Share This Article
Yazan: Brett Scott | Çeviren: Gürer Mut
Dört asır önce Norveç’in küçük bir sahil kasabası olan Vardø’da Else Knutsdatter adında bir kadın idam edildi. Kadının suçu ne miydi? 40 kişinin hayatına mal olan bir okyanus fırtınası çıkarmak için büyücülük yapmakla suçlanıyordu. Felaketlerin kötü niyetli büyücüler tarafından yaratıldığına ikna olan 17. yüzyıl halkı tarafından kurban edilen tek kişi Knutsdatter değildi. Aynı fırtınayı yaratmak için komplo kuran doksan kişi daha idam edildi.
Bugün, o fırtınaları atmosfer basıncının yarattığı biliniyor. Kısacası, bugün hava durumunun izahı konusunda yaşanan kötü şeyleri birilerine mâl ederek açıklamaya çalışmadığımız düşünce sistemini benimsediğimiz bir dönemdeyiz.
Konu siyaset ve ekonomiye geldiğinde ise ilerleme o kadar hızlı değil maalesef. İklim değişikliği, bölgesel çatışmalar ve açgözlülük gibi sorunlar, nüfuz sahibi politikacılar ve uluslararası şirketlerin CEO’ları böyle istediği için mi meydana geliyor? Yoksa, insan eyleminin ötesinde kimsenin kontrolünde olmayan bir durum olarak mı ortaya çıkıyor? Bununla birlikte, nakit sistemini “Big Finance” ve “Big Tech” gibi kavramların devralıp almadığı da karşıma çıkan sorulardan biri.
Londra’da ve nakit para kullanımının düştüğü diğer yerlerde, “nakitsiz” işletmelere karşı aktivistlerin dağıttığı uyarı afişleri ve broşürleri hızla yaygınlaşıyor.
Dijital kuşatma
Sekiz yılı aşkın bir süredir fiziksel banknotların ve madeni paraların korunması ve desteklenmesi için çalışıyorum. Cloudmoney (2023) adlı çalışmamın alt başlığı ise “Nakit paraya karşı savaş, özgürlüğümüzü neden tehlikeye atıyor?” Bu kitabı hazırlarken, halkların nakitsiz bir topluma özlem duyduğuyla ilgili masalın karşılık bulduğunu görmüş oldum. Tüm dünyada kamu ve özel sektör liderleri, hızlı, kolay ve karşılıklı bağlantıya yönelik “arzumuzun” kaçınılmaz bir dijital geçişe neden olduğunu öne sürüyor. Gelinen noktada, bir düğmeye tıklayarak yapılan dijital ödeme destekli ticaretin “pürüzsüz” bir dünyayı yaratacağı düşünülüyor. Verilen mesaj ise şu: ayak uydurun yoksa geride kalmaktan kurtulamazsınız.
Bu kadar çok liderin bu senaryoyu tekrarlaması, bazı art niyetli kişilerin onları yönlendirdiği fikrinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Şüphesiz finans ve teknoloji sektörleri dijitalleşme furyasından büyük kazanç sağladı. Geçtiğimiz on yıl boyunca nakit sisteminin güncelliği üzerine çeşitli itirazlar yapıldı, bunun kapsamına kitabımda da değindim. Fiziksel nakit, hükümetler tarafından merkez bankaları aracılığıyla çıkarılırken, banka hesabınızdaki birimler, Barclays, HSBC ve Santander gibi şirketlerin “dijital casino çipleri”ni andırıyor.
“Nakitsiz toplum”, ödemeler üzerindeki gücün bankacılık sektörüne devredildiği bir özelleştirmedir. Temassız bir karta ya da Apple Pay gibi bir uygulamayla yaptığınız her dokunuş, bankaların dijital kumarhane fişlerini sizin için hareket ettirmesini tetikler. Bu da onlara muazzam bir güç, gelir ve veri sağlar. Hiç şüphesiz bu verileri hükümetlerle paylaşabilirler, ancak çoğu zaman kendi amaçları için kullanırlar (Örneğin, bir şeylere erişip erişemeyeceğinizi yapay zeka modellerinin yardımıyla test edebilirler).
Nakitsiz toplumun öncelikle aşağıdan yukarıya doğru yönlendirildiği hikâyesini reddettiğim için bazı durumlarda komplo teorisyeni olmakla suçlanıyorum. Ödemelerin özelleştirilmesinden en çok kimin yararlandığına baktığınızda bir “komplonun” ana hatlarını hayal etmek zor değil. Sadece Visa, Mastercard ve bankacılık sektörü değil, dijitalleşme saplantısı, dijital finans sistemlerine bağlanan akıllı cihazlar ve akıllı mağazalar aracılığıyla internet ekosisteminin ötesine geçerek fiziksel dünyaya giren Amazon ve diğer kurumsal devlerin gücünü de artırıyor. Hükümetlerin bizi gözetlemek ya da manipüle etmek için bu dijital kuşatmadan nasıl yararlanabileceğini hayal etmek zor değil.
