Yazarlığı, eşcinselliği, ABD tarihini anlattığı romanları ve siyasete soyunuşuyla hem çok sevilen hem de alabildiğine eleştirilen ve türlü iftiralara maruz kalan Gore Vidal, ailesinin kurduğu politik ilişkilerin yanı sıra ABD’nin gerçek tarihine dair kaleme aldığı kitaplarla ve akıntının tersine kürek çektiği romanlarıyla ismini duyurmuştu. ABD Başkanlığı’na adaylığını koymasını isteyenler de yok değildi aslında. Ancak bu…
Stuart Jeffries, “Büyük Uçurum Oteli”nde hem yakın geçmişi hem de Frankfurt Okulu temsilcilerinin çabasını anlatırken dünden bugüne miras kalan tartışmaları gündeme getiriyor.
Fotoğrafı anlamaya, anlamlandırmaya ve okumaya çalışan Roland Barthes, annesinin ölümünü izleyen günlerde kaleme almaya başladığı “Yas Günlüğü”yle neredeyse paralel şekilde ilerleyen “Aydınlık Oda”da, fotoğrafı yaşamla, yaşantıyla ve tecrübeyle bir araya getiriyor.
Byung-Chul Han, “Ötekini Kovmak’ta her an her yerde kendini izleyen ve gören; kendini eşsiz ve biricik sanan, aynının cehenneminde ve pozitifliğinde yaşayan, aşırı tüketim ve iletişimle var olan, tüm bunlara rağmen tatminsiz ve depresif hâlde dolaşan bireyi anlatıyor. Kısacası zamanın ruhunda bocalayan kişiyi…
İsmail Gezgin, “Ötekilerin Arkeolojisi”nde uygarlığın sumen altı ettiği, görmediği ve ötelediği insanların öyküsünü anlatırken yine sınırlara getiriyor sözü. Başka bir deyişle sınıflar arasındaki mücadele tarihinden örnekler sunuyor; iktidar ve yakın çevresindeki azınlık ile çoğunluğun gerilimine odaklanıyor.
ABD tarihinin en tartışmalı başkanlarından olan Donald Trump, kaybettiği koltuğunu geri almak için kolları sıvadı. Kasım ayında yapılacak seçimler öncesi kurşunların hedefi olan Trump, seçim kazanma ihtimaliyle sıkça konuşulur hale geldi. Acemilik döneminde yaptıklarıyla hatırlanan Trump, “ustalık dönemi”nde nelere imza atabilir? Yeniden başkan seçilmesi hâlinde Trump’ın yol haritası üç aşağı beş yukarı belli: Daha fazla…
Sermaye, üretim biçimleri ve ilişkilerine dair Marx’ın çözümlemelerini Foucault’nun disipline eden iktidar kavramıyla birlikte ele alan Richard Marsden, Sermayenin Doğası: Foucault’dan Sonra Marx’ta toplumsal yaşamdaki, kültürel ve politik krizleri anlamlandırmaya uğraşıyor.
Judith Butler, şimdilerde unutmak üzere olduğumuz ya da sumen altı ettiğimiz fakat yaşamımızı sekteye uğrattığı kadar önemli ölçüde değiştiren COVID-19 salgınının yeryüzünde yol açtığı dönüşümleri incelediği; insan ilişkilerini ittiği farklı boyutları ve pandeminin anlamını çözümlediği “Ne Menem Bir Dünya Bu?” başlıklı çalışmasında, ekonomiyi yaşamın önüne koyanları, insanların birbirine ve doğaya bağlılığını yadsıyanları, ayyuka çıkan eşitsizlikleri;…
Amerika’nın sosyal ve kültürel dokusunu yansıttığı çalışmalarıyla öne çıkan, Afro-Amerikan ve LGBTİ+ edebiyatı üzerine kalıcı eserler bırakan James Baldwin, 100 yaşında. Irkçılık karşıtı, sosyal adalet ve insan hakları konularında güçlü bir çığlık olan Baldwin, hâlâ okunuyor, fikirleri ayrımcılığa uğrayan ve öldürülen siyahlara, homofobiyle mücadele eden LGBTİ+’lara ilham veriyor. Yabancılaştırılanlara ve yersiz-yurtsuzlaştırılanlara seslenmeyi sürdürüyor.
