Share This Article
Bugün, Joan Didion’un White Albümünün ilk bölümünü yeniden okudum. Susan Sontag’ın On Photography adlı kitabının ilk baskısının şömizye kılıfının üstünü asetatla kapladım, rafa geri koymadan önce kitabın bazı bölümlerini tekrar okudum. Sontag’ın sanat ve politikanın nasıl bağdaşacağı ve nasıl bağdaşması gerektiği hakkındaki görüşlerini okudum.
Belki de çoktan bağdaşmışlardır, ama Sontag öyle bir diyor ki, sanki bunların ayrılabileceğini bir Marslı düşünebilirmiş gibi. Ayrıca Sontag’ın, “Bir kişinin fotoğrafını çekmek arıtmaya, ya da ‘yumuşak cinayete’ benzer” görüşü üzerine düşündüm.
Yumuşak cinayet, çizgi roman dili gibi kulağa cezbedici geliyor. Bana Joan Didion’un dördüncü kapı Jim Morrison’ın kendini erotik bir politikacıya benzettiği yorumunu anımsattı.
‘Her zaman minör sanat biçimlerinin koleksiyonunu yapmaya çalıştım’
Christian Mekz’in The Imaginary Signifier‘ından bazı bölümler okudum tekrar. Parfüm hakkında söylediklerini okudum. Ona göre, toplum için geçerli olan ve ilişkilerin duyusuna dayanan her sanat minör sanattır. Mesafeye ve saydamlığa dayanan majör sanatlara hiç benzemez.
5. Saks Caddesi’ne çıkıp, yeni bahar kokuları kataloğunu almam gerektiği notunu düştüm. Bir arkadaşın evinde görmüştüm. Kapakta, Horst’un Gözüyle Duyuların Bir Kutlanışı yazıyordu. Kataloğun başlığı Nabız Noktaları’ydı. Küçük bir eleveriş. Koleksiyona katılabilir. Her zaman için kısa ömürlü gibi gözüken şeylere ilgi göstermeye, minör sanat biçimlerinin koleksiyonunu yapmaya çalışmışımdır.
Daha sonra E.M. Forster’in The Eternal Moment’ını bitirdim. California’da, Antika Kitaplar Fuarı’ndaki bir kitapçıdan oldukça iyi durumda bir baskısını satın almayı başarmıştım. Şömizye kabında ufacık bir yırtığı olan bir İngiliz baskısıydı. Kabın arkasının biraz aşınmış olması ve son sayfalarının kırışıklığı dışında bu nadir bulunan kitap için iyi bir baskıydı.
Bir arkadaş daha sonra Forster’in When the Machine Stops adlı öyküsünü okumamı önerdi. Her şeyin, ilk sahibi olma isteğiyle ilgiliymiş bu önerisi. 12. Cadde ve Broadway’de çizgi roman, bilimkurgu ve ucuz dergiler satmasıyla ünlü “Yasaklanmış Gezegen” adlı dükkâna gittim.
Walter Tevis’in The Man Who Fell to Earth adlı kitabının ilk baskısını bulmayı umuyordum. Onlarda olduğuna emindim. Ama yoktu. Onun yerine Pierre Boulle’nin Planet of the Apes‘inin ilk baskısını buldum. Şimdiye kadar görmediğim bir 1964 Signet baskısıydı.
Kapakta, ikisi beyaz biri siyah olmak üzere üç astronotun, iri bir maymunun kafası üzerine resmi yapılmıştı. Bu görüntü bana, Amerikan film afişlerinde ve can sıkıcı dedektif dergilerinin kapaklarında ticari illüstrasyon sisteminin bir parçası olarak kullanılagelen, Picabia’nın ’40’lı yıllara ait resimlerini anımsattı.
Nadir bulunan çizgi romanlara baktım ve eski Dell baskısı birkaç Tarzan için istedikleri fiyatı kontrol ettim. Bir tanesinin kapağında, bir orman fotoğrafının üzerinde elle çizilmiş Tarzan resmi vardı. Bu tekniğin yalnızca iki çizgi romanda daha kullanıldığını görmüştüm: biri Submariner’de diğeriyse Superman’de. Tarzan’da üst üste gelme belirsizlik yaratmıştı; öyle ki ne olduğu zor anlaşılıyordu.