Nakit parayı otomatikleştirmek zor!
Londra’da ve nakit para kullanımının düştüğü diğer yerlerde, “nakitsiz” işletmelere karşı aktivistlerin dağıttığı uyarı afişleri ve broşürleri hızla yaygınlaşıyor. Yaklaşmakta olan dijital istilaya karşı uyarıda bulunuyorlar, ancak fark etmedikleri şey, bu ele geçirmeye öncülük eden güçlü şirketlerin daha büyük bir kuklacı tarafından yönetildiği ve bu kuklacıların bir grup elitle sınırlandırılamayacağı. Bu bir sistem ve “dijital ilerleme” üzerine anlatılanlar da onun ideolojik zeminini oluşturuyor.
Sistematik düşünme, karmaşık meselelere açıklık getirmek veya bir zemine oturtmak için zihni bir çabayı gerektirir. O halde basit bir düşünce deneyiyle konuya giriş yapalım: Birbirine bağlı, yürüyecekleri yönü bulmaya çalışan, gözleri bağlı bir milyon insan hayal edin. Toplu olarak bir sistem oluştururlar, ancak bu sistemin karşılıklı bağımlılığı o kadar karmaşıktır ki insanların koordine olması neredeyse imkansızdır. Bu da en düşük ortak paydada buluştukları ve nedenini bilmeden gittikleri doğrultuda tökezleyecekleri anlamına gelir. Bu durum küresel ekonomik sistemimizin işleyişine benziyor.
Hepimiz karmaşık bağımlılık zinciriyle bu sisteme bağlıyız ve bu durum sistemin genişlemesi ve hızlanması için bir tür baskı üretiyor. Öyle ki sistemin varsayılan eğilimlerine karşı çıkan herkes duvara toslarken, sırtını akıntıya verenler tökezlemeden ilerleyebiliyor. Bu kulağa soyut gelebilir, ancak fiziksel nakit sisteminin gidişatıyla bunu açıkça görebiliyoruz.
Yüzyıllar boyunca kapitalist sistem, dev firmaların büyümesini teşvik eden ulus devletler tarafından beslendi. Uzun bir süre boyunca nakit para bu sistemin genişlemesine ve hızlanmasına yardımcı oldu. 1950’lerde şirketler, ürünlerini satın almak için nakit kullanan insanların yer aldığı reklamlar yapmaktan çok memnundu, ancak günümüzde şirketler buna karşı çıkıyor. Nakit parayı otomatikleştirmek zor! Nakit kullanımı, dünyayı kapsayan dijital altyapılar tarafından kontrol edilemez. Giderek daha fazla insan dışı ölçek ve hız talep eden bir sistem için ise talep kolay karşılanamaz.
Bu aynı zamanda sistematik düzeyde bir “sürtünme” yaratıyor, yerel düzeyde nakit parayı sevseniz bile, kendinizi yavaş yavaş ondan uzaklaşmak zorunda hissedeceksiniz. Bu CEO’lardan veya politikacılardan oluşan bir konsorsiyumun sizi nakit kullanmayı bıraktıracağı anlamına da gelmiyor. Eğer kontrolünüz dışındaki süreçleri içeren bir sisteme bağlıysanız, o zaman sistemin kendisi zaten sizi peşinden sürüküyor.
Kapitalizm genellikle otomatik pilotta çalışır, oyuncular kârlarını artırmak için belirli bir formülü takip ederler ve bu formülün bir parçası da işleri otomatikleştirmektir. 1759 yılında Adam Smith, tüm bu hareketlerin ve karşılıklı bağımlılık zincirinin nasıl haritalandırılabileceğini göstermek için “görünmez el” metaforunu ortaya attı. Örneğin Lloyds Bank hissedarları kâr talepleri doğrultusunda, maliyetleri düşürmek için fiziksel şubeleri kapatarak sizi mobil uygulamalara yönlendirmek istiyor. Şubelerin olmaması küçük işletmelerin nakit para yatırmasını zorlaştırıyor, bu yüzden de “Nakitsiziz” ödeme almak tercih değil bir zorunluluk haline geliyor. Bu da müşterilere dijitalleşmeyle ilgili “yeni normal” olduğu mesajını veriyor.
