Share This Article
Eva Meijer romanlarında, deneme ve incelemelerinde yaşamın kırılganlığını, insanın hoyratlığını, konuşkanlığını ve sessizliğini anlatıyor. Bazen bir kuşun ve kuşları koruyanların naifliğiyle bakıyor dünyada olup bitene bazen yaşadıklarımızı nasıl ifade ettiğimize ve edemediğimize yoğunlaşıyor.
Meijer, yıllar boyu mücadele ettiği depresyonu ve bu süreçte zihninin kendisine oynadığı oyunları da kattığı metinlerinde, hem insanları hem de hayvanları ve dil bağlamında incelerken bir kültür araştırmasına imza atıyor.
Meijer, yaşamından izler taşıyan anlatılarında kişinin kendini iyi hissetmeme durumunu çözümlerken işin içine psikanalizi, felsefeyi ve sanatı da katıyor. Dahası, “insanın kendini arama ve bulma çabasının” kişinin benliğini kaybetmesinden kaynaklandığını söylerken günümüzün vaizlerine eleştiriler yöneltip hayatın, uğraşmak ve yaşamak zorunda olduğumuz iyi ve kötü taraflarını hatırlatıyor.
Meijer’in kafa yorduğu bir başka konu ise kişinin ve toplumların suskunluğu, suskunlaştırılması. Sessizliğin Politikası’nda sesi yüksek çıkanın güçlü sayıldığı ve güçlünün sesinin kuvvetli çıktığı zamanımızda, baskıdan mustarip olanlara yoğunlaşıyor yazar.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
‘Susturulan kişi, hikâyesini anlatamaz’
Sessizleştirmenin politik tarafını, daha doğrusu bunun başlı başına politik bir eylem olduğunu anımsatan Meijer, söz hakkı veren ile verilen arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Başka bir deyişle bunun katı bir güç ilişkisi olduğunu vurguluyor. Hâl böyleyken konuşma hakkını belli sınırlar dâhilinde verenler, kişilerin hem hayata hem de süreçlere katılımının da hududunu çizmeye yelteniyor. Bu durumda sessizleştirme son derece siyasi bir şekle evriliyor:
Sessizlik ile siyasetin birbiriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu incelemek, yalnızca herkesin hayatını etkileyen konularda söz sahibi olmasını sağlamak açısından yani demokratik açıdan değil, epistemolojik açıdan da önemli. Siyasi dil ile sessizliğin sınırlarının nasıl çizildiği, yalnızca kimin söz sahibi olabileceğini değil, aynı zamanda hangi konuların tartışılacağını ve dolayısıyla bilginin nasıl oluştuğunu da belirler. Filozof Linda Martin Alcoff, gerçeği ve anlamı oluşturmada kimin kiminle konuştuğunun, söylenenler kadar önemli olduğunu ifade eder. Bazı insan gruplarının dışlanması perspektif eksikliğini ortaya çıkarır. Ayrıca ortada kimin konuşan bir varlık olarak görüldüğü de kısmen politik bir sorundur. Bu durum, gerekli olmayan sosyal ilişkilerden kaynaklanır ve dil denen şey için de geçerlidir.
Meijer, sessizliğin yalnızca kelime ve konuşma yokluğuyla açıklanamayacağını, konuşkan ve çok şey ifade eden sessizliklerin de bulunduğunu belirtiyor. Diğer bir ifadeyle sessizlik, dışlanmadan kaynaklanabileceği gibi bir çeşit direniş de olabiliyor. Kimi anlarda günümüzde hayli eksik olan dinlenmeye karşılık gelebildiği gibi kişinin elindeki bir güce de dönüşebiliyor.
