Share This Article
Yıllardır başarısız bir ekonomik deneyin içindeki ihmal edilen sürtünme katsayılarıyız. Milyonlardan oluşan yığınlarız. Tek bir insanın oyun alanında, oyunun sonuçlarına göre savrulan figüranlarız.
Bugün Türkiye’deki milyonlarca insanın ev, otomobil, tatil (konfordan en anlıyorsa); o hayatı yaşama imkanı yok. Bu mülksüzleştirmenin, köleleştirmenin son halkası ise gıda. Türkiye artık çok kalitesiz ve sağlıksız ürünleri çok pahalı tüketen, dengesini tamamen yitirmiş bir ülke. Yemek yemek bu insanlar için artık bir anksiyete kaynağı, bir dert. Gıdalar ne kadar pahalılaşırsa, o kadar da kalitesizleşiyor! İşte Türkiye’de gıdanın hüzün verici hikâyesi…
Yeni yerler keşfetmeyi severim. Kazandığım paramı iyi bir yemek için harcamak benim için kabul edilebilirdir. Sevdiğim bir yemeği birçok farklı yerde deneyerek “en iyisini” bulma serüveni heyecan verici bir deneyim.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Yine böyle bir heyecan dalgasının benliğimi kapladığı bir gün, Şişhane’de iyi bir pizzacı açıldığı duyumunu aldım. Pizza özellikle en iyisini aradığım bir ürün, çünkü bence Türkiye’de pizza yapmayı bilen insan sayısı çok az. Quattro Formaggio’ya cheddar koyup bu pizzayı abartılı fiyatlarla satma gafleti gösteren onlarca yer var. Bu pizzanın ana dörtlüsü mozzarella, gorgonzola, fontina ve parmesandır.
Şişhane’de duyduğum bu yeni pizzacıya arkadaşlarımı da davet ettim, çünkü mutluluk verici bir keşfe başkalarını da ortak etmek mutluluğu artırır…
Ama bir şeytan beni dürttü, ve aklıma bu yeni pizzacıya gitmeden önce ortalama fiyatını öğrenme zehri girdi. Sebze ağırlıklı olanlar 800 TL, jambon, procuttio işin içine girince 1000 TL. Sevgili dostlar, bu pizzanın anavatanı İtalya’da, Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden Almanya’da, Hollanda’da; 15 avroya pizzaların efsanesini yiyebilirsin. Şişhane’de, üçüncü sınıf olduğuna emin olduğum pizza için benden 22-28 Avro arasında para alamazsın; almamalısın! Bunu enflasyonla açıklayamazsınız.
Dünyada maliyet düşüyor, bizde artıyor
Küresel gıda fiyatlarında aylık değişim Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ilk dönemlerinin atlatılmasından sonra, ki o dönemde de canlı yayınla İstanbul limanına ayçiçek yağı taşıyan geminin yanaşmasını izlemiştik, çok düşük ve yıllık yüzde 2 seviyesinde bir düşüş görülüyor. Türkiye’de ise yıllık yüzde 68’i aşan bir artış söz konusu. Bu arada bu TÜİK’in açıkladığı rakam.
Enflasyonda dünya genelinde rekor üstüne rekor kırmamız, bu sürecin bir iki yıl içinde normalleşemeyecek seviyelere çıkması, insanlarda enflasyon algısının yok olmasına yol açtı. Artık neyin ucuz, neyin pahalı olduğunu anlayamadığımız bir sis bulutunun içindeyiz. Bu sis bulutunu dağıtarak düzen ve kural getirmesi gereken bir irade de yok. Peki kalabalık yığınların istatistiklerde etkisiz sayılara dönüştüğü bu puslu ortamda yükselen şey ne olur? Suç. Her zaman suç.
Varlık içinde yokluk
Türkiye’de hayvansal gıdalardan bitkisel gıdalara, paketli ürünlerden içeceklere; bütün gıda ürünlerinin kalitesi düşüyor, fiyatı artıyor. Bir ürünün es kaza içindekiler kısmını okumaya yeltenirsek ürünü almaktan vazgeçiyoruz.
Artık kredi çekerek, zor bela gidebildiğimiz birkaç günlük yurt dışı gezilerinde gidilen Avrupa ülkesinin en büyük marketlerinde kıpkırmızı parlayan kirazların “Made in Turkey” yazdığını görünce şaşırmıyoruz. 1. ve 2. sınıf kalitelerin iç piyasaya verilmediğini hepimiz biliyoruz. Her gün dalında çürüyen limon, mandalina, portakal, üzüm haberi görüyoruz. Çiftçi o kadar yalnız ve sefil durumda ki, dalındaki ürününü toplama maliyeti, ürünü satma kazancından daha yüksek. Ama limonun tanesi artık 10 lira!
