Share This Article
Bugün “aydın”dan sözetmek ya da aydın hakkında yazmak aşırı sağdan (neo-liberal, neo-con), merkez sağa (sosyal liberaller), merkez sola (sosyal demokratlar) ve devrimci sola (Marksistler) kadar uzanan bir politik konumlar yelpazesine atıfta bulunmayı gerektiriyor. Bu politik kategorilerin içinde ya da dışında ise politik ekolojistlerden, feministlere, gaylere ve ırksal ve etnik kimliklere dek uzanan bir yelpazeye sahibiz.
Üstelik bu politik aydınlar farklı konumlara da sahipler, bazıları STK”larda (hükümet dışı örgütler) önderlik yapıyorlar, bazıları Akademi içindeler, bazıları ise “kamusal aydınlar”, gazeteciler, profesörler, sendika uzmanları, politik parti liderleri, teologlar ve serbest yazarlardan oluşuyor.
Bu makalenin amaçları açısından, merkez solun ve devrimci solun aydınları üzerine odaklanacağım, çünkü bu gruplar ilerici toplumsal değişim süreci ile en dolaysızca özdeşleştirilen gruplardır. Merkez sol aydınlar daha çok kurumsal konumlarda bulunuyorken, devrimci sol aydınlar çoğunlukla “kamusal aydınlar” arasında ve üniversitelerde bulunuyorlar.
Merkez sol aydınlar ile devrimci sol aydınlar arasındaki fark, zaman içinde sabit kalmış değil. Aslında sol aydınların en önemli özelliklerinden bir tanesi “akışkanlık” ya da politik kimlikler arasında “hareket”tir. En büyük trafik devrimci soldan merkez sola doğru yaşanıyor ve oradan da merkez sağa (sosyal liberalizm) ve neo-liberalizme doğru uzanıyor.
Aydınlar kitle siyasetini dolaysız biçimde etkilemiyor
Eski politik kimlikler şimdiki ya da gelecekteki politik konumlar için iyi bir tahmin noktası oluşturmuyor. Latin Amerika’da 1960’lar ve 1970’lerde devrimcilik yapıp şimdi neo-liberal bakan, senatör ve kongre üyesi olan ve orduyu, emperyalizmi, agro-ticareti ve karşı-istihbaratı destekleyen çok sayıda eski-gerilla mevcut. Özellikle 1990’lardan sonra, özellikle de 50 yaşın üzerindekiler arasında, devrimci sola doğru hareket eden az sayıda, nadir merkez sol aydın da var.
Siyasetleri ve politik bağlılık noktaları konusundaki kaymalar her ne olursa olsun aydınların siyasette, özellikle de Latin Amerika siyasetinde; belirli koşullar altında, göreli olarak önemli bir rolleri var. Aydınlar genellikle kitle siyasetini dolaysız biçimde etkilemiyorlar; bazılarının bu yöndeki iddia ve niyetlerine karşın, kitle mücadelelerini örgütlemiyorlar ve onlara önderlik de yapmıyorlar.
Aydınlar parti militanlarını, toplumsal hareketleri ve siyasallaşmış sosyal sınıfları etkilemekte; bir rejimin, önderliğin ya da politik hareketlerin meşrulaştırılması ve propagandasının yapılmasında; ekonomi, devlet, siyaset, emperyalist politikalar ve stratejilerin çözümlemesinin sunulmasında; rejimler, hareketler ve önderlere öneriler ve politik stratejilerle programlar sunulmasında; ve parti ya da hareket militanlarının politik eğitimine katılma ve bunları örgütlemede önem sahibiler.
Bu makalede merkez sol ve devrimci sol aydınlarının hareketlere çözüm ve politik öneri sunma konusundaki rollerine odaklanarak bu rollerin eleştirel bir kıyaslamasını yapacağım.
