Share This Article
Her hareketimizin, eylemimizin bir iz bıraktığı, dijital verilerin hüküm sürdüğü bir devirde yaşıyoruz. Algoritma o kadar gelişti ki bilgisayarının ön kamerasını bantlayan, sadece aklından geçirdiği bir ürünün reklam olarak karşısına çıktığına inanan var.
Adım attığımız her yer, her temas “güvenlik” düşüncesiyle kaydediliyor. Öyle bir sistem ki bu içinden çıkmak bir hayli zor.
Mesela İstanbul’da kaç mobese kamerası var? 110 binden fazla. Bu rakamla 1000 kişiye 7,20 kamera düşüyor. Bu konuda İstanbul, İngiltere’nin başkenti Londra’dan sonra ikinci sırada. Hatta Çin’i listeden çıkarırsak dünyada 11. sırada.
Her anımızı gözetleyen sistemin temelinde ise “rıza” var. ABD’li düşünür Noam Chomsky şu soruyu soruyor: Rıza üretimi bir demokrasi pratiği mi yoksa bir manipülasyon pratiği mi?
Gözetimin gelişim süreci
On yıllar boyunca, teknoloji geliştikçe, gözetleme giderek daha kolay hale geldi. Bugün kendimizi her şeyin toplandığı, kaydedildiği, araştırıldığı, ilişkilendirildiği ve analiz edildiği bir gözetim dünyasının içinde bulduk.
Kentlerin ana meydanlarından ücra bölgelerine, yaptığımız alışverişten dinlediğimiz müziğe kadar her şey izlenebilir hale geldi.
Bunları da beğenebilirsin:
Kamu ve özel sektör birbirinden farklı yöntemlerle toplumsal hayatın içine nüfus ederek elde edebildikleri tüm bilgileri toplamak için farklı yollar izledi. İlki her zaman herkes hakkında bilgi topladı, fakat bir noktadan sonra elde edilen yetmemeye başladı, daha fazlası gerekliydi.
İkincisi ise her zaman maksimum bilgi topladı, ancak zamanla bu bilgiyi giderek daha fazla insan hakkında topladı.
Kurumsal gözetim, minimum bilgiden maksimum bilgiye giden bir yolda olmuştu. Şirketler her zaman ellerinden geldiğince herkes hakkında bilgi topladı. Gözetim bilgilerinin toplanması ve saklanması pahalı olduğunda, şirketler mümkün olan en az şeyle yetindi.
Telefon şirketleri, faturalandırma amacıyla ihtiyaç duydukları için uzun mesafeli arama bilgilerini topladı. Kredi kartları, müşterilerinin yalnızca faturalandırma için ihtiyaç duydukları işlemlerle ilgili bilgileri topladı. Mağazalar, müşterileri hakkında, belki bazı kişisel tercihler veya ad ve adres bilgileri gibi bilgileri reklam amacıyla neredeyse hiç toplamaz. Google bile başlangıçta kullanıcıları hakkında bugün olduğundan çok daha az bilgi topladı.
Teknoloji geliştikçe, şirketler daha fazlasını toplayabilir hale geldi. Veri depolama maliyeti ucuzladıkça, daha fazla veriyi daha uzun süre kaydetmeyi başardılar. Ve büyük veri analiz araçları daha güçlü hale geldikçe, daha fazla tasarruf edildi. Bugün, neredeyse her şey kayıt altına alınıyor, muhtemelen bu durum asla değişmeden sonsuza kadar da böyle devam edecek.
Sürekli genişleyen bir insan ağı
Örnekler her yerde. Google, Facebook, Amazon ve Apple gibi internet şirketleri, çevrimiçi yaptığımız her şeyi sitelerinde topluyor. Üçüncü taraf tanımlama bilgileri, bu şirketlerin ve diğerlerinin, internetin neresinde olursak olalım bizim hakkımızda veri toplamasına olanak tanıyor.
Mağaza alışveriş kartları, satıcıların tercihlerimizi takip etmesine olanak tanıyor. Otomatik yüz tanıma ile kapalı devre kayıt sistemi (CCTV) ve havadan gözetleme, şirketlerin hareketlerimizi izlemesine izin veriyor, cep telefonunuz da öyle. İnternet, daha fazla şirket tarafından daha fazla amaç için daha fazla gözetim yapılmasını kolaylaştırıyor.