Ülkede taklit-tağşiş listesindeki ürün sayısı 860’ı aştı. Ürünlerde, tereyağı, kaymak ve tost peynirinde yağ oranının düşük olması, yoğurtta jelatin görülmesi, zeytinyağına tohum yağları karıştırılması, bazı ürünlerde ilaç etken maddesi tespiti, kıyma ve köftede tek tırnaklı tespiti gibi çeşitli uygunsuzluklar belirlendi. Peki denetim?
‘Daha detaylı inceleme şart’
Gıda mühendisi Zeynep Pehlivanküçük‘e göre Türkiye’deki Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yapılan denetimlerin yeterliliği tartışılabilir, sektörün içinde olunca firma bazında denetim sıklıklarının değiştiği görülüyor. Bu nedenle özellikle ciddi boyutlarda bulaşma, tağşiş vb. yapan firmaların daha sık denetlenmesi ve ardından firmanın aldığı tedbirlerin gerçekliğinin ve kalıcılığının daha detaylı incelenmesi gerekiyor.
Yapılan denetimler bire bir Avrupa standartlarında ancak mevcut şartlarda yeterli. Yine de iyileştirme yapılacak takip sistemleri geliştirilmeli.
Bu işin bir de toplumsal sağlık boyutu var. Biz kötü kalite ürünleri pahalı tüketiyoruz. Bu bizim sağlığımızı da etkiliyor. Pehlivanküçük’e göre, farklı ürün gruplarında yapılan araştırmalarda kullanılan kimyasal maddeler ve diğer katkı maddelerinin kimisi daha uzun süreçte etkisini gösteriyor, kimisi de kısa sürede yüksek miktarda tüketimlerde başta kanser, diyabet, kalp hastalıkları olmak üzere birçok farklı hastalıklara yol açıyor.
Denetim meselesine geri dönelim. Piyasanın dişlileri insan sağlığını bir kenara koyup sadece karlılığı yüceltebileceğini bize son yıllarda acı acı deneyimletiyor çünkü. Pehlivanküçük, firmaların üst düzey denetim prosedürlerinin olduğunu ancak bu prosedürleri sadece “belirli zamanlarda” uyguladıklarını vurguluyor.
Köfteci Yusuf’a gitmek ‘iktidar karşıtı’ bir eylem halini aldı!
Peki, yetkililer nerede? Bu yetkililer sadece iş bittikten sonra gelip; “Şu, şu, şu firmalar yıllardır zeytinyağı diye ayçiçek yağı satmış, al sana ceza” diyorsa ben ne kazandım bu işten? Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal dengeleri o kadar şaştı ki, Tarım Bakanlığı Köfteci Yusuf adlı bir lokantanın ürünlerinde domuz eti bulunca insanlar buna “Köfteci Yusuf’a çöküyorlar, artık Köfteci Yusuf’ta yemek yiyerek bu oyunu bozmalıyım” şeklinde reaksiyon gösterdi. Köfteci Yusuf’a gitmek “iktidar karşıtı” bir eylem oldu! Herkesin aklına gelen soru şuydu: “Köfteci Yusuf tağşiş yapacaksa neden domuzla yapsın? Domuz ülkede zaten az. Tavuk koyar, at koyar, eşek koyar. Domuz diyerek insanların dini hassasiyetini kullanıp Köfteci Yusuf’a operasyon mu çekiyorlar?”
Genel kanı bunun ekonomik olarak mantıklı olmadığı.
Türkiye’nin dört bir yanında çiftçiler, fiyatların maliyetleri karşılayamadığını söyleyerek giderek yayılan protestolar düzenliyor. “Çiftçi neredeyse bütün ürünlerde zarar ediyor.” Çiftçiyi desteklemesi amacıyla kurulan Ziraat Bankası, Demirören‘lere Hürriyet‘i satın alması için 700 milyon dolar kredi veriyor. Maliyetleri artan çiftçi ise işi bırakıyor. Toprak boş kalıyor. Maliyetler daha da artıyor.
Enflasyon algısının yerle bir olması, fırsatçı restoranları ve gıda üreticilerini bu suça daha meyilli hale getiriyor. Hem tağşiş hem pahalı bir kalitesizlik alıyor başını gidiyor. Kimse buna dur diyemiyor. Bu zinciri kırma gücünü elinde bulunduran devlet mekanizmasının gündemi ise bambaşka. Türkiye gıda enflasyonunda OECD’de birinci. İnternette bir bonfile tarifi videosu açıp altına “Tadını anlat” diyen insanlar var.
Yetersiz beslenen çocuklar, yetersiz beslenen milyonlar, bu ülkenin en büyük bekaa sorunlarından biridir. Yetersiz ve kalitesiz beslenmek, fiziki ve mental hastalıklara kapı açıyor. Toplumun siyaset kurumuna önceliklerini daha iyi hatırlatması ve bu sistematikleşmiş suç düzeninin yerle bir olması için elinden geleni yapması gerekiyor. Bu bereketli ülkede bu şartlarda yaşamayı hak etmiyoruz.