Share This Article
İranlı ressam Maryam Salahi son sergisi “Kimlikler Lütfen”de, toplumsal cinsiyet, din ve aidiyet konularını kendine has üslubuyla ele alıyor. İran’daki bastırılmış kadınları ve dini taassubu resimlerine yansıtan Tebrizli sanatçı, baskı atmosferinin bir tür kimlik sorunu yarattığını öne sürüyor. Tebriz Azad Üniversitesi’nin ardından İstanbul’a gelen ve 7 kişisel sergi açan sanatçıyla, İran’ın sanat hayatını ve kişisel yaşanmışlıklarını konuştuk.
Tebriz heykel ödülü ve 1. Tahran Bianeli’nde finale aday gösterilmiş bir sanatçısınız bu süreçten sonra Türkiye’ye geldiniz. Türkiye’ye gelme kararını nasıl aldınız?
Ben Tebriz’de okudum. Orada sanat çevresi çok geniş değildir. Fakat iyi okullar vardır.İran’ın en iyi sanatçıları genellikle Tebriz okulundan mezundur. Fakat orada sanat çevresi olgunlaşmamış olduğu için işini devam ettirmek isteyen ya Tahran’a gider ya da yurt dışına çıkar. Ben ilk olarak Amerika’ya gitmeyi planlamıştım. İstanbul’da biraz kalıp gidecektim. Fakat İstanbul’a gelince burası beni tuttu. Ben İstanbul’u tutundum. İnsanları sevdim ve burada kalmaya karar verdim.
Türkiye’de kaç sergileri açtınız?
En son sergim Bodrum’daydı. Bu sergiyle birlikte Türkiye’deki 7 kişisel sergimi açmışoldum. İran’da da sergilerim oluyor. Tebriz’deki karma sergilere katılıyorum. Son yıllarda bir kişisel sergi yaptım orada.
Son serginizin hazırlık süreci nasıldı?
Benim resimlerim birbirine bağlıdır, her dönem birbir önceki dönemin devamı şeklinde ilerler. İlk çalışmalarım yeşil devrim hareketini konu alır. Sonrasında, savaş kadınları, on emir, saklılık ve son olarak da kimlik konusunu işledim. Bu serginin tamamında bu yıl yaptığım çalışmalarım var.
İran’ın yer altı sanatı var
İran’da sanat hayatına yönelik bir sansür var mı veya siz İran’da bulunduğunuz dönemde sansürle şahsen karşılaştınız mı?
Müslüman ülkelerin çoğunda maalesef sansür var. Hele ki, bu bir İslam Cumhuriyeti ise bundan kaçınılmıyor. Ben 24 yaşında İran’dan çıktım. O yaşıma kadar da sanat hayatının içinde değildim. Tabii ki, öğrencilik hayatımızda sergilerimiz oluyordu fakat bunlar büyük sergiler değildi. O nedenle sansüre direk olarak maruz kalmadım. Ama İran’da her okulda bir ‘Devrim Muhafızı’ vardır. Sergilerden önce çalışmalarınız bu görevlilerin kontrolünden geçmek zorundadır. Politik olmasın, çıplak bir kadın bedeni olmasın diye kontrol ederler.
Bakın İran’da da sansür var fakat muazzam bir yer altı sanatı da var. Mesela yeraltı filmleri, müziği, sergileri vardır. İran’da sizin tahmin etmediğiniz kadar ‘nü’ tablo sergileri, fotoğrafları ve rejimin yasaklamaya çalıştığı daha bir çok şey vardır. Yeraltı sergilerinde çok iyi fiyatlara önemli işler alıcı bulur. Yani bir şey yasaklanınca onun yok olduğu anlamına gelmiyor. Baskı çok korkunç bir şey ama baskı altında çok değişik yöntemler ve yaratıcılıklar ortaya çıkmaya başlıyor. İran’da devrimden sonra çoğu ünlü sanatçılarımız ülkeyi terk edip ABD’ye gitti. Benim neslim büyüdü ve birden çok önemli sanatçılar çıkmaya başladı. Örneğin bunlardan birisi şarkıcı Mohsen Namjoo’dur.
Son dönem İranlı ressamlar Rohni Haerizadeh, Reza Derakshani ve Monir Shahroudy Fermanfermain gibi isimler İran resminin önemli temsilcileri. Sizin İran ve dünya resminde takip ettiğiniz veya örnek aldığınız isimler var mı?
Bu isimler İran resmin en tanınmış ve en iyi isimleri. İslam devriminden sonra daha çok isim dünya resmine açıldı. Örneğin İngiltere’de ve Avrupa’nın pek çok yerinde sergiler verir hale gelmişlerdi. Ben sanatçıları uluslararası çerçevede değerlendiriyorum. Mesela günümüz ressamlarından Manolo Valdes’i çok beğeniyorum. Onun gibi olmak isterim. Benim resmim teknik olarak ‘İrani’ bir resim olmadığından o etkileşimi görmeniz zor elbette. İran resimleri genelde daha çizgisel ve monokrom renklerle yapılır. Ben ise daha dışa vurumcu ve canlı renkler kullanırım.