Sanki Tarzan figürü bir düş, gerçek bir illüzyon, ormansa bir film, bir illüzyonun izlenimi gibiydi. Sevdim. Ben de bunu yapabilirsem –iki farklı görüntüyü aynı anda kullanabilirsem – “sanat yönetimi” olan bir resim ortaya çıkarabilirim.
‘Okurken, ünlü Beat şairi Lew Welch’i düşündüm’
Gezegenden çıktıktan sonra 7. Cadde’de elden düşme kitaplar satan tanıdık bir dükkâna gittim. Burayı işleten kadın bana kitap ayırıyordu. Walker Percy’nin The Moviegoer’ının ilk baskısını ayırdığını söyledi. Bu kitabi üç defa okumaya çalışmış, ne var ki 25. sayfanın ötesine geçememiştim. Bu özel baskının kabındaki özet şöyle diyordu:
Bir ev, bir sokak, bir şehir, perdede gerçekte olduğundan daha gerçek olabilir.
Bu sözler belki de, meraklısını aydınlatmaya çalışan, batılılaşmış bir tür haikuyla (Geleneksel Japon şiiri) bu konuda bilgisi olmayanı aldatan bir editör asistanına aitti. Televizyon ve ilanlardan alıştığımız bir reklam diliydi bu. Okurken, müşterilerinin ürünleri için metinler yazarak geçimini sağlayan ünlü Beat şairi Lew Welch‘i düşündüm. Welch’in, tüfeğini sırtına vurup çöle gitmeden önce yazdığı haikulardan biri de, Raid Böcekleri Öldürür‘dü.
The Moviegoer‘ı dördüncü bir kez okumayı deneyeceğim, ama bu baskısıyla değil. Dükkânı işleten kadın 12 dolar fiyat koymuş. 10 dolar vermem yetti. Benim için de bu fiyat uygundu, zira bu durumda temiz bir 450 dolar ederdi kitap. Bu tür “buluşlar” altı yılda bir gerçekleşebilir.
5. Cadde’nin batısında, 18. Cadde’deki, Barnard Kitapçısı, baskısı kalmamış kitapları satan bir dükkândı. Cinema Village’de Vanishing Point‘i görmeden önce öldürecek bir 20 dakikam olduğu için, Barnard’a gitmeyi düşündüm. Hafta içinde bir gün geldiğimde, Mandingo‘nun –bu hazinenin en kalını ve en komik baskısı – Amerikan baskısını görmüştüm. Bu ölçüde kitaplar genellikle sırtlarından kırılır, buruşur, lekelenir; bu özel baskı mükemmel durumda olmasa da ikinci bir kere göz atmaya değerdi.
Güzel, parlak şömizye kabının üzerinde ilk kez gördüğüm bir illüstrasyon vardı: Güneyli beyaz bir güzelin yanında damızlık bir zenci köle. Satın aldım. Çok mutluydum. Bu baskı, rafımda Naked on Roller Skates, Nigger Heaven ve Jack Woodford’un Peeping Tom‘unun yanı başında yer alacaktı.
Dükkânın sahibi romanı benim son ziyaretimden sonra depoya kaldırmış. Mandingo‘nun yanı sıra, genç aktörler ve aktrislerin cüretkâr anıları olan Casting Couch and Me ve kabında yazmaya vakit ayırabileceği tek iş bu olduğu için striptizci olduğunu açıklayan Ann Steinhardt’in romanı Thunder La Boom‘u buldum. Thunder La Boom‘un kapağında bir Las Vegas şov kızının “flu” bir fotoğrafı vardı.
Kitap koleksiyonculuğu: biraz sabit fikir, biraz arayış, biraz fantezi… Richard Prince’in kitaplığı da bunu yansıtıyor.
CIA tarafından okunan kitaplar
Strand Kitabevi’nin beşinci katı nadir bulunan kitapları sakladıkları yerdir. Depodaki kitaplar çıkartılmıştı, fiyatlar da uygundu. Sizi tanıdıkları takdirde, bakınmanız için yalnız bırakırlardı. Satıcılara istek listenizi verirseniz, her an size bir şeyler bulabilirlerdi.