Aynı zamanda, insanlar bankaların birçok ATM’yi kapattığını fark etmeye başladı. Yavaş yavaş bankalar müşterilerinin “dijitalleştiğini” söyleyecek ve bu bir kehanet yaratacak çünkü, ATM’lerin kaldırılması halkın nakit paraya erişimini azaltacak ve kullanımı zorlaştıracak. Lloyds ve diğer bankalar bunun sonucunda dijital finansmandaki artışı daha fazla şube kapatmak için bir bahane olarak öne sürmeye başladı bile.
Burada, genişleme ve hızlanmanın hakim sistematik mantığına hizmet eden bir dizi geri bildirim döngüsü söz konusu. O halde nakitsiz toplum sadece bir özelleştirme süreci değil, aynı zamanda bir otomasyon sürecidir. Amazon gibi otomasyon devleri aslında fiziksel nakit para işlemek için altyapıdan yoksundur ve sokaklardaki küçük dükkanlar da bu yapının içine dahil edilmelidir.
Londra’daki hipster kafelerin tabelalarında “Nakitsiz” olduklarını yazıyor; aslında söyledikleri şu: “Big Finance / Big Tech’in Visa ve Mastercard ile kurduğu otomasyon ittifakına biz de katıldık. Bizimle çalışabilmek için onlarla da etkileşime geçmelisiniz.”
Piramit
“Görünmez el” politikası bir piramitle görselleştirilebilir.
Bu piramitte baskın güç nerede? Dikkatleri tepeden başka yöne çekmek isteyen herkes muhtemelen gücün sayılarda, piramidin en altında olduğunu iddia edecektir. Bu gücün aşağıdan geldiğini söyleyerek meşruiyetini savunan ve halkın iradesini yansıttığını ileri süren politikacılar tarafından kullanılan bu yöntem önemli bir taktiktir.
Bankalar ve fintech şirketleri, kendi çıkarlarını kabul etmek yerine, nakit paranın düşüşünü halkın desteğiyle aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşen bir olgu olarak sunuyor. Bu görüşe göre, HSBC’nin ATM’leri kapatma kararı, sıradan insanların artık nakit paraya önem vermediği gerçeğini yansıtıyor. Basitçe deniyor ki, endüstri taleplerimize yanıt veriyor.
Büyük firmalar bunun gibi durumlarda serbest piyasa doktrinine başvurur; bu doktrin, işletmelerin ancak kendilerini bizim ihtiyaçlarımıza göre şekillendirirse ayakta kalabileceğini savunur. Dolayısıyla gelişen şirketlerin varlığının sadece bize iyi hizmet ettmek olduğu söylenir durur. Sol görüşlü düşünürler bu serbest piyasa dogmasını reddederek, endüstrilerin yaşam koşullarımızı etkili bir şekilde dönüştürecek kadar güçlü olduğuna işaret etmektedir. Hepimiz firmaların pazarlama yoluyla algılarımızı çarpıtmak için büyük yatırımlar yaptığını ve çoğu zaman sadece yanlış bilgiyle ve yönlendirmeyle rızamızı yönlendirdiklerini biliyoruz. Bu çerçevede sol, hükümetleri serbest piyasanın halkın iradesini ve iş dünyasını baskı altına almakla suçluyor. Piyasa, muhafazakârları hantal devletle savaşan tüketiciler, işçiler ve küçük girişimcilerden oluşan bir yapı olarak resmederken, sol ise dev şirketlerle savaşan işçiler, vatandaşlar ve küçük esnaftan oluşan bir tablo ortaya çıkartıyor.
Ancak iş paraya gelince, durum daha da kafa karıştırıcı bir hale geliyor çünkü para sistemi bir kamu-özel melezidir. Fiziksel nakit devletin parasıdır ancak bazı hükümet karşıtı liberallerin ilgisini çeken – anonimlik gibi – özelliklere sahiptir. Buna karşın, mahremiyeti ihlal eden kartlı ödeme sistemleri tarihsel olarak özel sektör tarafından yürütülmüştür; bu nedenle gözetimden endişe duyan iş dünyasındaki liberaller, bankaları kontrol eden hükümetlerle işbirliği yapan sahte “ahbap çavuş kapitalistleri” olmakla suçlanır.