Marquis de Sade’ın Charenton-Saint Maurice’te tuttuğu notlar, ölümünden seneler sonra yayımlandı. Sade’ın Kayıp Günlüğü başlığıyla okura sunulan metin, 1807-1814 arasını kapsıyor ve kapatılmasını sorgulayan yazar, dışarıdaki faaliyetlerine içeride de nasıl devam ettiğini, yeri geldiğinde şifreli biçimde anlatıyor.
Umberto Eco, “Televizyona Dair”de “sihirli kutu”nun kitle iletişimine atlattığı eşikle beraber kültürel ve ekonomik anlamda yeni bir çağın başladığını ortaya koyarken televizyonla kurulan yeni dili, üretilen teknolojiyi, onun hayal gücünü nasıl değiştirdiğini anlatırken politikaya etkisini çözümlüyor.
Baş döndürücü hayatı gizemli görünüşü ile Annemarie Schwarzenbach, aşkın gücüne tutunurken yaşadığı dönem ve öncesinde LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılıklara ve şiddete karşı tavizsiz tavrıyla da öne çıkan bir isimdi. Onur haftasının ardından:‘Yakışıklı kadın’ Schwarzenbach’ı ve mücadelesini hatırlayalım…
Dominic Pettman, ‘Libido Zirvesi’nde hazzın ve arzunun azalışıyla tüketimin hızlanışı ve çevre tahribatı arasında güçlü bir bağ kuruyor. Temasa ve ilişkiye değil de tüketime yönlendirilen libidonun izinde…
Bosna Savaşı sırasında 8 binden fazla Boşnak sivilin Sırp askerler tarafından katledildiği Srebrenica Katliamı üzerinden tam 29 yıl geçti. 11 Temmuz 1995’te başlayan ve 8 bin 372 Boşnak sivilin Ratko Mladic emrindeki Sırp askerler tarafından hunharca öldürüldüğü bu katliam, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanan en büyük insanlık trajedisi olarak nitelendiriliyor. Dağılan kardeşliğin 33’üncü yılında,…
“1945 sonrası inşa edilen ve 2000’lerin ortalarına dek bir şekilde işleyen liberal siyasetin iflasın eşiğine gelmesi, solun büyük oranda liberalleşmesi ve ortaya çıkan boşluğun otoriter sağ tarafından doldurulması, bugün Avrupa’da yaşananların en önemli nedenlerinden. Diğer bir ifadeyle yüz yıl sonra “Avrupa’da sağ radikalizm” endişesi yeniden dillendirilmeye başlıyor.”
Bundan tam 32 yıl önce Saraybosna’nın hafızası Ulusal Kütüphane, Bosnalı Sırplar tarafından yok edildi. 25 Ağustos 1992’yi 26 Ağustos’a bağlayan gece yaşanan olayda, Radovan Karadzic ve General Ratko Mladiç komutasındaki Bosnalı Sırplar, hiçbir askeri önemi olmayan Ulusal Kütüphane neden hedef almıştı? Bu eylem bir ülkenin kitaplarının onun külturel kimliği açısından ne derece önemli olduğunu gösterdi.…
Amerigo Vespucci’nin ismiyle anılan kıtaya dair tarihsel yanılgının peşine düşen Stefan Zweig, “Amerigo”da önemli bir tartışmanın, tesadüflerle ve komediyle örülü hikâyesini anlatıyor.
Mayıs 1990’da Yugoslavya liginde oynanan bir maç ülkenin yıkılışında nasıl bir rol oynadı? Dağılan kardeşliğin 33’üncü yılında “savaş başlatan maç”tan aklımızda kalanlar.
Maalouf, kaleme aldığı “Labirent-Batı ve Hasımları”nda, Batı’nın düşman belledikleriyle beraber çıkmaz sokaklara hapsolduğunu hatırlatırken hem meydan okumaların tarihini hem de uyumsuzluğa kapılmamak gerektiğini anlatıyor.
“Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi ellerimle tutarak değil alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur,” Tito, 1978 yılında bunu söylemişti. Aradan geçen yılların ardından omuz omuza Faşizme karşı mücadele veren insanların arasına etnik kimlikler, dini mezhepler…