Share This Article
Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da kadınlar, 8 Mart’ta alanları doldurmaya hazırlanıyor. “Kurtuluşumuz feminist mücadele” sloganının altında geceyi aydınlatmak için alanları dolduracak olan kadınlar omuz omuza vererek mücadeleyi büyütüyor. Koyu bir karanlığın, baskının ve şiddetin içersinde yaşayan, buna rağmen yılmadan büyük bir kararlılıkla mücadeleyi sürdüren kadınlar, nafaka düzenlemesi başta olmak üzere, 6284 Sayılı Kanun uygulanması ve daha pek çok soruna karşı seslerini yükseltiyor. 22’ncisi düzenlenecek olan Feminist Gece Yürüyüşü’nün öncesinde, yürüyüşün tertip komisyonundan Feride Eralp ile bu yılki 8 Mart’ı konuştuk.
‘Biz mücadele etmeyi çok iyi biliyoruz’
Geçen yılki yürüyüşün gündeminde 6 Şubat depremleri vardı. Bu yılın gündemi ne olacak?
Bu yıl Feminist Gece Yürüyüşü’nün ana sloganı: “Kurtuluşumuz feminist mücadele.”
Bu sözü seçmemizin sebebi şu, aslında gerçekten zor zamanlardan geçiyoruz. Üzerimizde çok ciddi siyasi baskılar var. Bir yandan ekonomik kriz yaşıyoruz, yoksullaşıyoruz; yoksullaştıkça hayat daha çıkışsız hale geliyor. Bize tek seçenek olarak “aile” sunuluyor. Büyük bir barınma krizi var, ne kalacak ev bulabiliyoruz ne yurt bulabiliyoruz; güvenceli koşullarda barınamıyoruz, güvenceli koşullarda çalışamıyoruz. Eşit olmak istiyoruz, toplumsal cinsiyet eşitliğinin her yerden çıkarılması yetmiyor, aile içinde tanımlanacağımız bir çerçeve siyasette egemen hale geliyor ve bu şartlar altında anayasa değişikliği gündemi kapımıza dayanıyor.
Böylesi bir baskının altında yaşarken -siyasi baskı var, bir deprem yaşadık, depremin sonrası var, sürekli seçim atmosferinde yaşıyoruz şimdi de bir yerel seçim geliyor o var- mücadele etmek için belki sadece var olmak için bile gücümüzü bazen kaybedebiliyoruz yani umutsuzluğa kapılabiliyoruz. Ama biz umutsuzluğa kapıldığımızda – işte bir feminist gece yürüyüşünde öyle bir döviz vardı “Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla” diye – biz umutsuzluğa kapıldığımızda en çok birbirimizi hatırlıyoruz.
Şunu da hatırlıyoruz, feminist mücadele yeni değil; kadınların mücadelesi yeni değil, yüzyıllardır aslında kadınlar erkek egemenliğine karşı mücadele ediyor. Biz ise bugün sadece belirli bir siyasi konjonktürde mücadele etmek zorunda kalmış olabiliriz ama aslında her gün kadınlar evlerinin içindeki erkeklere karşı mücadele veriyor.
Yani kız çocukları babalarına karşı mücadeleyle başlıyor, eşit olabilmek için özgür olabilmek için… Yani sabah evde uyandığımız andan itibaren mücadeleye başlıyoruz; sokağa çıkıyoruz sokakta mücadele ediyoruz, işe gidiyoruz mücadele ediyoruz. O yüzden biz mücadele etmeyi çok iyi biliyoruz. Tam da bu yüzden işte “Kurtuluşumuz feminist mücadele.”
‘Patriyarkayı yıkana kadar bitmeyecek bu isyan’
Yine geçen yıl seçim öncesi olmasının da etkisiyle yürüyüşte çok fazla iktidar karşıtı döviz yer almıştı. Sizler Türkiye’deki kadın sorununun salt bir iktidar meselesi mi yoksa erkek devlet, siyasetçiler ve toplum yapısı mı olduğunu düşünüyorsunuz? Yani daha açık bir ifadeyle, mevcut iktidar değiştiğinde sizce bu mesele büyük oranda çözülmesi mümkün olacak mı?