Yöntemler ve Analizler
Tartışmamız merkez sol ve devrimci sol aydınların Latin Amerika’nın son 25 yılı içindeki rolleri üzerine odaklanacak. İki araştırma hattına odaklanacağız: (a) reformist ve devrimci aydınların bazı kurucu olaylar karşısındaki rolleri; ve (b) merkez sol ve devrimci sol aydınlar tarafından üzerinde çalışılan temel kavramların eleştirel analizi.
Üzerine odaklanacağımız dört merkezi olay var: (a) askeri yönetimden sivil seçilmiş siyasete “geçiş”; (b) 1980’lerde “yeni toplumsal hareketlerin” (kimlik hareketlerinin) ve 1990″ların toplumsal hareketlerinin (kitlesel köylü, işsiz ve yerli hareketleri) ortaya çıkışı; (c) yeni bin yılda “merkez sol” seçilmiş rejimlerin yükselişi ve (d) sermayenin dünya çapındaki yayılması ve emperyalist savaşların tırmanması.
Merkez sol aydınlar tarafından popülerleştirilen kavramlar, devrimci sol aydınlar tarafından kullanılanlarla kıyaslanacak. Bunlar “demokratik geçişe” karşı “otoriter seçim siyasetine geçiş”; yeni “kimlik-temelli” toplumsal hareketlere karşı sınıf-temelli toplumsal hareketler; ve “küreselleşme”ye karşı emperyalizm olacak. Makalenin son bölümünde merkez sol ve devrimci sol aydınların performansını siyaset, siyasi öngörü ve toplumsal değişimlerin sonuçlarına ilişkin teşhisleri temelinde değerlendireceğiz.
Kilit olaylar karşısındaki tutumlar
Çalışmamıza ele alınan dönem boyunca (1980-2005) sol aydınların büyük çoğunluğunun reformist kamp içinde yer aldıklarını söyleyerek başlayalım: devrimci sol bu dönem boyunca bir azınlık olarak kaldı.
Bu durumun nedenlerini araştırmak bu makalenin amacı değil; ancak şimdi kamusal aydınların büyük çoğunluğunu üniversite akademisyenlerinin oluştuğu düşünüldüğünde, bu durum şaşırtıcı değil. Hedefimiz bu iki grup aydın tarafından benimsenen politik konumların anlamını ve geçerliliğini analiz etmek.
Reformist aydınlar askeri yönetimden sivil seçim siyasetine kaymanın “demokrasiye geçiş”i temsil ettiği fikrini propaganda etmekle derinden ilgilendiler. Partilerin, basının, seçimlerin ve bireysel özgürlüklerin yasallaşmasının “demokrasiyi” tanımlamanın yeterli koşulları olduğunu ileri sürdüler. Devrimci sol ise sınıf yapısının, (askeri, yasal, fikirler, istihbarat ve merkez bankaları) devlet aygıtının, ekonomik modelin ve uluslar arası mali kurumların “makro sosyal ekonomik” siyasete dair nihai karar verme gücünün sürekliliğine işaret ettiler.
Reformistler devrimci solun otoriter yapıların yerlerinde kaldığı ve politik sistem üzerine kısıtlar koyduğu tezini örtük biçimde kabul ettiler ancak “küçük değişimlerin” mümkün olduğunu ve bu ilerlemelerin nihayet daha adil bir durum yaratacağını ileri sürdüler. Tersine, devrimci sol aydınlar sandıksal siyasal çerçevenin kapitalist devletin ve yönetici sınıfların kurumsal gücüne tabi olduğunu ve toplumu dönüştürmek ya da hatta zenginliği yeniden dağıtmak ve yaşam standartlarını yükseltmek açısından organik bir yetersizliğe sahip olduğunu iddia ettiler.
Latin Amerika’daki sandıksal siyasetin 24 yılına ilişkin bir araştırma merkez sol aydınlar tarafından, toplumsal değişimin bir aracı olarak sandıksal siyaset lehine ileri sürülmüş olan tüm varsayımların yanlışlandığını göstermektedir. Çeyrek yüzyıl içinde Latin Amerika’nın tümündeki her türden politik rejimler yaşam standartlarını yükseltmekte, zenginliğin yeniden dağılımında, ulusal kalkınmanın teşvikinde ya da barınma, toprak dağıtımı ve ekonominin yabancılaşması gibi temel sorunları çözmekte başarısız olmuşlardır.
