyle aşırı böyle romantik bir yerden algılayamıyorum ve öyle bakmıyorum.
Hatta ya bu filmi çekene kadar ben kariyer anlamında büyük bir tatminsizlik duygusunun içinde olduğumu da fark etmiyordum. Bir şeyler hissediyordum ama sanki büyük bir rolle, zevk aldığım beni çok yükselten, başardığımı hissettiren bir rolle karşılaşmadığımı düşünür, üzülürdüm de.
Hatta oyunculuğu bir ara bırakmayı da düşünüyordum. Tam bu pandemiden önce bir mekân işletiyordum. Beklemek beni biraz yormaya başlamıştı. O rolü beklemek, o senaryolu beklemek… Seçici olduğumu söyleyebilirim bu konuda. Sadece beni heyecanlandıran rolleri bekliyordum. Duygusal tarafı böyle yapıyor oyuncuyu. Herkesle yakın ilişki kuramayacağın gibi her rolü de oynayamazsın.
Bu oyunculuk şimdi beni bu anlamda tatmin etti ama bundan sonra ne olacak? Hep bir NBC performansı mı bekleyeceğim karşıma gelen senaryolardan? Ben buna şöyle bir çözüm buldum: Oyuncu olarak böyle edilgen bir yerde beklemektense bir şeyler yazmak, hikâye anlatmak, bir karakter tasarlamak… Bir oyuncunun yetenekleri arasında var bence bunlar. Artık herhalde kariyerimin burasında o çabalara da girebilirim diye düşündüm. Şimdi birazcık da onun peşindeyim.
“Oyunculuğu bir ara bırakmayı da düşünüyordum. Tam bu pandemiden önce bir mekân işletiyordum. Beklemek beni biraz yormaya başlamıştı. O rolü beklemek, o senaryolu beklemek… Seçici olduğumu söyleyebilirim bu konuda.” Fotoğraf: 2yaka.org
Ben de tam bunu soracaktım. Bundan sonra biraz daha yazarlık, yönetmenlik tarafında mı duracaksınız hikâye anlatıcılığının diye…
Sanırım buna da bakacağım çünkü oyunculuk gelecekse gelecektir zaten. Belki benim kafamda bir karakter olur, belki bir senarist arkadaşımla beraber bir şey yaratırız belki de… Ama bu beklemek çok sıkıcı bir şey oyuncu için.
‘Samet bir ayna etkisi yarattı, ne görmek istersen onu görüyorsun’
Biraz Samet’ten konuşalım… Samet’e çok sinirlendim. Belki de çok gerçek olduğu için çok sinirliyim…
Samet bir ayna etkisi gösterdi, biliyor musunuz? Ve ben şuna inanmaya başladım artık konuşa konuşa, biraz da ne görmek istiyorsan, kafanda ne varsa onu görüyorsun Samet’te. O yüzden söyleyeceğin şeylere dikkat et… Samet hakkında ya da bu kadar derinlikli karakterler hakkında yapılan yorumlarda bu bence böyle biraz.
Samet’in bireyci biri olduğundan bahsetmişsiniz bir röportajınızda. Bana yer yer bencil ve kibirli biri gibi de geldi. Nuray’la, Kenan’la ya da Sevim’le anlamlı bir bağ kuramamış gibi de geldi… Samet gerçekten bireyci biri mi yoksa kibirli ve bencil biri mi?
Bence Samet’e şuradan bakmalıyız, Samet kendi içinde uyumsuz ve kendine ait olmayan bir yerde. İnsan kendine ait olmayan bir yerde kendine ve çevresine nasıl bir anlam çıkarabilir ki? Mesela siz, size uygun olmayan bir ortamdan çıkar gidersiniz, durmaya devam etmezsiniz. Biz Samet’in o koşullar içindeki halini görüyoruz sadece. Biz burada sadece o durumdaki duygusuyla ilgili konuşabiliriz.
Biz buradan Samet’in karakteriyle ya da kişiliğiyle alakalı çıkarımda bulunamayız, o zaman onu birazcık bence yanlış anlamış da oluruz. Filmde de var yan hani, ‘umut etmenin yorgunluğu’ diyor. Bazen kendinizi çok yorgun hissedersiniz ve dışarıdan biri size umudunuzun yorgunluğunun son raddesinde tanık olmuştur ve oradan değerlendirir.
‘Samet’e bir annenin çocuğuna baktığı gibi baktım’
Samet’e haksızlık edildiğini mi düşünüyorsunuz?
Hayır, haksızlık yapıldığını düşünmüyorum.
Nuri Bilge Ceylan Samet’in avukatlığı yapabilirim diyor.