Bu işbirliği, Kanada hükümetinin emriyle banka hesapları dondurulan 2022 yılında aşı karşıtı “Özgürlük Konvoyu” kamyoncularının durumuyla benzerlik taşıyor. (1) Liberaller, kamyoncuları desteklemek için bir araya geldi ancak devletler ve finansal ödeme şirketleri arasındaki bu ittifakların pek çok çeşidi var. Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Catalyst: Inclusive Cashless Payment Partnership gibi programları finanse ederek Visa‘yı Hindistan’da bir güçlendirerek öne çıkarıyor. Visa 2017 yılı raporunda, Narendra Modi hükümetiyle 2016’da bazı banknotların yasaklandığı “demonetizasyon” (parayı tedavülden kaldırma) çabalarında “yakın işbirliği” sonrasında, Hindistan’daki pazar penetrasyonunu iki katına çıkardığından bahsediyor. Raporda, Hindistan başbakanının kamu nakit sistemine yönelik açık müdahalesinden ve Hintli dijital ödeme şirketlerinden övgüyle bahsediliyor.
Nakit para tedavülden kalktığında ne olacak?
Nakitsiz toplum ya bizim talep ettiğimiz aşağıdan yukarıya bir olgu olarak, ya da güçlü oyuncular tarafından zorlanan yukarıdan aşağıya bir kuşatma bir ikilemini de beraberinde getirir. Gerçek ise daha karmaşıktır. Ölçek olarak milyarlarca insanı bir avuç merkezi oyuncu aracılığıyla yönlendirmek hemen her sektörü büyük firmalardan oluşan oligopollerin hakimiyetine sunmak anlamına gelir. Bu firmalar kaçınılmaz olarak siyasi bağlantılar kurarken, daha küçük firmalar sistemin dışına itilir.
Oligopollerin oluşturduğu dev firmalar işbirliği ve rekabet arasında gidip gelir. Ancak ekonomik sistemimizin evrimsel mantığı her zaman daha fazla otomasyona yöneliktir. Şirket yöneticileri herkesi bu yöne doğru iterlerse fayda sağlarlar. Bunu yapmazlarsa, rakiplerinin onları geride bırakacağına dair içlerini kemiren bir güvensizlik duygusuna teslim olur.
Mesele şu ki, pek çok insan dijital hızı sevmiyor ve bu insanların direncini aşmak için hatırı sayılır bir çaba gerekiyor. Bu nedenle Tesco gibi büyük perakendeciler, emsal oluşturmak için belirli yerlerde nakitsiz mağazaları geçici olarak test etmeye başladı. Havayolu endüstrisinin nakit parayı reddetmesinin “normalleştirilmesi” yıllar aldı, ancak bu norm hâlâ evrensel değil.
Geçen yıl bir uçuşta kendimi, verdiği nakit paranın görevliler tarafından reddedilmesi üzerine aşağılanmış hisseden bir adamın yanında otururken buldum. Adam sık uçan biri değildi ve işçi sınıfı kökenliydi, bu da önemli bir gerçeğe işaret ediyordu; kapitalist bir sistem daha yüksek hız ve otomasyon durumuna geçerken, bunu genellikle önce sosyal elitler aracılığıyla yapar. Londra’da “yuppileri” hedefleyen bir hipster berber, pekala nakit parayı reddedebilir. Ancak işçi sınıfından göçmenleri hedefleyen bir kuaför kesinlikle nakit para ile çalışacaktır. “Hâlâ” gibi kelimeler yüklü anlamlar taşır, çünkü hâlâ bu işi yapan kişinin evrimselleşemediği gibi bir imaj ortaya çıkar.
Visa gibi dijital ödeme devleri, “nakitsiz çalışmayı” maliyetleri düşürmek isteyen küçük işletmelere pazarlamak için büyük yatırımlar yapıyor. Gerçekte, Big Finance / Big Tech şirketleri ile küçük ve orta ölçekli işletmeler arasındaki bu ittifak sadece orta sınıf müşterilere sahip işletmeler için geçerli. On yıl önce, müşterilerin çoğu nakit parayı zahmet olarak algılamıyordu bile. Şu anda bile seçim yapmakta zorlanıyorlar (kredi kartımı kullanıyor olmam, bir mağazadaki kasanın kaldırılmasını istemem anlamına gelmiyor).
Ödeme tercihlerimizi ortadan kaldıran işletmelerdir, ancak orta sınıfın çoğunun beklentilerini basitçe yönlendimeye ve nakit paranın tamamen normal olduğu o eski günleri unutturmak için hafızaları düzenleyebileceklerine güveniyorlar. Yeni kültürel normlar bir kez yerleştiğinde, uyumu zorunlu kılıyor. Sonunda, içki içtiğiniz barın bozuk para kabul etmediğinden şikayet eden adam olmakta ısrar ederseniz ayrımcılığa uğrarsınız!
