Share This Article
1978’de Şah Rızâ Pehlevî’ye karşı gerçekleştirilen gösterileri sütre gerisinden tertipleyen Humeyni, ülkesine bir lider olarak dönmeye hazırlanırken en ön saflarda kadınlar yer alıyordu. Şah, 1979’da İran’dan kaçarken kadınlar alanları terk etmemişti; bu kez “yeni anayasa”, “devrim”, “cumhuriyet” ve “özgürlük” diyen Humeyni’yi karşılamak üzere oradaydılar.
Çok değil, bir sene sonra “yeni anayasa”yla İslam Cumhuriyeti hâline getirilen İran’da, “devrim”le rejim değiştirilince kimlerin özgür olacağı ortaya çıkmıştı. Başka bir deyişle kimlerin özgür olamayacağı: Baskıcı yönetiminden ve sarayında ağırladığı yandaşlarını reform adı altında zenginleştirmesinden bıkıp Şah Rıza’yı ülkeden kovan ve bir umut olarak Humeyni’yi buyur eden kadınlar…
1980’den itibaren devrimi desteklemediği ve rejime itaat etmediği sürece adı bile olmayan kadınlar, İran’daki erkek egemen politikada, kültürde ve sosyal yaşamda birer nesneye dönüştürülmüştü: Kısıtlanan, şiddete maruz kalan, öldürülen, idam edilen ve hemen her hakkı elinden alınan bir varlık hâline getirilmişlerdi. Bu, devrim öncesine de uzanan fakat baskın olmayan bir gelenekti. Dolayısıyla İran’da tarihî bir gerçekti.
Şah dönemindeki keyfi tutuklamalara karşı çıktığı için dört yıl hapisle cezalandırılan, 1981’de serbest kalan ve bu kez Humeyni’nin hışmına uğrayan, 1980’lerin ortalarında İran’ı terk eden Shahrnush Parsipur; Ayetullahların yasaklattığı ve “toplumun ahlak kurallarına saygı göstermesi için” uyarılmasına neden olan kitabı Erkeksiz Kadınlar’da ülkenin yakın tarihini anımsatıyor. Baskıdan bunalan, ailenin kutsallaştırılmasından ve erkeklerin girmeye zorladığı dar kalıplardan sıtkı sıyrılan beş kadın üzerinden, İran’da 1980 öncesinden ve sonrasından günümüze dek şekillenen yaşamı anlatan Parsipur, erkeklerin olmadığı bir dünya hayaliyle buluşturuyor okuru.
Beş kadının dayanışması
Parsipur’un hikâyesinde İran’daki psikolojik ve kültürel baskıyı bizzat hissederken dünyaya farklı açılardan bakan; içinde bir fahişenin, bir ev hanımının ve bir öğretmenin de bulunduğu beş kadınla karşılaşıyoruz.
İran’ın içinde ve Tahran’ın dışında, yeşilliklerle çevrelenmiş bir bağ evi ise beş kadının nefes aldığı, hayata ve topluma dair bir muhasebeye giriştiği, bir özgürlük ve dayanışma mekânı hâline geliyor.
Parsipur’un anlattığı hikâye 1950’lere kadar geri gidiyor: Kadınlar üzerinde baskı kurma aracına dönüştürülen İran’daki ataerkillik, bazen sessizliği bazen de öyle fazla dışavurulmayan, daha doğrusu muhatabına yöneltilemeyen öfkeyi beraberinde getiriyor.
Mehdot, Fâize, Munis, Ferruhlika ve Zerrinkülah ise bu hikâyede, söz konusu baskıdan, kuşatılmışlıktan ve yok sayılmadan mustarip kadınlar olarak öne çıkıyor. Ahlak tartışmaları, erkeklerin biçtiği kadınlık rollerinin yanı sıra bunlara uygun davranma ya da olup bitene isyan etme ikilemi, Parsipur’un hatırlattığı önemli meseleler.
Yazar, kadın dayanışmasıyla birlikte, kadın-erkek ilişkilerini ve ilişkisizliğini, satır aralarında İran’ın yakın tarihine göndermeler yaparak anlatıyor. Mesela sokakların karışık olduğu 1950’lerde ve 1970’lerin sonunda, hem genç hem de orta yaştaki kadınların erkeklere güvensizliği ve onlar tarafından örselenmişliğiyle karşılaşıyoruz. Aşka, evliliğe ve kadının toplumdaki konumuna ilişkin kimi zaman ayyuka çıkan şiddetle de…
Tüm bunlar karşısında Fâize, kendisiyle birlikte Kerec’teki bağ evinde buluşacak beş kadınla beraber, İran’daki hemcinsleri için bir dileğini paylaşıyor:
Bir erkeğe muhtaç olmadan bileğimizin gücüyle çalışıp yaşamak istiyoruz.
Bir distopyadan sıyrılma hikâyesi
Beş kadının ayakta kalma, erkek şiddetinden sıyrılma ve özgürleşme yolu, yine erkekler nedeniyle hayli zorlu bir mücadele gerektiriyor. Ülkenin gelenek ve görenekleri, erkeklerin kadınlara bakışı ve ataerkillik, bu yoldaki en büyük taşlar, hendekler ve tehlikeler.
Munis ise bu zorlu yoldayken içinde harlanan isyan ateşini dışavuruyor:
Günümüz kadınların tek başına yolculuğa çıkacakları bir dönem değildir, ya görünmez olmalıyız ya da bacağımızı kırıp evimizde oturmalıyız. İşin kötü tarafı benim artık evde oturmaya gönlüm yok. Bir yandan da kadın olduğum için sürekli evde oturmam icap ediyor. Yine de belki biraz yol alıp bir eve sığınsam tekrar yol alıp bir başka eve sığınsam bu iş olur. Belki böylece kaplumbağa gibi dünyayı dolaşırım.
Ferruhlika’nın Kerec’teki bağ evine birer ikişer ulaşan kadınlar, yeni bir yaşam için kolları sıvıyor. Parsipur, bu çabayı âdeta dünyanın kuruluşu gibi tasvir ediyor; erkeksiz ve şiddetten uzak bir dünyanın kuruluşu… Daha doğrusu yazar, erkeklere muhtaç olmadan da yaşayabilen kadınlardan meydana gelen özgür bir mekân şeklinde betimliyor bu evi: Kadınların yalnızca ev hanımı olmadığı, sosyalleştiği ve erkeklerin ardında değil yanında durduğu bir ortam; bahçedeki ağaçlar misali kadınların da dimdik, özgür ve yan yana olduğu bir evren…
Parsipur, bir distopya içinden kendini çekip çıkaran, şahane olmasa da pek çok şeyin yolunda gittiği bir yaşama adım atan beş kadının hikâyesini anlatıyor. Erkeksiz Kadınlar, yazarın İran’da hiçbir zaman tam anlamıyla özne olamayan kadınlar için bir özlem, hayal ve başkaldırı romanı. Aynı zamanda bir çağrı ve umut öyküsü. Dahası, kadınları eksiksiz, herhangi bir zaafı olmayan kişiler şeklinde resmetmiyor. Eksiğiyle gediğiyle ve kendilerini hor gören erkeklerle eşit, onlarsız da ayakta durabilen insanlar olarak karşımıza çıkarıyor. Bu yönüyle Erkeksiz Kadınlar, feminizmin de ağır bastığı bir roman.
Erkeksiz Kadınlar, Shahrnush Parsipur, Çeviren: Yıldız Uysal, Can Yayınları, 104 s.