Tersine, sandıksal rejimler kendi yönetimlerinden önceki gerici siyasetleri derinleştirmiş ve yaygınlaştırmışlardır. Toprak ve mülkiyet sahipliği daha da temerküz etmiş; en üst ve en alttaki yüzde 10’luk gelir dilimleri arasındaki fark artmış; kamu işletmeciliğinin önemli bölümleri özelleştirilmiş ve yabancılaştırılmış ve yüz milyarlarca dolar işçilerden çalınarak deniz aşırı bankalara transfer edilip dış borçları birkaç kez yeniden ödemiştir.
Bütün ülkelerde ve bütün biçimlerde sandık sistemi, temelli sınıfsal karakterini açığa çıkarmıştır; ki bu da devrimci solun analizleriyle uyuşmaktadır. Bu rejimlere giren bütün “reformist solcuların” sonu gerici siyasetlerin yöneticiliği ve halk arasındaki hoşnutsuzlukları bastırmak olmuştur. Açıktır ki reformist solun teşhisi ve tarifi; sandık siyasetinin demokratik bir geçiş içinde toplumsal değişime yol açabileceği tezi yanlış ve hatalıdır. Devrimci solun burjuva iktidarının sürekliliğine ve “geçişin” kapitalist sınırlılıklarına yönelik vurguları ise doğrudur ve doğrulanmıştır.
Yeni toplumsal hareketler
Solcu aydınlar sandık sürecinin toplumsal değişime yol açmadığını daha fazla gördükçe, birçokları yüzlerini “yeni toplumsal hareketlere” doğru çevirdi. Bir kez daha bu hareketlerin toplumsal bileşiminin ve toplumsal gündeminin ne olduğuna dair bir tartışma koptu. Reformistler; ki bazıları “post-modernistler” olarak adlandırılmaktadır, sınıf tanımlarına karşı “toplumsal kimlikleri” vurguladılar.
Reformist aydınlar 1970’lerden 1980’lere kadar ekoloji, etnik, feminist ve LGBTİ hareketlerine işaret ederek, yeni “kimlik” temelli hareketlerin sınıf-temelli hareketlerin yerini aldığını ileri sürdüler. Devrimci aydınlar ise, bu kimlik gruplarını görmezlikten gelmeyerek, Ekvador’daki CONAİE, Bolivya’daki Cocaleros, Meksika’daki Zapatistler ve Brezilya’daki MST gibi sınıf-temelli kırsal hareketlerin temel toplumsal değişimlerin önder güçleri olduklarına işaret ederek, sınıf-etnik temelli toplumsal hareketlerin kitlesel mücadelelerini vurguladılar.
Reformist aydınlar “kimlik” hareketleri içinde yalnızca küçük “elit” grupların işine yaramış olan sınırlı değişimlere işaret edebildiler. Tersine, sınıf-temelli toplumsal hareketler bazı temel değişimleri gerçekleştirmede, çürümüş neo-liberal rejimleri devirmede ve gerici yasalar ve başkanlık seçimlerini bloke etmede büyük başarılar elde ettiler.
Brezilya’da MST sınıf mücadelesi üzerinden yükselerek, milyonlarca hektar toprağın kamulaştırılmasını ve 350 bin ailenin (1,3 milyondan fazla insan) tarlalara yerleştirilmesini sağladı. CONAİE iki neo-liberal başkanı devirdi; Arjantin’in işsiz işçileri ve yoksullaşmış orta sınıfları başkan De La Rua’yı devirdi; Bolivya’da işçiler ve köylüler doğal gazı savunarak başkan Sanchez de Losada”yı devirdi.
