Share This Article
Şimdilerde aklı başında insanların dilinden düşmeyen bir soru var: Dünya ekonomisi 1930’lara benzer mi?
Verileri, göstergeleri ve tarihi dikkatle inceleyenler endişeli. Krizi yaratanlar ve fırsatçılar ise hâlâ umut dağıtıyor. Fakat yakın geçmiş alınması gereken derslerle dolu.
1929’un yaz aylarında ABD’nin “güçlü” ekonomisinin dümenini birkaç şirket tutuyordu. O tarihte başkanlık koltuğunda oturan Herbert C. Hoover, vatandaşlarına daha fazla mülk almasını, mesai saatleri dışında da çalışmasını, ürettikleri kadar tüketmesini “öğütlüyor” ve 1929’un “refah yılı” olacağını müjdeliyordu.
Hoover’ın önüne konan rakamlar ve toplantılarda danışmanlarının yaptığı açıklamalara göre, “ABD’nin ivme kazanan büyümesi, 1929 ve sonrasında da devam edecekti.”
Sözlerine kulak asılmayan ‘hainler’
Beyaz Saray’ın kapısından içeri buyur edilmeyen hisse senedi piyasası uzmanları ise elindeki rakamlar gerçeği yansıtmayan Hoover’ın aldatıldığını söylediği için “vatan haini” olarak nitelenmişti.
Bu “hainler”, piyasalar çökerse spekülatörlerle birlikte ABD’nin tamamının, hatta Avrupa ve Asya ülkelerinin de durumdan etkileneceğini ısrarla savunuyordu.
24 Ekim 1929 Perşembe günü, New York Borsası tam da uzmanların beklediği şekilde çöktü. İşlemlerin durması bir yana, o gün ABD genelinde hiç kimse alışveriş yapmadı. Üretim ve tüketim sıfırlandı.
Dorothea Lange’in çektiği bu fotoğraf, sonraki yıllarda Büyük Buhran’ın simgele karelerinden birine dönüştü.
Daha sonra “Kara Perşembe” denen o gün, “Büyük Buhran” diye nitelenen ve etkisi uzun yıllar süren bir kriz doğurdu.
ABD finans piyasasında oluşturulan balonlar (spekülasyonlar), hızla elden çıkarılan hisse senetleri krizi derinleştirdi. Art arda iflaslar başladı; bankalar, işletmeler ve sanayi çöktü.
Hisse senetlerinden ve paradan para kazanmaya yönelen spekülatörlerin marifetine ABD bankacılık sisteminin zayıflığı, Birinci Dünya Savaşı sonrası bir türlü kendisine gelemeyen uluslararası ekonomik yapı, gelir eşitsizliği, ABD’nin dünya ekonomisindeki ağırlığı ve kamu müdahalelerindeki gecikme de eklenince kriz pekişti.
Acı reçete
Tüketici harcamalarının bitişi, yatırımların durması ve piyasadaki paranın azalmasıyla kriz sosyal hayata yansıdı. Zenginler iflas etti ve yoksullar kelimenin birebir karşılığıyla öldü.
Bu ortamda ABD Başkanı Hoover, etrafına topladığı bankacıları ve din adamlarını “krizin en kısa sürede sonlanacağı konusunda” halkı ikna etmekle görevlendirdi.
Başkan’ın danışmanları ise “Büyük Buhran’ın, ülkenin damarlarındaki iltihabı atması için bir fırsat olduğunu ve çok yakın bir zamanda işlerin yoluna gireceğini” açıklıyordu.
Selwyn Parker, The Great Crash (Büyük Çöküş) isimli kitabında 1929 ABD’sini şöyle anlatmıştı:
Hayal kırıklığı içinde bir ülkede, bankerler ve büyük şirketlerce sömürülen insanların girişimciler, slogancılar, bir günlük milyonerler, fırsatçılar ve her türlü maceracı için av olduğu topraklar…
“Küreselleşme” kavramı henüz dolaşıma sokulmamışken krizlerin en küreseli yaşanıyordu ve bu büyük yıkım karşısında önlem adı altında bir “acı reçete” yazılmalıydı. Birkaç ay içinde, krizi en fazla hisseden ülkeler (ABD, Almanya, İngiltere, Japonya, Çin) büyük meblağlar döktüğü çeşitli kurtarma paketleri hazırladı.
‘Bu ekonomik kriz olmasaydı Hitler olmayacaktı‘
Büyük Buhran’ın sosyal ve politik sonuçları da vardı. Başta ABD olmak üzere dünyanın dört bir köşesinde ekonomik çöküşün etkisiyle işsizlik ve depresyon tavan yaptı. Dünya siyaseti, yeni yönetim modelleriyle ve liderlerle tanıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın finansal ve siyasi temelleri atıldı.
Eric Hobsbawm, Büyük Buhran’ın tarihin akışını nasıl değiştirdiğini birkaç cümleyle özetlemişti:
Bu ekonomik kriz olmasaydı kesinlikle Hitler olmayacaktı. Neredeyse kesinlikle Roosevelt olmayacaktı. Büyük bir ihtimalle Sovyet sistemi ciddi bir ekonomik rakip ve dünya kapitalizmine bir alternatif olarak görülmeyecekti.
Lehman Brothers’ın iflasıyla fitili ateşlenen 2008 krizinin etkileri hâlâ sürerken yeni bir durgunluğun eşiğindeki insanlığın, Büyük Buhran’ı hatırlayıp “bir benzeri yaşanmaz” diye düşünmemesi gerek.
Tarih, “asla olmaz” denen gelişmelerle yazıldı, yazılmaya da devam ediyor.