Açıkçası ülkemin en çok müziğinden ve sinemasından besleniyorum. Çalışırken İran müziği dinlerim. O müziğin şiirsel tınılarının beni yaralayan ve iyileştiren bir yanı var. Elbetteİran’da okuduğum için çok şanslıyım çok iyi hocalarım oldu, hepsinin bana çok büyük katkıları oldu.
Resimlerinizde toplumsal cinsiyet ve din olgularının ön plana çıktığını görüyoruz. Yaratım sürecinde nelerden etkilenirsiniz?
Resim her şeyden etkilenir. Mesela günlük konuşmalar bana daha çok ilham kaynağı oluyor. Çevremdeki insanlarla yaptığım konuşmalardan çok besleniyorum. İnsanların problemleri nelerdir, neyi düşünüyorlar, hayata dair neleri planlıyorlar gibi konular beni besliyor açıkçası.
Kadının sıkışmışlığını ve baskılanmasını resmettiğim bir çalışmam var. Orada kadınların gözleri ve ağızları kapalıdır. O tablo benim bilinçaltımın ortay çıkarttığı bir çalışmadır. Ben dünyaya geldiğimde İran’da İslam devrimi olmuştu. Gözümü açtığımda farklı bir ülke vardı artık. Şah döneminden yaşananlara tanıklık etmediğim için iki dönemi kıyaslamam oldukça zordu. Fakat gözümün önünde devamlı Şah dönemine dair sanki başka bir dünyadan bahsediliyordu ve dünyanın-ülkenin bozulmuş, yozlaşmış olduğu anlatılıyordu.
Annelerin gözyaşına tanık oldum
Bir röportajınızda, “yeşil hareket devrimi”nden etkilendiğinizi söylemişsiniz. O süreç sizi nasıl etkilemişti?
O süreçten oldukça etkilendim. Hatta ben “yeşil devrim” öncesi resimlerimi kendi resimlerimden saymıyorum. Ama yeşil dalgadan sonra, daha önce farkında olmadığım şeyleri sorgulamaya başladım. Çünkü İslam devrimi zamanında yeni doğmuştum, İran-Irak savaşı sırasında çocuktum. İlk defa insanların hak ve adalet için sokaklara çıktığını gördüm ve bu tablo beni derinden etkiledi. O sıralarda savaştan mağdur olmuş annelerin kurduğu ‘Savaş Kadınları’ çıktı. Ardından savaş üzerine filmler izlemeye başladım ve bu filmlerde ortak bir noktanın olduğunu gördüm. Kadınlar, erkeklerin savaşında, ağıt yakarken ve ağlarken gösteriliyordu. Ben çocukken bu tabloya yakından tanıklık etmiştim. Komşumuzun savaşta ölen oğlu için nasıl bir acı yaşadığını görmüştüm. Küçükken kadınların gözlerindeki o acıya tanık oldum. Yeşil devrimin ardından da, yaşanan bu acıları resmetmek istedim.
İran’da kadın ressam olmak nasıl bir duyguydu?
Kadın olmak başlı başına çok güzel bir şey. Çünkü her şeyi içinizde barındıra biliyorsunuz. Ressam olmak da bir kadın için çok büyük bir şans. Bir kadın yaşadığı üzüntüyü, sevinci, mutluluğu daha yoğun ve içten yaşıyor bence. Bu nedenle duygusal olarak yaşadığım her şey bana ilham kaynağı oluyor. Akademik kurallardan ziyade, kadın olmanın avantajlarını yaşıyorum.
İran’da kadın sanatçı olmaya gelince, mesela Persepolis çok popüler olduğu için ondan örnek vermek istiyorum, bizim hiçbir zaman o kadar baskıcı bir eğitimimiz olmadı. Hatta biz çıplak figürü kendi atölyelerimizde, evlerimizde birbirimize soyunup çizerdik. Okula götürüp hocamıza gösterirdik. Çıplak heykeller vardı. Yani okulda özgürlüğümüzü kısıtlayıcı hiçbir uygulama yoktu. O dönemi anlamak için Bahman Ghobadi’nin No one knows about Persian Cats filmine bakmanızı öneririm. Gerçek yeraltı İran’ını resmeder.
İran halkı gerçekleri gösterdi
İran’ın önemli şehirlerinde büyük protesto gösterileri yaşandı. Bir İran’lı olarak bu sürecin yeni bir değişim dalgasına dönüşeceğini düşünüyor musunuz?
Bu eylemlerin en büyük çıktısı, İran halkı dünyaya “biz böyle değiliz”i göstermiş olması. Bence İran halkı orada hedefine ulaşabildi. İnsanlar petrol topraklarının üzerinde oturuyor. Ama bir taraftan da açlık ve sefalet çekiyor. Her şeyden önemlisi ise insanlar mutsuz. Özgürlükleri yok. Eğlenmek için yurt dışına gitmek ya da arkadaşlarının evinde yeraltında bunu yapmak zorunda. İran’ın değişmesi gerçekten çok zor.
Bu yazı 04.02.2018 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi PA7AR ekinde yayımlanmıştır.