Roman ve edebiyat kitaplarının bulunduğu odanın yan tarafında, sinema ve fotoğraf kitaplarının, imzalı kitapların satıldığı bölüm vardı. Önce oraya yöneldim. Ayrıca bir mizah bölümü vardı. Bazı nedenlerden ötürü her türde mizah kitapları düşük fiyatlara sahiptir, belki de mizah kitabı alan koleksiyoncuların sayısı çok az olduğu için.
Çizgi roman ve mizah kitapları biriktirmeye başladığımda ucuzluklarına ve piyasada bu kadar bol bulunmalarına şaşıp kalmıştım. Stephen King’in ilk kitabı Carrie‘nin bir baskısına 300 dolar ödemeye alışık biriyim çünkü.
Ya da Gravity’s Rainbow’a 150 dolar. Ya da sonradan Hud adıyla filme çekilen, Larry McMurtry’nin, Horseman Pass By‘ı için 650 dolar. Bence sevdiğiniz ve başka birinin toplamadığı şeyleri toplamak en iyisi. Elden düşme ve nadir bulunan kitaplar satan birçok kitapçıların mizah bölümü için genelde bu iki kurala başvuruluyordu. Örneğin Morey Amsterdam’ın Keep Laughing‘inin Rosemarie’ye (Amsterdam’la birlikte Dick Van Dyke Show’un yıldızı olan Rose’a) imzalı 1959 tarihli ilk baskısı 750 dolardı.
Fiyatının olağanüstü ucuz olması bir yana, kitap CIA tarafından elekten geçirilmişti. Kitap boyunca bir ‘okuyucu ajan’ (tıpkı Three Days of the Condor da olduğu gibi) “CIA-Hayden, çift kredi, beklenen numara, yüzme deliği, 3 temiz 921”, ya da “Wut, Zuh, Cherrydaddy” şifre kodlarıyla notlar düşmüştü sayfalara. Belirtmek gereksiz ama, CIA tarafından okunmuş kitaplar çok azdır. Çoğu, üniversite kütüphanelerinin topladığı, halkın satın alması mümkün olmayan kitaplardır.
Hokinson, ‘kafası, gözüyle işleyen’ sanatçılara bir örnek
Los Angeles’daki, Hollywood kitap şehrinden Joey Adams’ın imzalı It Takes One to Know One‘ini 10 dolara aldım. Myron Cohen’in Laughing Out Loudu 5 dolardı. Harry Hershfield’in Laugh Louder, Live Longer’ı 50 centti. Geçenlerde, burada New York’ta Park Row’daki Mendoza’nın Yeri’nden hepsi de köşe yazarı Burt Baccharach’a imzalanmış üç Jack Douglas kitabını aldım. Hepsine 12 dolar verdim. Abner Dean’ın 1952 tarihli ilk baskısı Come As You Are‘ı bana 6 dolara mal oldu.
Dean’in karikatürleri, şaşı gözlü ilham perileri, beklenmedik bir keşif olabilirdi. 1943’lerde psikiyatristler, Dean’in çizgilerini hastalarıyla tartışmak üzere kullanıyorlardı. Whitney Darrow Jr.’in Please Pass the Hostess adlı karikatür albümünün 1949 tarihli ilk baskısı 10 dolardı. Yayıncı şöyle diyordu:
Darrow’un bu ikinci albümü ilkinden daha çok güldürüyor. Basit bir matematik hesabı bu, çünkü ilkinden daha çok çizgi içeriyor.
Geçenlerde bir sokak fuarında, Helen E. Hokinson’ın There are Ladies Present adında bir kitabını iki dolara buldum (Dutton, 1952, ilk baskı). Hokinson, 20’lerde, 30’larda, 40’larda ve 50’lerde sürekli eserleri basılan birkaç kadın çizerden biridir.
The Ladies, God Bless ‘Em, When Were You Built ve My Best Girls gibi pek çok karikatür albümüne sahip olan Hokinson, 20. yy çizerleri arasında en tanınmış üsluba sahip olanlarından biridir. Halka mâl olmuş bir çizer olan Hokinson, bana göre, “kafası, gözüyle işleyen” sanatçılara bir örnek.