Şimdilerde ise, Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) bir kişiyi izlemek yerine, o kişiden “üç adım ilerisini” uzaktan izliyor. Gözetlenen kişiye doğrudan bağlı olmayan, sürekli genişleyen bir insan ağı… Gelişmiş araçlar kullanan NSA, internet ve telefon ağının geniş alanlarını da gözetleyebiliyor.
Gözetimde kamu-özel işbirliği
Hükümetler her zaman yetkilerini kurumsal gözetimin sırtına bindirmek için kullandılar. Verileri şirketlerden isteyebilecekken neden kendi gözetim programlarını geliştirme zahmetine katlansınlar? Örneğin, NSA’nın dünya çapında milyonlarca internet kullanıcısı için e-posta, anlık ileti ve sosyal ağ kişi listelerini topladığını yeni öğrendik.
Ancak şirketler nüfuslar hakkında daha fazla bilgi toplamaya başladıkça, hükümetler bu verileri talep etmeye başladı. FBI, Ulusal Güvenlik Mektupları aracılığıyla, herhangi bir arama emri almadan büyük insan gruplarını gözetleyebiliyor. NSA ise gizli anlaşmalar yoluyla tüm internet ve telefon ağlarını izleyebiliyor.
Bu, kamu-özel gözetim ortaklığının büyük bir parçası…
Tüm bunların sonucu olarak, artık hem şirketlerin hem de hükümetlerin hepimizi hemen hemen sürekli gözetim altında tuttuğu bir dünyada yaşıyoruz.
Veri, bilgi toplumunun bir yan ürünü. Düşünün bir kere bir bilgisayarla yaptığımız her etkileşim bir işlem kaydı oluşturuyor. Bir bilgisayar kullanmasak bile nakit parayla şahsen bir şey satın alırken dahi kasiyer bilgilerinizi, aldıklarınızı ve iletişim bilgilerinizi sisteme kaydeder. Yaptığımız her şey bir veri gölgesi bırakır ve bu gölge sürekli olarak gözetim altındadır.
İster e-posta, ister anlık mesajlar veya Facebook’taki konuşmalar olsun, veriler de bilgi toplumu sosyalleşmesinin bir yan ürünüdür. Eskiden geçici olan konuşmalar artık kaydediliyor ve nereye gidersek gidelim hepimiz dijital ayak izlerimizi bırakıyor.
Moore yasası, (1) hesaplamayı daha ucuz hale getirdi. Bilgi işlem veri ürettiğinden ve bu veri gözetime eşit olduğu için, her yerde hazır ve nazır bir gözetim dünyası yarattık.
Şimdi bu konuda ne yapacağımızı bulmalıyız. Verilerimizin paylaşılan bir toplumsal kaynak mı, doğal olarak bize ait olan bir parçamız mı yoksa alınıp satılacak özel bir mal mı olduğuna karar vermemiz gerekiyor.
The Guardian’da yazan Chris Huhn, “Bilgi güçtür ve gerekli sonuç, mahremiyetin özgürlük olduğudur” yorumunu yapıyor. Haksız sayılmaz…
Pandemi süreci gözetimin katılaşmasının önünü mü açtı?
Gelişen teknolojiyle takibin ve gözetimin birçok farklı yolu da ortaya çıktı. Bunun en önem taşıyan yöntemlerinden biri, yüz izleme teknolojisi.
Pandemi döneminde Avustralya’da kuralları değiştiren bir yöntem uygulandı. Avustralya’daki bir kişi Covid-19’a yakalanırsa, yakın temasta olduğu kişiler de takip eden yedi gün boyunca evde karantinaya alındı.
Polis, periyodik kısa mesajlar göndererek nerede olduklarını kontrol etti ve 15 dakika içinde kendilerini fotoğraflamaları istendi. Bununla da sınırlı kalmadı; polis, selfie çeken kişinin evde olup olmadığını belirlemek için yüz tanıma teknolojisini ve GPS takibini kullandı. Şayet karantina kuralları hiçe sayılıp kişi evden dışarı çıkmışsa, polis hızlıca eve gitti ve ağır cezalar kesti.
Yerel teknoloji girişimi Genvis’in G2G uygulaması, kullanıma sunulduğu Eylül 2020’den bu yana eyalette 150 binden fazla kişi tarafından kullanıldı. Farklı şirketler tarafından sağlanmış olsa da aynı teknolojinin New South Wales, Victoria, Güney Avustralya ve Tazmanya eyaletlerinde pilot uygulaması yapıldı.
Diğer ülkeler bu tür bir gözetim fikrine karşı çıkarken, Covid-19 sınırlama prosedürlerine yardımcı olmak için yüz tanıma teknolojisi demokrasinin bir getirisi olarak sunuluyor.