Sandık siyaseti ve merkez sol
Reformist ve devrimci sol arasındaki tartışma politik iktidar ve toplumsal değişime giden devrimci yolda sandık siyaseti sorunu üzerinde derinleşti. Refomist aydınların büyük çoğunluğu ve çoğu “devrimci” aydın Peru’da Toledo, Ekvador’da Gutierrez, Brezilya’da Da Silva, Uruguay’da Vazquez ve Arjantin’de Kirchner’i içeren “merkez sol” adayları toplumsal reformun araçları olarak desteklediler. Devrimci sol aydınların küçük bir azınlığı, bu adayların partilerinin artık solda yer almayıp, sağa kaymış olduğunu ve IMF, neo-liberalizm ve ALCA’ya yaklaştıklarını söyleyerek bu siyasetçileri reddettiler.
Reformist aydınlar toplumsal hareketlerin önderlerini ve bu hareketlerin kitlesel destekçilerini “merkez sol” siyasetçileri desteklemeleri için etkilediler. Devrimci sol seçimler sırasında ve hemen sonrasında fazla bir etkide bulunamadı. Şimdi sonuçlar iyi bilinmektedir: Lula, Gutrierrez, Toledo ve yeniden-işlemden geçmiş olan “solcudan dönme neo-liberallerin” geriye kalanları özelleştirmeleri derinleştirip yaygınlaştırdılar, agro-ticareti küçük çiftçiler ve topraksız emek aleyhine teşvik ettiler, yüz milyarlarca doları deniz aşırı bankalara transfer ettiler, gerici emek ve emeklilik yasaları çıkardılar ve Amazon’un yerli halklar aleyhine sömürülmesini teşvik ettiler.
Reformist aydınların “merkez sola” destek verme biçimindeki seçim stratejileri toplumsal hareketler açısından felaket sonuçlar yarattı. Ekvator’da, petrol işçileri bastırıldı, bazı önderleri Gutrierrez ile iş birliğine giden CONAIE, hoşnutsuz üyelerinin desteğini yitirdi.
Brezilya’da, MST politik olarak hareketsizleşti, baskıya uğradı ve toprak kamulaştırmaları kaplumbağa hızıyla ilerlerken toprak işgalleri konusunda engellendi. Uruguay’da, Vazquez rejimi IMF direktiflerini izledi, büyük kirletici selüloz şirketlerinin yabancı yatırımlarını teşvik etti ve kendisini desteklemiş olan sendikal önderlerin ve ünlü reformist solcu aydınların prestijinin altını oyarak, sendikalar üzerine genel ücret “kısıtları” koydu.
Aylarca süren zalim neo-liberal siyasetten sonra, “merkez sol” hükümet partilerini başlangıçta desteklemiş olan reformist aydınların çoğu devrimci sol tarafından savunulan sistematik eleştiriyi takip etmek yerine “hatalı politikaları” eleştirerek rejim eleştirmeni haline geldiler.
Devrimci sol aydınların, teşhislerinin geçerliliğine ikna olan hoşnutsuz reformist aydın kesimleri arasındaki itibarı arttı. Devrimci sol aydınlar tarafından savunulan toplumsal değişim için devrimci siyaset önerileri kitle hareketinin bazı kesimleri arasında yankı bulmaya başladı. Bazı toplumsal hareketlerin önderleri mutlaka devrimci hedefleri olmasa bile devrimci mücadele yöntemlerini kabullendiler.
Küreselleşme mi, Emperyalizm mi?
Reformist ve devrimci aydınlar arasındaki dördüncü tartışma alanı dünya kapitalizminin doğası ve itici güçleri konusundaki teşhis hakkındaydı. Reformistler küreselleşmeden ve ulusal sınırları aşan ve kendisine “sosyal forum”larda toplanan ya da uluslararası elit toplantıları sırasında gösteri yapan sınıfsız bir “çoğulluk” tarafından muhalefet edilen çok uluslu şirketlerin hakimiyetindeki bir yeni dünya düzeninin yaratılmasından söz ediyorlardı.
Devrimci aydınlar çağımızın temel özelliğinin dünya denetimi uğruna Avrupa ve Japon emperyalizmleri ile yarışan tehlikeli biçimde militarist bir ABD emperyalizminin yükselişi çağı olduğunu, saldırgan bir emperyal devletin kapitalist fetih ve savaşların sivri ucunu oluşturmakta olduğunu savundular.