Kitap koleksiyoncularının bazıları yazarının imzası olan baskıyı, bazıları onlara ithaf edilmiş baskıyı, bazılarıysa, yayıncının bir eleştirisinin olduğu baskıyı koleksiyonlarına katmak isterler. Bazısı ebrulu bir kapla kaplanmış, deri sırtlı, yaldızlı cinsinden şöyle şatafatlı kitaplar olsun ister. Belki de çeşitli başlık uyarlamalarını gösteren folio sayfalarından bir baskı, tashihli baskılar, el yazmaları, mektuplar…
Hiç kimsenin düşleyemeyeceği kadar nadir baskıyı istiyorum
Ben en iyi baskıyı istiyorum. Tek baskıyı. En pahalı baskıyı. James Joyce’un Chamber Music‘ini istiyorum. 1907 uyarlamasını, ilk varyantını, açık yeşil ciltli olanını, uzun zarif olanını, C’nin kıvrımının en doğru şekilde yapılmış olanını istiyorum. Benimkinin eleştiri baskılarından biri olmasını istiyorum. 509 eleştiri baskısından biri olmasını. Yayıncının, 3 Mayıs 1907 tarihini taşıyan mektubuyla birlikte olanını istiyorum.
Bu tarihli olanını istiyorum, çünkü İngiliz Müzesi’ndeki baskının (II. Dünya Savaşı sırasında yok oldu) 8 Mayıs’ta alındığını ve Bodleian Kütüphanesi’nin de kitabı 11 Mayıs’ta aldığını biliyorum. Kaydedilen en eski tarihli, en eski baskıyı istiyorum. Öyle bir baskı istiyorum ki hiç kimsenin düşleyemeyeceği kadar nadir bulunsun. Bir düş olan baskıyı istiyorum.
New York, Long Island, Bridgehampton’da, Caldor’un kitap ambarı dışındaki bir sandıkta Robert Frank’ın The Americans‘ının Groove Yayınları baskısını bulduğumu anımsıyorum. Sandığın üstünde “Bedava” yazıyordu. Bir dalganın deniz kıyısına attığı şeylerden biri gibi.
O kalabalıkta bir şey gördüğümü sandım; siyah ve beyaz, kare, kısa başlık, bir fotoğraf: otobüste insanlar. Biraz daha yaklaştım. Güçlükle kımıldıyordum. Garip bir duygu vardı içimde. Kitap sabun kalıpları, garip ölçülerde tenis ayakkabıları, çocuklar için boyama kitapları, takvimler ve kapakları yırtılmış Harlequin dergileri arasına karışmıştı.
Bazen hem kitap hem de kaseti rafımda bulunur
Oraya nasıl girmişti? İmkânsız olduğunu düşündüm. Dağıtımcı ya da ambarın müdürü böylesine özel başlıklı bir kitabın alıcısı olabileceğini mi düşünmüştü! Evet, içeride kitap satıyorlardı ama aile kitaplarını ya da best-seller’ları… Değeri 1 dolara mı düşmüştü? Altında bir etiket ya da kırmızı bir işaret aradım. Hiçbir şey yoktu. İçinde miydi yoksa? Biri okuduktan sonra elden mi çıkarmıştı? Hangi dalga atmıştı onu buraya? Issız adaları düşündüm. Onu buraya getiren okyanus dalgaları geldi aklıma. Muhteşem olmalıydılar. Büyüleyici. The Americans bu kasabada, bu depoda, üzerinde bedava yazan bir sandığın içinde. Olacak iş değil.
Francis Ford Coppola’nın Apocalypse Now adlı filmini görmeden önce, Michael Herr’in Dispatches‘ini okudum. Philip Dick’in Do Androids Dream of Electric Sheep? adlı eserini okumadan önce Ridley Scott’un Blade Runner’ını gördüm. İki filminde sound-track’ini stüdyomda dinledim. Koleksiyonumdaki kitapların çoğu filme uyarlanmıştır.
Filmlerin VHS video kasetlerini alırım. Yeni, altı yıllık bir yenilik. Film piyasaya çıkmadan önce kaydediyorlar, karton kapaklı kitapların boyutunda bir kutuları var. Bazen hem kitap hem de kaseti rafımda bulunur: Ninety-two in the Shade, Play It As it Days, The Hustler, The Subterraneans, Panic in Needle Park, In Cold Blood gibi.