Pandemi, yüz tanıma teknolojisinde yeni gerekçeleri yarattı
San Francisco, Mayıs 2019’da ABD’de polisin yüz tanıma özelliğini kullanmasına karşı bir moratoryum başlatan ilk şehirdi. Bunu hemen yine Kaliforniya’da Oakland ve Massachusetts’te Somerville izledi.
Amazon, Microsoft, IBM ve Google, federal bir yasa yürürlüğe girene kadar yüz tanıma algoritmalarını kolluk kuvvetlerine satmayacaklarını açıkladı. Kasım 2021’de Meta, Facebook’un bir milyar “yüz izini” sileceğini ve teknolojiyi fotoğraflarda insanları etiketleme amacıyla kullanmayı bırakacağını söyledi.
Avustralya İnsan Hakları Komisyonu, Avustralya’nın kullanımını düzenlemek için özel bir yasa çıkana kadar teknoloji üzerinde bir moratoryum çağrısında bulundu. İnsan hakları savunucuları, elde edilen kişisel verilerin ikincil amaçlar için kullanılma potansiyeli olduğunu ve bunun bir gözetim devleti olma yolunda kaygan bir eğim olduğunu söyledi. Af Örgütü gibi gruplar, yüz tanıma kullanımının ırk ayrımcılığına yol açtığı konusunda uyarıda bulundu.
Melbourne’daki Monash Üniversitesi’nde medya çalışmaları profesörü ve yakında çıkacak olan Yüz Tanıma adlı kitabın yazarı Mark Andrejevic, “Pandemi, yüz tanıma teknolojisini kullanmak için tüm bu yeni gerekçeleri yarattı” diyor ve ekliyor:
Her şey çevrimiçi oldu ve kuruluşlar işleri çok hızlı yürütmeye çalıştı. Ancak bunun sonuçları düşünülmedi. Her şeyin işlendiği ve özel alanların olmadığı bir dünyada mı yaşamak istiyoruz? Bu, sağlıklı bir topluma yol açmayan yepyeni bir stres düzeyi yaratıyor.
Farkında olduğumuz kısım, buzdağının görünen kısmı
İzleniyorsunuz! Şu anda çerezler, ziyaret ettiğiniz web sitelerini ve oradayken nelere tıkladığınızı izliyor. Akıllı telefonunuz konumunuzu anlık takip ediyor. Ve evinizin dışında herhangi bir yerdeyseniz, bir kamera sizi kaydediyor, hatta yüzünüzü tanıyor.
Ortalama bir Amerikalının ne kadar takip edildiğini ölçmeye çalışarak başlayalım, çünkü bu her zaman net değil. Büyük bir güvenlik ihlali haberi geldiğinde, bir an için daha tetikte oluyoruz, ancak uzmanlar, farkında olduğumuz gözetimin buzdağının yalnızca görünen kısmı olduğunu söylüyor.
Oxford Üniversitesi Dijital Etik Laboratuvarı’nda bir araştırmacı olan Christopher Burr, “Gözetlemeyi düşündüğümüzde, insanlar geleneksel olarak CCTV’ler veya bir telefon hattını dinleyen casuslar gibi standart somutlaştırma biçimlerini düşünürler. Ancak bu, giderek daha mümkün ve daha etkili hale gelen şeyin genel karakterini gerçekten yakalamıyor” diyor.
Burr, insanın makinelerle etkileşimlerinden kazınabilecek farklı türdeki verileri araştırmış bir isim. Henüz yayımlanmamış çalışmasında Burr, bilgisayarlarla günlük etkileşimlerimizden ne tür bilgilerin çıkarılabileceğini katalogladı ve bu verileri paylaştı.
Toplanan veriler ise büyük şaşkınlık yarattı. Programcılar, yüz tanıma yoluyla birinin iş tatminini ölçebildiğini veya depresyon belirtilerinin Facebook gönderileri üzerinden tespit edildiğini ortaya çıkardı. Hatta bir web kamerası aracılığıyla bir kişinin kalp atış hızının belirlenebildiği iddia edildi.
Burr ayrıca, 50 milyon Facebook kullanıcısının profillerinin sızdırıldığı ve 2016 ABD Başkanlık Seçimleri sırasında hedeflenen reklamları belirlemek için “Cambridge Analytica”nın kullanıldığını belirtti.