İnsanların hizaya girmesi ve kartlı ödeme yapmayı tercih etmesi, politikacılar tarafından geçişi desteklemek için bir sinyal olarak okunuyor. Onlar da “geride kalmaktan” endişe duyuyorlar. Ulusötesi otomasyon hamlesine ayak uydurma yönündeki bu baskı, ortalama bir Birleşik Krallık İşçi Partili politikacıların nakitsiz topluma karşı çıkmadığı anlamına geliyor. Bunun yerine, nakde bağımlı toplumlara “arayı kapatma” şansı vermek için bu yöndeki hayali yarışta “itidal” çağrısında bulunmakla yetiniyorlar.
Evet, kapitalizmin doğasında eğilimler var ama aynı zamanda çelişkiler de var. İşte bunlardan biri: Nakitsiz kart ödemelerimiz bankalar tarafından bize verilen “dijital kumarhane fişlerine” benziyor, ancak bu fişler yalnızca nakit olarak kullanılabileceklerine inandığınız için bir anlam ifade ediyor. Nakit para tedavülden kalktığında bu sefer, halkın banka tarafından basılan dijital paraya olan inancında bir çöküş yaşanabilir. Bankalar ve şirketler nakit altyapımızı aşındıran özel kararlar alıyorlar, ancak bunu yaparken kendi özel sistemlerine olan kamu güveninin temelini sarsıyorlar.
Bu durum, şirketlere otomasyon planlarını hızlandırmak için uygun bir kılıf sağlayan COVID-19 salgını ile hız kazandı. Bir perakendeci için COVID-19 nedeniyle nakit kabul etmediklerini açıklamak, maliyetlerinden yüzde bir indirim yapmaya çalıştıklarını itiraf etmekten daha kolay. Örneğin Visa, nakitsiz Super Bowl‘ları teşvik etmek için ABD Ulusal Futbol Ligi ile bir anlaşma yaptı. 2019’da imzalanan ve 2020’de pilot uygulaması yapılan bu anlaşma, pandemi sırasında 2021’de kamuoyuna duyuruldu ve medyada kamusal alanda hijyeninin bir gerekliliği olarak sunuldu. Londra’daki nakitsiz barlar, çalışanlarını banknotlara yapışmış olabilecek herhangi bir koronavirüsten korumak için nakit parayı kabul etmeyeceklerini duyururken (bilimsel olarak doğru olmayan bir iddia), yüzlerce maskesiz insanın işletmelerinde “kafayı çekmesine” izin verdi.
2020 yılında pandemi sırasında bu tür korkutmalar, birçoğumuzun online alışverişe yönlenmesini sağlarken, işlemsel nakit kullanımında hızlı bir düşüşe neden oldu. Bu durum, nakit paranın psikolojik (ve yasal) olarak nakitsiz dijital kumarhane fişlerine benzemesine ve dolayısıyla bir finansal istikrar sorununun ortaya çıkma olasılığını artırdı. Bu durum merkez bankalarını zor durumda bırakıyor. Nakitsiz toplumun kriz eğilimli bankacılık sisteminde çeşitli sorunlara yol açabileceğini biliyorlar.
Bu nedenle, ulusötesi otomasyon gündemini altüst etmeden halkın devlet parasına erişimini nasıl sürdürebileceklerini düşünüyorlar. Bunu çözmeye çalışmanın bir yolu da yeni bir ‘dijital nakit’ biçimi olan Merkez bankası dijital para birimini (CBDC) öne sürmek.
CBDC’yi anlamak için iPhone App Store‘dan ülkenizin merkez bankasının mobil uygulamasını indirebildiğinizi hayal edin. Çeşitli ülkeler bu varsayımsal devlet ödeme sistemini denemek için ekipler görevlendirdi, ancak bu yeni sorunları da beraberinde getiriyor. Birleşik Krallık gibi bir ülkede devlet tarafından basılan bir dijital pound Barclays, Lloyds ve HSBC gibi bankacılık devlerini kızdıracak. Çünkü, haklı olarak bunu kendi dijital para imparatorluklarına karşı bir rekabet olarak algılayacaklar.
Merkez bankalarının özel bankalarla doğrudan rekabet etmek yerine onların istikrarını korumaları gerektiği düşünüldüğünde, İngiltere Merkez Bankası (ve diğer tüm merkez bankaları) taviz vermek zorunda kalacak: gelecekteki herhangi bir CBDC’in bankacılık sektörüne zarar vermesini önlemek için sulandırılacak ve işletimi özel şirketlere yaptırılacak.
CBDC’ye hayır, fiziksel nakit kullanımına evet!