Çokuluslu şirketlerin ekonomik yayılması üzerine yapılan reformist vurgu Yugoslavya, Afganistan ve Irak’taki emperyalist savaşları, Venezüella darbesindeki CIA müdahalesini ve Ortadoğu’daki sayısız ABD savaş tehdidini öngöremedi. Devrimci sol aydınların emperyal devlet, emperyalist savaşlar ve sömürgeci işgal üzerine yaptıkları vurgu çağdaş dünyanın doğasını ve itici güçlerini anlamak bakımından çok daha anlamlı şeyler sundu.
Üstelik devrimci sol aydınların sınıf analizi de emperyalizme karşı etkin direnişin doğasını anlamak bakımından, şekilsiz “çoğulluk” kavramından çok daha güçlü bir araç sundu. Irak’taki işsizlerin kitle hareketleri ABD sömürgeci işgaline karşı silahlı direnişin belkemiğini oluşturdu. Latin Amerika’daki köylüler, işçiler ve işsizler emperyal işbirlikçilerin yenilmesi ve (Meksika’da) elektrik, (Bolivya’da) su ve (Uruguay’da) limanların özelleştirilmesinin engellenmesine önderlik ettiler.
Kolombiya’da, Nepal’de ve Filipinler’de emperyalizme ve neo-liberalizme direnmekte olanlar büyük ölçüde köylü-temelli ordular. Reformist küreselleşme ideologları bir kez daha yeterli bir teşhis koyamadılar ve politik eylemleri (Sosyal Forumlar, kitlesel eylemler) etkinlik kaybına uğrarken, devrimci sol aydınların emperyalizm ve sınıfsal-ulusal direnişler üzerine yaptıkları vurgu gerçeklerle örtüşerek yaygın kabul kazandı.
Sarsıcı toplumsal değişimler doğacak
Reformist ve devrimci aydınların zıt kavramsal-teorik yaklaşımları toplumsal değişim mücadelelerini etkilemekte olan önemli öğelerden birisi olageldi. Reformist açılımların başlangıçta toplumsal hareket önderleri ve kitleler üzerinde devrimci sol analizden daha etkili olduklarını gösterdik. Ancak zaman içinde gördük ki, reformist aydınların teşhisleri, tanımları, öngörüleri ve pratikleri felaket sosyo-ekonomik ve politik sonuçlara yol açmıştır.
Bu sonuçlar yeni “neo-liberal” rejimleri ve onların emperyalizmle olan ittifaklarını güçlendirdi ve toplumsal hareketlerin bölünmesine ve hareketsizleşmesine yol açtı. Tersine, devrimci sol aydınların toplumsal değişime yönelik teşhis ve önerileri başlangıçta çok sınırlı halk önderine ulaşmış ve kitleler üzerinde çok küçük bir etkide bulunmuştur.
Ancak, zaman içinde, toplumsal hareketlerde bir varlık ve kitle hareketi ile aydınlar arasında kökler kazanmakta ve etkileri artmaktadır. Bazı devrimci aydınların karşı karşıya oldukları sorun kitle mücadelesinden yalıtılmış olmaları ve fikirlerini yaygınlaştıracak araçlara sahip olmamalarıdır.
Devrimci aydınlar ile kitle hareketleri arasındaki bağlantıdan sarsıcı toplumsal değişimler doğacaktır. Bu ise bağımsız sınıf örgütlenmeleri tarafından bir iktidar mücadelesine yöneltilecek, devrimci yöntemlerle yapılan acil reform mücadelelerini gerekli kılmaktadır. Yalnızca devrimci bir rejim mülkiyet ilişkilerinde, sınıf yapısında ve devlette geri döndürülemez ve sürdürülebilir yapısal değişimleri güvence altına alabilir.
Bu yazı, ilk olarak 26 Mart 2005 tarihinde Sendika.org’da yayımlanmıştır.