‘İzlendiğinizi hissediyorsanız, kendi kendinizi denetlemeye başlıyorsunuz’
Dünyanın bazı yerlerinde, özellikle bazı meslek grupları özellikle gözetim altında tutuluyor. Otoriter rejimler altında yaşayan gazeteciler ve insan hakları aktivistlerini düşünün. Uluslararası Af Örgütü’nde kıdemli araştırma danışmanı ve Amnesty Tech’in yöneticisi Joshua Franco’ya göre, bu o kadar yaygın bir sorun ki, bir süre sonra etki altındaki kişiler bu duruma alışmaya ve sorunu hafife almaya başlıyor.
Franco, “Gözetim altında olmanın yarattığı korku ve belirsizlik, polisiye eylemlerin yarattığı engellemeden çok daha etkin olabiliyor” dedi ve ekledi:
İnsanların harekete geçmesine, sizi tutuklamasına ve hapse atmasına artık gerek yok. Eğer bir tehdit varsa, izlendiğinizi hissediyorsanız, kendi kendinizi denetlemeye başlıyorsunuz. Bu da insanları kamusal alanın dışına itmeye yetiyor. Böylesi şartlar altında çalışmak son derece zor.
Franco, bu yapıların altında yaşayan pek çok insanın böylesi durumlarda gözetim tehdidinin yarattığı uzun vadeli etkilerden ciddi şekilde zarar gördüğünü belirtiyor.
“Birçok insan için bu etkiler gözle görünmez durumda” diyen Franco, “Örneğin, Avrupa’daki Özbek mülteciler, yabancı bir numaradan aranmalarının yerel yetkililerle başlarının derde girmesine neden olabileceğinden şüphelenerek, ev aramalarının izlendiğinden korkuyorlar. Bu yüzden iletişimi kesmek zorunda kalıyorlar” ifadesini kullandı.
Peki, yapalım? Ormana gidip kendimize münzevi bir hayat mı kuralım? Gerçek şu ki çoğumuz en azından bazı düzeylerde gözetimden kaçamayız.
Stanford Üniversitesi’nde davranış psikolojisi araştırmacısı olan Dr. Elias Aboujaoude, “Ruh sağlığı camiasının tepkisi, toplumun geneline benzer oldu, yani kendimizi korumaya çalışmaktan vazgeçtik. Neredeyse hiçbir şey yapılamayacakmış gibi geliyor” dedi.
Bağlantıyı kesmek ve hangi bilgilerin izlendiğini kontrol altına almak, bu endişelerin bir kısmını hafifletebilir.
Gözetimin hırçınlığı, tüketim çılgını bir toplum yaratılmasına neden oldu
Kolaylık veya güvenlik kisvesi altında bu gözetimin çoğunu hayatımıza davet etmiş olabiliriz, ancak bu, onu kabul etmeye devam etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor.
Gözetim toplumu, veri toplanması aslında adı konulmamış toplumsal kurallardan birine dönüştü. Teknoloji geliştikçe dünyamız küresel bir köy haline geldi. Devletlerin regüle ettiği toplumlar, dev şirketlerin devletleşmesine şahit oldu.
Toplumların güvenlik taahhüdüyle devlete gözetim hakkı vermesi, yani güvenlik-gözetim takası, onlarca ülkede suiistimale uğradı ve uğramaya devam ediyor. Gelişmişlik ve demokrasi seviyesi fark etmeden.
Gözetimin hırçınlığı, devletlerin ve şirketlerin el ele vererek daha kapitalist, daha tüketim çılgını bir toplum yaratmasına neden oldu. Gözetim hem insanların arzularının ne olduğunu, neye sahip olarak tatmin olacağını net olarak ortaya koyup gerekli kurumlara aktarırken, aynı zamanda kurulan bu sistemi bozabilecek unsurları da önceden belirledi ve önlemini aldı. Tahmin edilebilir insanlar topluluğu devlet mekanizmasının her zaman arzu ettiği şeylerden biridir.
Tüm bu akıllı telefonlara, iletişim araçlarının anlamsızca istediği ve bizim okumadan onayladığımız binlerce bilgi iznine, gazetelerde reklam mı, sponsorlu içerik mi yoksa haber mi ayrımını yapamadığımız ilginç metinlere bakalım ve Chomsky’nin sorusuna geri dönelim. Sizce ne?
Dipnot
1) 1965 yılında Gordon Moore’un ortaya attığı ve kendi adını alan Moore yasası, elektronik bileşenlerin her yıl yarı yarıya küçüldüğü keşfinden yola çıkarak, 18 ayda bir, devre üzerindeki bileşenlerin ikiye katlanacağı düşüncesini anlatır.