Share This Article
İnsan çok uzun zamandır etrafını saran pisliğin ve çöpün farkında. Kurallar bütününe indirgediği ve olumsuzu paranteze aldığı yaşamından bunları uzak tutmayı, daha doğrusu görmemeyi ve duymamayı bir alışkanlığa dönüştürmüş durumda.
Edepli hâle getirdiği dili gibi yaşamını da “düzen” ve “güzellik” üzerine inşa eden, daha doğrusu ettiğini sanan birey, her defasında kendini kanalizasyonda buluyor. Dominique Laporte, “dışkının evcilleştirilme” sürecini anlattığı Bokun Tarihi’nde, kibarlaştırılan yaşamda atıktan kazanç sağlandığını yani fırsatların, vergilerin ve rantın devreye girdiğini hatırlatmıştı. Başka bir deyişle gözden uzak tutulandan para kazanma dönemine atıf yaparken “güzel olan pis kokmaz” görüşünün ağır bastığına dikkat çekmişti.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Kazanç getirmemesi hâlinde reddedilen bokun, temizlik ritüelleriyle medenî dünyadan uzaklaştırıldığını anımsatan Laporte’la benzer bir yolda yürüyen John Scanlan, Çöp Üzerine’de değerli olanın değersizleştirilenden ayrıştırılma sürecini incelemişti. Scanlan, hem gerçek manada çözümlediği hem de bir metafor olarak kullandığı çalışmasında çöpün; kusur ve güzellik, düzen ve düzensizlik, iyi ve kötü gibi ayrımlar yaratırken nasıl önemli hâle geldiğini vurgulamıştı.
Çöpün görülmemesini ve yaşamdan uzaklaştırılmasını Laporte’la benzer biçimde yorumlayan Scanlan, bu eylemlerin arzulananı istenmeyenden, kültürlü olanı âdiden ayrıştırmaya denk geldiğini belirtiyor.
Donald Kuspit ise boku ve çöpü, tekinsizliği nedeniyle yaşam alanlarından uzak tutan, gizleyen ve gözden ırakta dönüştüren, bunların kusurlarını kazanca çeviren modern insana onların varlığını sanat yoluyla hatırlatanların bir dökümünü yapıyor Sanat Tarihinde Bokun Zaferi’nde.
Boku sanatsal altına çevirme fikri
Kuspit, bokun ve çöpün yerinin “halk olmadığını” savunan geniş bir kitleye seslenirken sanatçıların onları bulup “dönüştürerek” bir anti-estetik yaratışını anımsatıyor. Avangart sanatçıların, zamanımıza hâkim olan “sahtekârlığa” gönderme yapıp çöpü ve boku kullanarak büyük bir kesimi rahatsız ettiğini söylerken bir mim koyuyor:
İleri sanatın ‘eleştirel müdahale’ olarak kuramlaştırılması, onun ‘ileri’ kapitalizmdeki ‘ileri’ düşüncenin gelenekleriyle uyumunu kabul etmektir. Onlar ileri sanatın geleneklerinin sıradanlığı kadar ticaretinin de bir parçası hâline geldi. İleri teorinin ve sanatın ikiyüzlülüğü, ileri kapitalizmin ikiyüzlülüğüyle bir bağlantı kurdu. Dahası, ileri sanat ve teori, Freud’un eşitliğinde -geleneksel manada şeytanın boku denilen- para ve bok gibi senkronize oldu. İleri sanat eseri lüks bir eşya oldu, toplumumuzda giderek artan bir saygınlığa sahip sanatçının ileri kapitalizme pahalı bir hediyesi (…) hâline geldi.
Andy Warhol‘un atıklarla sanat yapmasını, daha doğrusu kapitalizmin ruhuna uygun biçimde “atıkları kullanarak sanat eseri üretimini” hatırlatan Kuspit, “sürrealizmin boka düşkünlüğünün Mel Brook’un Blazing Saddles filmiyle bir rezalete dönüştüğü” yorumuyla çıkıyor karşımıza. Diğer bir ifadeyle gerçeküstücülüğün popülizm sularında yüzmeye başladığını söylüyor.
Çöpü ve boku sanat eseri diye satma ve pazarlamanın bıçak sırtı bir durum olduğunu vurguluyor satır aralarında Kuspit. Dahası, bu edimlerin narsistik bir nihilizme kapı araladığını söylüyor.
Hayattaki boku sanatsal altına çevirme fikrinin izini süren Kuspit, Breton’a ve Duchamp’a ulaşırken derin anlam öbekleriyle ilgili bir yorum yapıyor:
Modern simyacı için sanat, hayatın tortusunu süsler ki teorik olarak klas hâle gelebilsin; onlar artık çıplak gerçekler değil, varoluşsal doğrulardır. Serranı bize var oluşun boktanlığıyla yüzleşmek istemediğimizi söyler, ki bu da bir savunma şeklinde bokun üzerine sifon çekmemizin nedenidir.
‘Devrimci’ denenler aslında pek öyle değil
Çöpün ve bokun birer lükse dönüştürülüp sanatsal hâle getirilme sürecine kafa yoran Kuspit, söz konusu girişimlerin onlarla yeniden temas kurmanın yolunu açtığını belirttikten sonra bir hatırlatma yapıyor:
Bokun ve çöpün sanattaki kullanımı yıkıcı, saldırgan, kışkırtıcı, şoke edici, devrimciydi. İleri sanatın olduğunu düşündüğü bütün bu aşağılayıcı, kaba şeylerin, bokun ve çöpün, avangardın ‘işte gözünüze çamur’ tavrının vücut bulmuşluğu… Ne kadar hâlâ öyle olduğuna inansa da artık rahatsız edici at sineği olmayan, yalnızca sosyal bataklıkta başka bir böcek olduğuna işaret eden sözde avangart, uzun zamandır sosyal şekilde asimile edildi, saygı duyulur hâle geldi ve artık eskisi gibi değil.
Yazar, modern sanatın bir çöle dönüştürülmesini çöpün ve bokun, sunumuna ve pazarlanmasına bağlarken bunun, yakın geçmişteki avangartlığa ve hatta devrimciliğe gölge düşürdüğünü ima ediyor.
Kuspit, herhangi bir tarafta yer almıyor veya bir tarafı kutsamıyor, durumu gösterip yorumluyor. Öte yandan, kapitalizmin sanat üzerindeki gölgesini ve egemenliğini vurguluyor. “Devrimci” diye nitelenenlerin aslında hiç de öyle olmadığını anımsatırken sumen altı edilen, yaşamdan kovulan ve gözden uzak tutulan çöpün ve bokun sanat yoluyla bir şekilde hayata dâhil edilişini hatırlatıyor. Kısacası dehşet ile evcillik arasında sıkıştırılan insanın ve sanatın hâlini, gösteri dünyasını merkeze alarak tartışıyor.
Sanat Tarihinde Bokun Zaferi, Donald Kuspit, Çeviren: Deniz Kurt, SUB Yayın, 40 s.