Ben de yapabilirim çünkü çok başka bir ilişki kuruyorum kendisiyle. Bir yerde şöyle bir şey söylemiştim, ben Samet’le bir annenin çocuğuyla kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kuruyorum. O ne yaparsa yapsın, nasıl bir insan olursa olsun onu anlamak, onu sevmek üzerine yaklaşıyorum. Ve her tavrının her düşüncesinin bende bir karşılığı var.
Karakter ve yaşadığı deneyim ve verdiği tepkiler, bizim kendi içimize doğru uzanan bir köprü görevi görmeli sadece. Bizim kişisel hikâyemize döndürmesi gerekiyor bizi. Sen böyle bir durumda kalsan mesela, sen nasıl hissedersin?
Sevim’le olan ilişkisi sanırım biraz öfkelendiren şeylerden biri Samet’e karşı… Samet’in 13 yaşındaki bir çocukla uğraşması, seni ürkütmedi mi o kötülük?
Evet, ürküttü. Sen onu orada çok şeytani bir yerden mi algılıyorsun?
Sanırım evet, Nuray ve Kenan’la kurduğu ilişkide bunu hissetmiyorum ama Sevim’de hissediyorum.
Sevim’i belki şöyle ayırabiliriz bir yetişkinden, daha içgüdüsel davranıyor. Bir yetişkinden kararlarının, eylemlerinin arkasında olan daha sorumluluk sahibi olmasını bekleriz. Bir öğretmen öğrenci ilişkisinde sorumluluğun yetişkinde olmasını isteriz. Bu ilişki dinamiğinin ahlaki boyutlarından çok duygusal boyutları tartışılıyor. Samet’in yapmadıklarına da bakmalıyız. Temas olmuyor mesela. O kadar gri alanlar ki bu üzerinde konuştuğumuz alanlar. Zaten seyirci de burada netleşmek istiyor. Samet ne yaptı? Bizi bu çelişkide bırakan şey aradaki yaş farkı olur. Mesela bunun karşısında Samet’in Nuray’la kurduğu ilişki var ama onda bu kadar sert olamıyoruz.
“Samet bir ayna etkisi gösterdi, biliyor musunuz? Ve ben şuna inanmaya başladım artık konuşa konuşa, biraz da ne görmek istiyorsan, kafanda ne varsa onu görüyorsun Samet’te.” Fotoğraf: 2yaka.org
Nuray’la yemek masasında yaptığı konuşma sadece politik bir konuşma değildi diye düşünüyorum.
Bence Samet o kadar da dünyayla, kendisiyle ve çevresiyle ilişkisini koparmış bir insan değil. Yani orada ettiği cümleler sunduğu argümanlar, bunlar düşündüğü şeyler belli ki. Tam tersine, bence kendi içine, etrafla olan ilişkisine, insanlarla olan ilişkilerini artık bir aşamadan sonra bırakıp bu noktaya gelmiş bir insan Samet. Söylediği o laflar nasıl çıkacak başka türlü?
Sonra Sevim için yazdığı şey bence biraz da Sevim’e bir hayranlığı var. Onun yanında onun enerjisiyle olmak istemesini ben buradan anlıyorum. Orada bir nefes bulmak istiyor.
En çok hoşuma giden şey de ne biliyor musun? Bu birbirlerine çarpıp birbirlerine sürtünen ve birbirlerini yalpalatan bu üç insanın en sonda beraber devam etmeleri… Çok çok güzel bir şey yani onu aşmışlar gibi geliyor. Aralarında yaşanan her neyse içe bakılmış Kenan ayrı bakmış, Nuray ayrı bakmış Samet ayrı bakmış ve sanki onu geride bırakmışlar. Oradan bir ders alıp büyümüşler gibi geldi bana.
‘Bende acelecilik var, her şey hemen olsun istiyorum’
Yıllar önce Haluk Bilginer’le oynamayı istiyorum diye içinizden geçirdikten sonra Kral Lear’da oynamışsınız. Nuri Bilge Ceylan ile çalışmak istiyorum diye içinizden geçirdikten sonra da Kuru Otlar Üstüne gelmiş… Şanslı bir oyuncu musun? Hep istediğin gibi mi gitti?
Baktığımda istediğim gibi gidiyor evet ama çok zor bir yandan. Yani çok beklemem gerekiyor. Bazen boşluklara düştüğüm çok oldu ama şu an geldiğim noktadan bakarsan eğer, istediğim gibi gidiyor. Çok sevdiğim isimlerle sahneye çıktım, beraber işler yaptım. Galiba acelecilik var bende. Her şey çabuk olsun, hemen olsun istiyorum. Biraz şans da olabiliyor. Çünkü sonuçta gidiyorum rol için bir audition veriyorum.
Mesela NBC’nin. Bu dönemde bir film çekiyor olması ve o filmde bana uygun bir kast olması bu konuda şanslı hissediyorum kendimi.