Mümkün olsaydı, binlerce yıldır kadınlar eziliyor ve sömürülüyor olmazdı. O yüzden feminist gece yürüyüşünün ve aslında feminist mücadelenin temel derdi patriyarkayı yıkmaktır. Patriyarka dediğimiz de bu bir siyasi partiyle sınırlı bir sistem değil aslında. O tek adam da sadece ülkenin başındaki bir tek adam değil, hepimizin kendi hayatlarında var o tek adamlar zaten.
İş yerlerimizde de o tek adamlara karşı mücadele ediyoruz, evlerimizde de ediyoruz. Patriyarkal sistem, kadınların sadece kadın oldukları için erkeklerden daha aşağı olduğu, erkekler tarafından emeğimizin, bedenimizin, cinselliğimizin de sömürülebilir olduğu, erkeklerin bundan faydalanarak, bundan çıkar sağlayarak yaşamaya bir şekilde haklarının olduğu düşüncesi… Ve bu bir iktidar düzeni, bir güç sistemi, bir ezme-ezilme ilişkisi.
Bu ezme-ezilme ilişkisi mevcut siyasi iktidarla başlamadı. Mevcut siyasi iktidar elbette bunu pekiştiriyor. O yüzden bizim bunu pekiştiren her türlü siyasetçiyle, her türlü hükumetle derdimiz olduğu gibi bu mücadelenin çok daha büyük anlamları var. Yani bu siyasi iktidara bizimle beraber karşı çıkacak, o yanımızda duracak erkeklerle de evde bulaşığı yıkamadıklarında derdimiz var, çocuk bakımını paylaşmadıklarında da derdimiz var.
Dolayısıyla feminist mücadele hiçbir seçimin sonucuyla değişebilecek, hafifleyebilecek ya da güncelliğini kaybedebilecek bir mücadele değil. “Patriyarkayı yıkana kadar bitmeyecek bu isyan” derken aslında çok çok daha kapsamlı bir değişimden, bir çeşit devrimden bahsediyoruz.
‘Biz zaten bize gece o saatte o sokakta ne işin var diyen adamlara karşı çıktık sokağa’
Gezi Parkı eylemleri sonrasında 2014’te gerçekleştirilen yürüyüşte ilk polis müdahalesiyle karşılaşıldı ve sonrasında yürüyüşler yasaklandı. Bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, dünyanın her yerinde kutlanan, dünyanın her yerinde kadınların ses çıkardığı bir gündür. Aslında valiliğin utancıdır 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü yasaklamaya çalışmak. Bununla birlikte, biz bu sürece alışığız; illa eylem yapmak için değil, sokakta olduğumuz her an “Gece o saatte o sokakta ne işin var?” demiyorlar mı?!
İşte valilik de, “Sizin o sokakta ne işiniz var?” diyor. Ama biz zaten bize gece o saatte o sokakta ne işin var diyen adamlara karşı çıkmışız sokağa. O yüzden de valiliğin, “O sokakta olamazsınız, şu sokakta olamazsınız” diyerek bizi kısıtlamasına karşı mücadele etmemiz bu sebeple çok önemli. Yani, “Geceleri de, sokakları da, meydanları da istiyoruz” sözümüzden ötürü, bu sözün bizim kendi hayatlarımızdaki gerçek karşılığından ötürü mücadele etmemiz gerekiyor.
Elbette 2019 senesinden bu yana İstiklal Caddesi’ne çıkamadık, Taksim Meydanı’na çıkamadık ama biz yine de Taksim’in, Beyoğlu’nun sokaklarını türlü yasaklama girişimlerine rağmen doldurmaya devam ettik. Ne olursa olsun bu yasakların bir gün son bulacağına ben eminim. Bu yasaklar olsa da olmasa da kadınların sokağa çıkma iradesinin galip geleceğine çok eminim, buna güveniyorum.