2015 yılında, nakitsiz toplumun tehlikeleri konusunda soldan bakan birkaç kişiden biriydim. Bu mesele üzerinde düşünürken, pandemi patlak verdi ve popülist sağ da yeni nesil nakit yanlısı bir aktivizm ortaya çıktı. Liberaller, COVID-19 yasaklarını totalitarizmde yeni bir dönemin kanıtı olarak ele aldılar. Sosyal demokratlar ise zaten Büyük Teknoloji firmalarını uzunca bir zamandır “fırsatçılık” yuvası olarak gösteriyordu. Muhafazakar yorumcular bu bakış açılarını bir araya getirmeye başladı. Kendilerini, liberal şirket elitleri ve otoriter sosyalist hükümetlerin ittifakından toplumu koruyan öncüler olarak lanse ettiler.
Mayıs 2020’de anneme Facebook’taki bir arkadaşı tarafından bir video gönderildi. Videoda, Bill Gates‘in aşılar yoluyla insanlara mikroçip taktığı ve her ekonomik hareketimizin bu sayede izlenebildiği iddia ediliyordu. Arkadaşı çok heyecanlıydı ve “Oğlun da bunlara dikkat çekiyor! Çok gurur duyuyor olmalısın. Finans kuruluşlarının nakit paraya karşı nasıl bir savaş yürüttüğünü anlattığım konuşmam bir videoya yüklenmiş (iznim olmadan) ve konuşma kanıt olarak gösterilmişti. Bu da yetmezmiş gibi bir de Evanjelik papazın İncil’de canavarın işaretini nakitsiz bir toplumun ortaya çıkışıyla açıkça ilişkilendirdiği video kayıt gönderildi.
Nasıl oluyor da böyle bir videoda adım geçiyor? Komplo teorisyenleri kendi versiyonlarını kabul ettirmek için çalışmalarımı bağlamından koparıyor. Birçoğu kapitalizmin mantığını analiz etmek yerine, dijital inovasyon söyleminin ardında şeytani efendilerin, pedofillerin, Marksistlerin, Yahudilerin ya da puro içen göbekli karikatürize bankacıların yattığına inanıyor.
İronik bir şekilde, yeni nakit yanlısı aktivizm dalgasını teşvik eden, merkez bankalarının nakit paraya yönelik şirket saldırılarına dair verdiği yanıt oldu. Devlet kontrolündeki dijital Sterlin ya da Avro’nun yıpranmış nakit sisteminin yerini alması ihtimali, liberal aktivistlerin hayal gücünü harekete geçirdi. Liberaller, nakitsiz toplumun “eşlikçisi” olan gözetimden şikayet ederken her zaman bir gerilimle karşı karşıyaydılar. Zira dijital ödeme sistemleri özel sektör fintech girişimcileri tarafından geliştirilmektedir ve liberallerin girişimcilik yanlısı olmaları beklenir. CBDC onların bu çıkmazdan kurtulmalarını sağladı. Nakitsiz toplum hikâyesini baskıcı bir dijital devlet tarafından yönlendirilen bir hikâye olarak yeniden ele almalarına olanak tanıdı.
Nakitsiz toplum hikâyesinin mutasyona uğramış versiyonu şu anda viral olarak sosyal medya üzerinen yayılıyor. Babam geçenlerde WhatsApp’tan aldığı, CBDC’nin yaklaşan hayaleti hakkında bir videoyu bana iletti. Anonim bir hesap tarafından yapılan bu video, liberal aktivistlerin, yardım gurularının ve hatta popülist İngiliz politikacı Nigel Farage‘ın kliplerini bir araya getirerek CBDC’yi dijital totalitarizmin yeni bir biçimi olarak gösteriyor. Bu merkezi dijital paranın bize “kolaylık” denilerek pazarlanacağını, ancak gerçekte hükümetlerin ödemelerimizi kontrol ederek bizi mikro alanlar içinde yönetmesini sağlamak olduğunu savunuyor. Sonuç mu? CBDC’ye hayır; fiziksel nakit kullanımına evet!
Dijital kontrolün tehlikelerine işaret etmekte haksız değiller, ancak biçimi ve örnekleri seçici bir şekilde düzenlemeleri, bunun nedenlerini ve buna nasıl karşı çıkılacağını yanlış anlatıyorlar. Nakitsiz sistem ulusötesi şirketler tarafından yönetilmektedir ve ödemelerin kontrolüne ilişkin mevcut örnekler genellikle sosyal yardım alanlarla ilgilidir: örneğin Avustralya’daki ‘nakitsiz sosyal yardım kartı’, sosyal yardım alan Avustralya yerlilerinin onaylı olmayan mağazalardan ürünleri satın almasını engelleyen bir Visa kart sistemidir. Bu sistemler sadece seçenekleri sınırlamakla kalmaz, aynı zamanda insanların işlerini küçük perakendeciler yerine büyük perakendecilere yönlendirmek için de kullanılır.
