Share This Article
İnsanın bu hayattan “bir şey olarak çıkma” arzusunun ağır bastığı dönemler çoğunlukla gençlik dönemlerine denk gelir. Hayatın reddiyle hayatın kabullenişi arasında bir yerde insan modern dünya düzenine göre şekillenme zorunluluğu hisseder ya da bu ona bir şekilde hissettirilir.
Ünvanlar, hitaplar, düzeyler, dereceler, kıstaslar bir mıknatısın toplu iğneleri toplaması gibi toplanmaya başlar insan bedeninin üzerinde. Belirli bir yaşa kadar bazı şeyleri gerçekleştirmesi beklenir insandan, koşulların eşitliğini hesaba katmadan. Doğrudan doğruya nitelikleri hesaba katan sorularla karşılaşır insan. Sondan başlama, ortada bırakma gibi bir şans söz konusu değildir. Motivasyonu, direnci, itkisi modern benlik sunumlarından kendi payına düşeni aramaktan ve almaya çalışmaktan gelir. Bundan dolayıdır ki rekabetin de kendini hissettirmeye başlamasıyla temas ettiği kim varsa bu benlik sunumu gösterisinde yerini alır.
Yazarlık da bu sunumlardan muaf değildir, her ne kadar kendisini “başka dünyalara açılan kapı” olarak tanımlasa, sunsa da gayet bu dünyadandır, bir benlik sunumudur ve rekabet duygusunu içinde barındırır. Kaç bin sattığı, kimlerin okuduğu, eleştirdiği, beğenip beğenmedikleri önemlidir. Kitabın varoluşu yazarın benlik sunumuna da içerir. Philip’i de (Jason Schwartzman) bir yazar olarak Listen Up Philip filminde yazdıklarından bağımsız bir sunum olarak izleriz.
Geçmişte kendisine başaramayacağını söyleyen, yapamayacağına inanan kim varsa “bakın yaptım” diyebilmek adına buluşur ve pervasızca kitabını, “yayımlanmış bir yazar olduğunun” gösterisini başlatır çünkü artık izleyicisi vardır Philip’in, önce inanması sonra inandırması gerekir performansına. Yazıdan daha ziyade yazarlılığıdır söz konusu olan. Doğrudan olmakla gevezeliğin getirdiği patavatsızlık ve kabalık sınırında Philip kaba olan taraftadır; kırmaktan, yoksun bırakmaktan ve duygusuz olmaktan korkmaz.

“Listen Up Philip”de sinema anlatımına dair yerleşik kuralları altüst eden Jason Schwartzman, genç bir yazarı canlandırırken, kendine özgü soğukkanlı mizah tarzını ustalıkla sergiliyor.
Yayınlanmanın ardından gelen “kimseye ihtiyacım yok ve bu şehir fazla bana” düşüncesinin getirdiği güçle, sermayesiz hayatında düşüncelerine odaklanabilmesi adına bir başka yazar Ike Zimmerman’ın (Jonathan Pryce) teklifiyle, kendisine destek olmuş sevgilisi Ashley’i hiç düşünmeden yalnız bırakmayı ve ikinci kitabı için inzivaya çekilmeyi göze alır.
Philip’in belki de kendine biçtiği kusursuz benliğinde bir basamak gördüğü Ashley onun bu fütursuz bencilliği karşısında geri döndürülemez bir değişime uğrar ve Philip’i aldığı kararın sonuçlarıyla baş başa bırakır. Sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket etmesi, kendisini konumlandıran yere onu getiren emeği ve dayanışmayı görmezden gelerek körleşmesi Philip’i hezimete uğratır. Başka yerlerde aranan başkalar, hep aynı yere çıkarır onu: hezeyana. Ne kabul edildiği akademi verebilir ona aradığını ne de başkaları. Her karşılaşma bir başka bedbahtlığı getirir ayaklarına. Acınası olmayan neredeyse hiçbir şey ve hiç kimse yoktur.
Başka yerde aranan başkaları vardır ancak farklı olan hiçbir şey yoktur. İnsanlar yalnızlıklarını, kendi acınası hikayelerini unutma yolu olarak başkalarının hayatlarına dahil olma hevesi duyarlar, başkalarının acı çekmeleri onlara kendi acılarını unutturduğu için belki de. Ike Zimmerman’ın hiç düşünmeden Philip’e sunduğu inziva teklifi de Philip’i ve yazarlığını düşünmenin aksine kendi eski yaratıcı günlerine geri dönebilme umudunu içerir, şimdiki zamanın işe yaramazlığına örtü çekebilmeyi. Ike’nin Philip’e ve kendisine duyduğu hayranlığa ihtiyacı vardır, yazıya ve verimliliğe dönebilmek adına. Bu da başka bir acınasılıktır. Bir başkalık arayışıdır. Ancak onun da kendi kızını görmezden gelmesi, onunla ilişkisini hiçe sayması Philip’le olan bağına öncelik tanıması bir başka zayıflığı çıkarır ortaya. İki yazarın da kaçışları, görmezden gelmeye çalıştığı zayıflıklarıdır bunlar. Bu zayıflıkları onlara hatırlatacak herkesi ve her yeri terk etme eğilimindedirler. Ancak filmin anlatısı bu arayışı boşa çıkarır. Hiçbir kaçış bir yere varabilmeyi sunmaz bu ikiliye. Her yeni yer, her yeni kişi başka bir kaçışa açılan kapıya dönüşür yalnızca.

Listen Up Philip bedbaht ve çekilmez erkek karakterlerin çemberin dışına ittiği ve tekrar çembere almaya çalıştığı kadın karakterlerle bir anlam krizi anlatır aslında. İnsanın “işte anlamlı olan bu” diye kapıldığı ve boşluğa düştüğü o yerde başladığı yere dönmek için savaş verdiği. Bulmak için uğraştığı değere zaten sahip olunduğu çok sonra idrak edilir; hayatı yaşama değerine, birliktelik değerine ve sevgiye. Kaçmaya çalıştığımız yere daha yakından bakarsak oraya ait oluşumuz çarpacaktır göze. Philip’in çok sonra anladığı bu değer onu çoktan yitirdiğini bildirir ve sadece yalnızlık getirir. Bu bir kendini gerçekleştirmedir ancak bir yerde de hezimettir.