Bizi ikincil kılan bu çerçeveye itiraz etmemiz gerekiyor
Yürüyüşe ve feminizme daha mesafeli olan kişilerce bazı dövizlerde yer alan kadın bedenini metalaştırmaya yönelik ifadeler ve sloganlar “Bunların derdi başka” şeklinde eleştiriliyor. Kadın hareketinin içindeki kişilerce de “meseleyi esas sorundan uzaklaştırmakla ve harekete zarar vermekle” eleştirilen bu ifadeler sizce de buna mı yol açıyor?
Türkiye’de çok yaygındır bu, “esas meseleden uzaklaşma” eleştirisiyle bir şeylerin konuşulmasının önünün kapanması, bu sadece feminizm veya kadın meselesiyle ilgili olarak değil, her konuda Türkiye’de tartışmalı bir meseleyi konuşmaya çalıştığınızda “bu gündem saptırıyor” denir.
Mesela barışla ilgili bir şey söylersiniz, “Şu an seçim var, gündem saptırma” denir. Bu bizim çok alışık olduğumuz bir susturulma biçimi. Bizim açımızdan esas meselenin nasıl tariflendiği konusunda belki ayrışıyoruz bunu savunan kişilerle, yani belli ki ayrışıyoruz. Çünkü demin de bahsettiğim gibi patriyarka kadını erkeğin hizmetine sunan bir sistem.
Kadını erkeğin hizmetine sunan sistem zaten kadın ve erkek diye ikili bir cinsiyet rolünü, bu ikili cinsiyet rolünün de son derece heteroseksist tarifidir. Yani tek cinselliğin, tek makbul cinselliğin bir kadın ile bir erkek arasında, evlilik birliği altında olan cinsellik olduğu düşüncesine ihtiyaç duyuyor. Yani var olabilmek için buna ihtiyaç duyuyor. İşte bu cinsellik biçimlerinin çeşitlendiği, arzularımızın sınırlarının heteroseksizmle belirlenmediği, bedenlerimizin sınırlarının “Cisseksizm”le (Cisgender olmayan insanlara karşı önyargı) belirlenmediği, “non-binary” cinsiyet kimliklerinin sahada bulunabildiği, ikili cinsiyet kimliğinin dışına taşılabildiği koşulda “işte erkek vardır o böyledir”, “kadın vardır o şöyledir”, “erkek çalışır kadın evde erkeğe hizmet eder” şeklindeki o geleneksel aile kurgusu zaten biz kadınların içinde şiddete uğradığı, içinde sömürüldüğü bir yapıyı oluşturuyor. Ve bizim sömürümüze dayanan bu geleneksel aile kurgusunun altı oyulmuş oluyor.
Dolayısıyla da ikili cinsiyet sistemine karşı da bizim cinselliğimizin bu biçimiyle kısıtlanmasına karşı da, arzularımızın, cinsiyet kimliklerimizin, bunların ifadesinin kısıtlanmasına karşı mücadele zaten patriyarkaya karşı mücadelenin esasıdır. Yani biz bu tip “Kadın böyle olur, erkek böyle olur, böyle bir erkek ancak bir kadını sever, böyle bir kadın ancak bir erkeği sever, böyle bir kadın ancak bir erkeği sever” gibi bir dayatma sisteminin içerisinde aynı zamanda erkeklere köle ediliyoruz.
Bu bağlantıyı görmediğimiz sürece de bizim gerçek anlamda -tabi ki belli haklarımızı elde edebiliriz- ama gerçek anlamda özgürleşmekten bahsediyorsak bizi ikincil kılan bu çerçeveye itiraz etmemiz gerekiyor zaten ve biz de bu çerçeveye karşı mücadele ediyoruz. Feminist Gece Yürüyüşü’nde bedenimizle ilgili, cinselliğimizle ilgili, cinsiyet kimliğimizle ilgili bütün ifadeler de bu mücadelenin bir dışavurumudur.