Farage ve çağdaşları, muhafazakârların korkularına odaklanıyor. Bu benim açımdan sorunlu bir durum çünkü daha önce şirket gücüyle ilgili bazı endişelerini dile getiren ılımlı demokratlar, nakit para yanlısı bir duruşu gericilerle ilişkilendirmeye başladı.
Öyle ki bu eleştirilerim nedeniyle, sırf nakit para yanlısı oldukları için Almanya’daki neo-Nazi hareketle aynı çizgide olmakla bile suçlandım. Dijital ödeme yanlılarının bu kafa karışıklığını kendi çıkarları için kullandıklarını düşünüyorum. Yeri geldiğinde kendi sektörlerine yönelik eleştiri yapanları çatlak antisemitistler olarak gösteriyorlar. Dijitalleşmeye karşı çıkanların başında komplo teorisyenleri geliyorsa, bu kişiler paranoyak ve fantezi dünyasında yaşayan düz dünyacılardan oluştuğu dahi ileri sürülüyor.
Ilımlı liberaller genellikle bu hikâyeye kanıyor ve nakitsiz topluma karşı çıktıkları savaşta geri adım atarak bölgeyi aşırı sağa bırakıyor. Bu, bir açıdan kendilerini solcu olarak gören insanlar arasında sağcı fikirlerin yayılmasına yol açan pandemi sonrası ortaya çıkan eğilimleri andırıyor.
Nakitsiz toplum karşıtı bir propaganda broşürü.
Nakitsiz toplum gerçek anlamda berbat
Yukarıdan aşağıya güç, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) gibi kurumlar aracılığıyla hareket eden genel bir “küreselleşmeci” bloğa atfedildi ve WEF karşıtı kampanyalar 1990 ve 2000’lerde solun standart bir argümanı haline geldi. Sol hareketlere göre, WEF kötü niyetli sermaye egemenliğini temsil ediyordu ve bu nedenle “küreselleşme karşıtı” hareket alternatif olarak Dünya Sosyal Forumu‘nu ortaya çıkarttı. Ancak sokağa çıkma yasaklarının ortasında Wall Street’i İşgal Et hareketinin savunucuları, nakitsiz toplum ve dijital kimlik konusunda uyarılarda bulunan pankartlarla sokak protestoları düzenleyen maske ve aşı karşıtı kampanyacılar haline göndü.
Solun dili ile popülist sağın dili arasında gerçeküstü bir alacakaranlık kuşağı oluştu ve Russell Brand gibi bir karakter bu kuşağa sözcüsü haline geldi. 2013 yılında sermaye karşıtı bir sosyalist olarak ortaya çıkan Brand, solun düzenlediği kampanyalarda görüntü verebilmek için çırpınıyordu. Birkaç yıl sonra podcastinin adını Stay Free olarak değiştirdi ve liberal bir dil ile sağa hitap eden konulara yer verdi. Kendisini ana akım medyanın bize söylemediği gerçeği açık fikirli bir şekilde arıyormuş gibi sunuyor ve bu arayışı giderek muhafazakâr isimlerle konuşuyordu. Kasım 2022’de CBDC’ler hakkında, “Oh Sh*t, It’s REALLY Happening” (Siktir gerçekten oluyor) başlıklı bir video yayınladı. Dikkat çekici bir şekilde Brand, nakitsiz toplumun gerçek problemleri yerine fantezi versiyonuna odaklanmayı tercih ederek, bağlılığının sağ kanattan yana olduğunun sinyallerini bu videoda veriyordu.
Aksiyon filmleri içinde klasikleşen Kill Bill’de: Bölüm 2‘de (2004), beş noktalı avuç patlayan kalp tekniği, rakibin kalbinin durmasına neden olan beş vuruştan oluşan hassas bir kombinasyondu. Buna benzer bir ölüm vuruşu komplo teorilerinden beslenen çevreler için de mevcut. Bunlar arasında, küreselleşme savunucularının beş noktalı yumruğu denilen dijital kimlikler, 5G teknolojisi, aşılar, COVID-19 pasaportları ve şimdi de CBDC’lerden oluşuyor. Bunun “Büyük Sıfırlama” adı verilen küresel bir kalp durmasını tetikleyeceğinden bahsediliyor.
