Share This Article
Şuuji Tsuşima, nam-ı diğer Osamu Dazai, “Japonya’nın çeperi” ya da “Tanrı’nın ve imparatorluğun unuttuğu yer” diye nitelenen Tsuguru Yarımadası’nda on iki çocuklu bir ailenin evladı olarak 19 Haziran 1909’da dünyaya geldi.
Kalabalık ailenin mutsuz ve sarkastik çocuğu Dazai, küçüklüğünden itibaren ruhsal gelgitlerle, melankoliyle ve huzursuzlukla mücadele etmişti. Daha doğrusu, yaşamını bu üç öğe üzerine kurmuştu. Sık sık okuldan kaçan ve arkadaşlarına evlatlıktan reddedildiğini söylerken hayran olduğu Ryunosuke Akutagava’nın 1927’deki intiharıyla büyük bir sarsıntı geçirmiş ve zihninin geri planındaki ölüm düşüncesi su yüzüne çıkmıştı. Dört intihar girişiminden ilkini 1929’da gerçekleştiren ve son anda kurtarılmasının ardından kendisini uyuşturucuya ve alkole veren Dazai’nin fiziksel ve ruhsal hastalıkları da şiddetlenmişti.
Tokyo Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne ve Japonya Komünist Partisi’ne kayıt yaptırdığı ilk andan itibaren yazar olmayı kafasına koyan yorgun, mutsuz ve dirençsiz Dazai metinlerinde insanları, varoluşu, yaşamı sorgulamaya ve adını edebiyat çevrelerinde duyurmaya başlamıştı. Yayımlanan öykülerinde ve romanlarında, sahtelik ve samimiyet, birey ve toplum, gelenek ve yenilik ikilemlerinin yanı sıra ülkesinin hâlipürmelalini de işlemişti.
Aşamadığı eşikleri, yarattığı karakterlerin sırtına yükleyen Dazai, “ben-romanın” Japonya’daki en önemli temsilcilerinden biri hâline gelmişti. Öykülerinde ve romanlarındaki karakterler aracılığıyla hayatının önemli deneyimlerini okura aktarırken 1900’lerin başından İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Japonya’da hüküm süren sert havanın, şiddet sarmalının ve savaştan yenilginin doğurduğu bocalamanın bireylere yansımasını anlatmıştı.
Japonya’daki varoluş krizlerini, ekonomik buhranları, kültürel çalkantıları ve yabancılaşma sorunlarını kendi yaşamından parçalarla birlikte işleyen Dazai, romantizmin acısından ve geriliminden mustarip olan, arayış hâlindeki bir yazardı. Yaşamdaki yenilgilerini, yazarak bir zafere dönüştürmeye uğraşırken okuru ahlak, vicdan, sorumluluk, iyilik ve kötülük tartışmalarına atmıştı.
“Aklından geçenlere hâkim olamadan” yazan ve yaşayan Dazai, 13 Haziran 1948’de “doğduğum için beni affedin” notunu bırakarak intihar etti. İlk intihar girişiminden evvel hazırladığı, ölümünden sonra yayımlanmasını tasarladığı Son Yıllar ise Dazai’nin yazarlık hayatının başlangıç kitabı olarak kayıtlara geçti.
Bunalımdan türeyen ironi ve mizah
İlkgençliğinden bu yana ölmeyi düşünen Dazai’nin zihnindeki bungunluk, âdeta bir intihar notu şeklinde kaleme aldığı Son Yıllar’da da kendisini fazlasıyla hissettiriyor. Diğer bir ifadeyle yazar, ölümün gölgesinde hayatla kavga ederek yaşayışını öykülerine yansıtıyor.
Sürüklenişini, Son Yıllar’daki öykülerinin olay örgüsüne ve karakterlere nakşeden yazar, yaşamı sekteye uğrayan ya da memnuniyetsiz kişilerle buluşturuyor bizi. En ufak saçmalıklara ve ayağına takılan küçücük taşlara bile içerleyen karakterler, yaşamın etrafından dolanarak ya da kestirmeden giderek kendilerince hileler icat etmeyi deniyor. Bunlar içinde kaostan beslenenler ve melankoliyle yaşamaktan keyif alanlar da hiç az değil.
Toplumun ilerlemesi için yok olması gerektiğini düşünenler ise çözmek yerine, sorunlarında debelenmeyi tercih ediyor. Dolayısıyla Dazai, bunalımdan bir ironi ve pek güldürmeyen bir mizah türetiyor Son Yıllar’da. “Burjuvaların parazitlerini” eleştirirken sistemle kavgaya tutuşan ve bunu varoluş sorunlarına ekleyen gölge bir karakter olarak metne dâhil ediyor kendisini. “Ben bir haydutum, sizi gururunuzdan edeceğim,” diyen karakter de yazarın kavgasının ete kemiğe bürünmüş hâli âdeta.