Her ikisine de baktığımda benzerlik görmüyorum, araştırma görmüyorum, hayal ürünü görmüyorum, onur ya da takdir görmüyorum. Sergileme ya da uzmanlık görmüyorum. Aslında, rafımda bunların hiçbirini görmüyorum. Yalnızca bakıyorum. Her gün oradalar. Beni değiştiriyorlar.
Koleksiyonum giderek göze hitap eder şekle geliyor
Fazla video kasetim yok, ama toplamaya başladım. Kitapları neden biriktiriyorsam, onları da aynı nedenden ötürü biriktiriyorum: Bunların yaşamının çevremde bulunmasını seviyorum. Yalnız kaldığımda bu yaşamlara girip çıkma olanağına sahip olmayı seviyorum.
Nabokov’un Lolita‘sıyla, Kubrick’in Lolita‘sını yan yana koydum. Kitap, Monarch Select yayınlarından. Kapakta hiç görüntü yok. Yalnızca grafik. El yazısıyla yazılmış kırmızı bir “Lolita”nın fonunda sarı ve beyaz iki bant var. Film, MGM/CBS video kasetinde. Kapakta Sue Lyon’un Lolita olarak pastel bir illüstrasyonu var.
Portakal rengi kalp şeklinde güneş gözlükleriyle. Ağzında bir lolipop. “Kara mizah”, “Trajik Saçmalık”, “Gülünç Umutsuzluk” ibareleri başının sol alt kısmına italik harflerle yazılmış. Arkada Quilty ve Humbert Humbert‘den küçük siyah beyaz kareler var. Kutu bana Nabokov’un kendi kitabının senaryosunu yazdığını anımsatıyor. Bilginin veriliş tarzı istatistikseldi. Paketlenişi bana beyzbol kartlarını anımsattı.
Rafta ikisinin de tersini çevirdim. Bu düzenlenişi biraz avam bulabilirsiniz. Koleksiyonum giderek göze hitap eder şekle geliyor.
‘Bir psikiyatriste gittim, şimdi o aynı şeyleri yapıyor’
En garip buluşlarımdan biri kendi eserimle ilgili. 1976’da The Comedy Dungeon adlı 14 sayfalık bir listenin 50 fotokopisini yaptırmıştım. Sanırım 40 tanesini, iki yıl sonra, Jenny Holzer ve Coleen Fitzgibbon’un Manifesto Gösterisinde bıraktım. Yeşil fotokopi kâğıtlarının her birinde, daktiloyla yazılmış bir cümle vardı. Liste I. Dünya Savaşı’yla ilgiliydi. Şöyle diyordu:
Derain, kuzeyde motosiklet bölüğündedir. Braque ikinci teğmendir. Fernand Léger levazım bölüğünde ve cephededir. Albert Gleizes isyandan bu yana cephededir. Dufy, Le Havre’dadır. Groult’un kolunda bir yara vardı. Duchamp-Villon hastalara bakardı. Tobeen geri hizmette çalışır. Glannattasion ve Kisling yabancı piyade alayındadırlar. Drera 10. Topçu sınıfında 100 kişilik bir bölüğün onbaşısıdır. Rovveyre silah arkadaşlarının anısına şiirler yazar. Picabia ressam olarak cephededir G. de Chirico, filozofça bir tavırla savaşın sona ermesini bekler.
Romanı andıran ya da benzeyen ama olamayan ilk denemelerimden biriydi. Yaşadığım yerin köşesinde 9. Cadde’deki Pageant Kitabevi’nin bir tezgâhında kopyasını buldum. Bu kitap bana 1 dolara mal oldu. Altı yılda bir gerçekleşen “buluş”lardan olduğunu düşünmek hoşuma gidiyor.
Kitabın sayfaları kıvrılmıştı, ilk sayfada da sahibinin adı yazılıydı. Tina L’Hotsky. Hey, Tina’yı tanıyordum. Onun Muchacos Espanolas Locas‘inin (Deli İspanyol Kızlar) hayranıydım. Bu klasik “sanatçı kitabı”nın üç baskısı vardı bende.
Seattle’a taşınmamışsa, gelecek sefere Los Angeles’da karşılaştığımızda, The Comedy Dungeon‘ın bu baskısını ona hediye edeceğim. Başına şöyle yazarak:
Bir psikiyatriste gittim. Bana her şeyi anlat dedi, anlattım. Şimdi o aynı şeyleri yapıyor.