“Büyük Sıfırlama” aslında WEF tarafından düzenlenen ve pandemi sonrası dijital ve yeşil geçiş ihtiyacından bahseden gerçek bir programın adı. Elbette farklı hedefler ortaya çıkıyor; çünkü kapitalizm işleri hızlandırmak için dijitalleşmeyi öne sürerken, bir koruma dürtüsü taşımıyor. Yeşil dönüşüm söylemi piyasa süreçlerinden kaynaklanmıyor: iklim değişikliğinin ekonomik risklerini göstermek için fosil yakıt endüstrisinin lobiciliğini aşan sivil toplum gruplarının onlarca yıl süren amansız kampanyalarının bir sonucu. Büyük şirketler ve politikacılar artık buna hizmet ediyor.
Bununla birlikte, iklim değişikliği için dijital tekno-düzeltmeler önererek bunu otomasyon saplantılarına tabi kılmaya çalışıyorlar. Bu komplo teorisyenlerimiz için bir hediye. Artık, CBDC’leri Greta Thunberg ve Uluslararası Ödemeler Bankası‘nın kontrolü altında ve bizi sadece düşük karbonlu vegan etler almaya zorlayacak bir gelecek aracı olarak gösterebilirler.
Nakitsiz toplum gerçek anlamda berbat. Bu, çocuğunuzun New York’taki Mastercard yöneticilerine ödeme yapmadan yol kenarında limonata satamayacağı bir dünya. (!) Gözetim, bağımlılık ve gücün büyük kurumlarda merkezileşmesi ve özgürlüğe bir saldırı. Bu konuda çok gerçek endişeleri olan ancak – sevdiklerini fırtınada kaybeden 17. yüzyılda yaşayan halklar gibi – bu konuda gerici fikirlere yönlendirilmiş insanlarla sık sık etkileşime giriyorum. Büyük ölçekli sistemik süreçleri görme çabamız komplo teorisyenlerine yaşam alanı sağlıyor.
Sık sık GB News gibi sağcı medya kanallarına çıkıp, liberallerle ya da Hıristiyan evanjelistlerle röportaj yapmam isteniyor. Birçoğu kapitalizmi küçük bireyin alanı olarak hayal ediyor ve elitleri sisteme yukarıdan saldıran kötü niyetli aktörler olarak sunuyor. Ancak gerçek şu ki, elitler sistemimizin bir yan ürünü. “Görünmez el”, kabul etseniz de etmeseniz de temassız karta dokunmayı seviyor. Nakit paranın tedavülde olmasına karşı savaş veren elitlerin rolü ise karşı görüşü olabildiğinde engellemek. Bu süreçte çoğu zaman, Hannah Arendt‘in kötülüğün sıradanlığının örnekleri veriliyor. Onlar sadece “işlerini yapan”, hayatlarımızın metalaşmamış ve otomatikleşmemiş kalan her yönünü dönüştgürmek isteyen bir sisteme hizmet eden insanlardır.
Kapitalizmin baskın eğilimleri hepimizi etkiliyor ama başka değerlere de yer açılmasını talep etmek mümkün. Bu daha önce de yapıldı. Otomobil endüstrisinin yükselişe geçtiği ve bisikletlerin yolların dışına itildiği bir dönem vardı, ancak bisiklet yolları talep etmek için kültürel bir hareket inşa ettik. İşte bu nedenle nakit parayı bisiklet olarak görmeli ve siyasi yelpazede onu korumak ve teşvik etmek için gösterilen çabaları desteklemeliyiz.
Dijital banka sistemleri ise ödemelerin özel Uber’idir: kullanışlı görünebilirler, ancak tamamen Uberleşme, nakit paranın tarihsel olarak kontrol altında tuttuğu şeytanları – gözetim, sansür, dijital dışlanma ve finansal istikrar sorunları – serbest bırakır. Mesele herkesin her zaman ‘bisiklet’ kullanması gerektiğini savunmak değil. Mesele, özel ve kamusal yaşamda tamamen “Uberleşmemek.” Kolektif siyasi yeteneklerimiz dahilinde, sistemdeki farklı para türleri arasında sağlıklı bir güç dengesini teşvik etmemiz gerekiyor.
Çevirenin notu:
1) Kanada’nın başkenti Ottawa’da, Covid-19 kısıtlamalarına tepki olarak, 2022 yılının başında organize edilen ‘Özgürlük Konvoyu’ protestosuna katılan kamyon şoförlerinin gözaltına alındı. Kanada devleti protestolara destek verenlerin banka hesapları dondurma kararı alsa da, kamyoncularına yapılan tüm bitcoin bağışlarına el koymakta zorlandı.
Kaynak: Aeon’da yayımlanan Going cashless başlıklı makaleden çevrilmiştir.