Otobiyografik Hatıralar öyküsü ise Dazai’nin tasarılarını yansıtması bakımından kitabın ağırlık noktası. Başka bir deyişle kendini bildiği günden öyküyü kaleme aldığı âna kadarki yaşamının bir özeti. Aynı zamanda kalabalık ailesine dair gözlemlerinin bir ürünü. Fazlalıklarının ve eksikliklerinin, kıskançlıklarının ve mutlu bazı anlarının bir dökümü. Aile içindeki mutsuzluğunu, kibrini, okulu sevmeyişini ve insanlarla doğru düzgün iletişim kuramayışını anlatırken “Acaba takdir edilen biri olabilecek miyim?” diye sorup kendisine yükleniyor anlatıcı (yani yazar):
Şayet biraz cesur olabilsem tıpkı bu soylu delikanlıya benzerdim, diye düşünüyordum. Bunları düşünmek bile beni umutsuzluğa sürüklüyordu. Çekingen ve taşralı, tamamen sıkıcı bir hayat sürmüştüm.
‘Neden yazıyorum acaba?’
Dazai, Son Yıllar’da insanın yaşayıp yaşayacağı hemen her duyguya yer veriyor; yalnızlık ve çaresizlik ise bunların başında geliyor. Öykülerde, savruluşlarına rağmen ayakta kalmanın yollarını arayan fakat çoğunlukla hüsrana uğrayıp sessizleşen kişilerle karşılaşıyoruz. Açık denizlerde yol alan mürettebat gibi kendi içinde uzun yolculuklara çıkanlar da eksik kalmıyor. Tıpkı Dazai gibi onlar da kendileriyle hesaplaşma hâlinde. Bu muhasebeye başlangıçlar ve kaybedişler de dâhil, bir dağın zirvesine çıkar gibi gerçekleştirilen keşifler de… Hayata esaret diyenlerin çırpınışları ve uyanışları da… İçinde kopan fırtınalar yüzünden cesaretini kaybetmenin eşiğine gelenler de cabası. Bir de kendini kıyasıya eleştirenler var:
İnsanın kendisiyle alay etmesi çok sefilce bir şey. Bu, muhtemelen örselenen gururumdan kaynaklanıyor. Aslında insanların hakkımda bunları söylemesini hiç istemediğimden, herkesten önce çuvaldızı kendime batırıyorum. İşte bu korkaklığın ta kendisi. Daha dürüst olmalıyım. Daha alçakgönüllü…
Dazai, Son Yıllar’da bir araya getirdiği öykülerde karakterlerin ağzından kendisine “Ben neden yazıyorum acaba?” diye soruyor. Saygınlık ve para kazanmak, aklına gelen ilk yanıtlar. Ardından, öfke ve intikam geliyor. Kendine yalan söyleme kolaycılığına kapılan anlatıcı, kısa sürede gerçeklere ulaştığında sütre gerisinden yazarın sesi işitiliyor.
Dazai, yarattığı bazı karakterler üzerinden yazarlığını ve amaçlarını sorgularken 1900’lerin ilk yarısında Japonya’daki kültür-sanat ortamına değiniyor satır aralarında. Romanların nasıl kaleme alınıp değer biçildiğini, tepkileri ve bazen de bir çabanın beyhudeliğini anlatırken gelenek-yenilik, Batı-Doğu geriliminin edebiyata yansımasını öyküleştiriyor.
Dazai’nin bu gayreti, aynı zamanda kavga ettiği şeyleri gözler önüne sermesi demek. Başka bir deyişle yazar, üstüne gelen ve üstüne gittiği her şeyi hikâyeler aracılığıyla ortaya koyuyor. Diğer taraftan, yaşadığı ve yaşamayı arzuladığı hayattan bahsederken bir tarafa gerçekleri, öbür tarafa kurguyu koyuyor: Temel ahlak kurallarına bağlı kalarak yaşayan karakterler bir yanda, kendisini uçurumun kenarına getiren Dazai diğer yanda. Batı’ya açılan Japonya bir tarafta, geleneklerine sıkı sıkı bağlı kalmak isteyenlerin direnci öbür tarafta. Duyguları ve aklı arasında kalanlar, etraftaki zenginliğe bakıp yoksulluğuna içerleyenler de bir kenarda. Tıpkı Dazai gibi. “Hiçbir şey yazma, hiçbir şey okuma, hiçbir şey düşünme, sadece yaşa, geç!” diyen karakterin isyanı da aslında yazarın yapmak isteyip başaramadıklarından yalnızca biri.
Son Yıllar, kendisini dünyadan silmeyi kafaya koymuş genç Dazai’nin benliğiyle ve yaşamla itiştiği (ve bir şekilde hayatta kalırsa ileride bunun süreceğini) okura hissettirdiği öykülerden oluşuyor. Bu anlamda kitap, yaşamından parçalar bulunan, sakındığı, kaçtığı, becerebildiği ve bir türlü tutturamadığı ya da dâhil olamadığı düzene dair edebî başkaldırılarına satır aralarında yer verdiği metinler toplamı diye nitelenebilir rahatlıkla.
Son Yıllar, Osamu Dazai, Çeviren: Zeynep Ebru Okyar, Ebru Sarıkaya, Edanur Adalıoğlu Şen, Peren Ercan, Esmanur Yiğit, Esranur Yiğit ve Gökçenur Güner, İthaki Yayınları, 276 s.