‘NBC filmi üzerine yapılan bütün tartışmaları takip ediyor’
Bu filmin Nuri Bilge Ceylan sineması içinde ‘politik’ olarak adlandırılması Cannes’da da karşılık buldu mu, üzerinde duruldu mu bunun?
Evet, duruluyor. Filmin politik olmasından rahatsız olan da çok insan var. Bekleneni vermediğini düşünenler var. Ben bunu çok gerçekçi bulmuyorum. Olan şeyler üzerinden tartışmak gerekiyor. Neden yok diye bir tartışma yürütemeyiz. Nuri Bilge Ceylan filmi üzerine yapılan bütün tartışmaları takip ediyor. Küçük büyük hangi mecrada olursa olsun, hepsini takip ediyor. Hatta web sitesine girdiğinizde oraya bütün adresleri de ekliyor. Her eleştiri yapan şunu bilsin, yani NBC benim onun filmi üzerine söylediğim her sözü dinliyor. Bu filmlerini eleştiriye cevap olarak yaptı demek değil sadece seyircisiyle organik bir ilişkisi var bence.
“Umut etmenin yorgunluğu” bu filmin sloganı olarak kalacak sanırım…
Bana çok naif bir yerden geliyor. Bunu gerçekten hissedebilen bir insanın bazı kötücüllüklerini bende mazur da gösterebiliyor.
‘Bende asla umut etmenin yorgunluğu yok’
Umut etmenin yorgunluğunu mu taşıyorsunuz siz de Deniz olarak? Yoksa Nâzım Hikmet’ten alıntılayalım, “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir” gibi bir yerde misiniz?
Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir… Onlar bana fazla geliyorlar. Hiç öyle bakamıyorum hayata. Bana o romantiklikte gelmiyor. O şey gibi, bir baklava atıyorsun ağzına, birden seni yükseltiyor ama aslında önemli olan dengeli ve sağlıklı beslenmek.
Aslında Samet’le birbirimize çok yakın olduğumuz yerler olsa da deneyimsel olarak Samet bana o kadar yakın değil, hatta uzakta bir karakter. Umut etmenin yorgunluğu beni daha yenemedi. Hiçbir zaman da değişmeyecek galiba… Bu benim karakterim, kişiliğim. Ben hâlâ inanıyorum. Her şeye, hayata, ilişkilere, umuda… Bende asla umut etmenin yorgunluğu falan yok.
Peki, Kuru Otlar Üstüne filmini birkaç kelimeyle tanımlaman gerekirse hangi duygudan bahsedersin? Ne hissettiriyor sende? Uzun tasvirler istemiyorum, birkaç kelime…
Çok zor soru bu. Yok, birkaç kelimelik bir şey canlanmıyor. Bilmiyorum, bir de şunu itiraf edebilirim, daha bir seyirci gözüyle izleyemedim filmi. Onun için biraz zamana ihtiyacım var galiba.
‘Hiçbir zaman anlam peşinde olmadım’
Hâlâ Samet olarak mı izliyorsunuz?
Hayır hâlâ oyunculuğunu merak eden biri gözüyle bakıyorum, izliyorum. Bu filme seyirci gözüyle bakabilmem için önce benim bir başkalaşmam lazım. 3 sene sonra diyelim ki ben bir dönüşüm geçireceğim. Bir değişeceğim artık, biraz daha başka deneyimler yaşayacağım. O deneyimlerden sonra buraya bir mesafeyle bakabileceğim.
Hiçbir zaman anlam peşinde olmadım. Çok uzun zamandır konuşuyorum işte ben bu film üzerine her seferinde bambaşka şeyler çıkıyor. Bunun üzerinde düşünmek, konuşmak ya hani tam tersi bana iyi geliyor, hoşuma gidiyor.
Son olarak, NBC’nin bu filmde ilk defa denediği bu ‘sahne kırma’ ile ilgili ne düşünüyorsun? Sence oldu mu o?
Çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Çok güzel, mükemmel bence. Ben galiba bu bir anlam bulmak, bir yer, bir şeylere bağlamak falan onu birazcık bıraktım artık.
Bu filmden sonra mı bıraktın?
Hayır, aslında birkaç senedir bu böyle. Sadece izlediğim şey bana ne verdiyse onu olduğu gibi kabul edip onun içine girmeye çalışıyorum. İnsanları artık yargılamamaya başladım. Anlamaya değil olduğu gibi kabul etmeye… Pollyannacılık gibi değil ama.
Çok zor bir şey bu.
Evet. Çünkü herkes şeyin telaşında, yani bir umut doğru anlayacak mı, yargılanacak mıyım? Herkes böyle bir şey. Çok zor bir şey ama karşındaki insana da bir süre sonra rahatlık veriyor. Kabul ederek de bir tartışmanın içine girebilirsin. Zıt kutuplar hiçbir işe yaramıyor.