Sessizleştirme örneği olarak dillerin ve kültürlerin yok edilmesini yani asimilasyonu anımsatıyor Meijer; sömürgeciliğin ve kapitalizmin, dünyayı ve kültürleri yeniden şekillendirme düsturunun, bahsi geçen asimilasyonda büyük bir payı olduğunu söylüyor. Konuşanların hem kendini hem de etrafındakileri anlamasını imkânsızlaştıran bu durum, yazara göre onların dünyayla kurduğu ilişkiyi sekteye uğratıyor. Dolayısıyla benzerliklerin çoğaltıldığı yeryüzünde “kendini farklı ifade edenlerin daha az ciddiye alındığı” bir düzen kuruluyor. Sonraki aşama ise susturma:
Susturma, sessizleştirmenin daha fazlasıdır; birisini sadece konuşma imkânından mahrum bırakmakla kalmaz, aynı zamanda kişinin ifadelerinin geçerliliğini de tartışılır hâle getirir. Susturulan kişi, hikâyesini anlatamaz çünkü o hikâye ve onu anlatacak kişi zaten diskalifiye edilmiştir.
Sessizleştirmenin ve susturmanın yarattığı eşitsizliğin çoğunlukla görünmez hâle geldiğini; bunun hem kişileri mahrumiyete itenlerin hem de mağdurların konumuna alışmasından kaynaklandığını belirten yazar, Black Lives Matter, MeToo hareketleri ve iklim grevleri gibi çeşitli çatlak seslerin mevcut durumda gedikler açtığını unutmamamız gerektiğini vurguluyor. Bunların haricinde, bir de havyanların sessizliği, bastırılan sesi ve sessizleştirilmesi var Meijer’e göre:
İnsan olmayan hayvanlar demokratik topluma ait değildir, siyasi karar alma süreçlerinde onların çıkarlarına pek dikkat edilmez. Demokrasinin kurallarını belirlemeyi geçtim, Tuly’nin ifadesiyle demokrasi oyununa bile katılamazlar. Ancak başka bir şey daha var, o da dillerinin tanınmaması… Çünkü dil sadece insan dili olarak tanımlanıyor, kabul ediliyor.
‘Sessizlikte dilden farklı bir bilgelik yatar’
Meijer, sesi duyulmayanlardan, susturulanlardan ve sessizleştirilenlerden bahsederken söz uğultusunu ve gürültüyü de es geçmiyor. Bir başka ifadeyle yoğun sesin gevezeliğini ve anlamsızlığını…
Eva Meijer
Susmanın, bazı anlarda iyi konuşmaktan daha değerli bulunduğu bazen de doğrunun kabulü anlamına geldiğini söylüyor yazar. Sessizliğin kimi durumlarda bir direniş hâline geldiğini, bir siyasi eyleme ve tavra, bir reddedişe dönüştüğünü de hatırlatıyor:
Reddedişteki sessizlik sadece sessizliği değil, aynı zamanda belirli uygulamalara katılmaktan, onların içinde hareket etmekten kaçınmayı da içerir. Bu bir zayıflık değil, tam tersine kapsamlı bir siyasi eylemdir.
Meijer, sessizliğin değişimle, umutla ve vaatle ilgili tarafını atlamıyor; sessizliğin, bilinmezlik taşıdığını ve keşiflere kapı araladığını söylüyor:
Sessizlik ve konuşma tamamen iç içe geçmiştir. Sessizlik konuşmayı üretebilir, destekleyebilir ancak aynı zamanda bir şeyler söylenemediğinde de konuşmayı devralabilir. Başkasını dinlemek yeni şeyler doğurabilir, susmak başka seslerin işitilmesini sağlar, sessizlikte dilden farklı bir bilgelik yatar.
Tahakküm sonucu, baskıya direniş için, dinleme ve bilinmeyeni anlama amacıyla sessizleşmenin çözümlemesini de yapıyor Meijer. Sessizliğin bazen bir zorunlulukla ortaya çıktığını bazen bunu aşmak için tercih edildiğini bazen de değişimi kavramayı kolaylaştırdığını, kimi durumlarda politik bir başkaldırı hâline geldiğini ve zaman zaman da bir susma hakkına veya isteğine evrildiğini hatırlatıyor. Dolayısıyla sessizlik üzerine düşünüp kalem oynatırken daha çok ve daha iyi sessiz kalma gerekliliğinin yanı sıra daha fazla konuşulması gereken durumların çerçevesini çiziyor:
Daha çok ve daha iyi sessiz kalmalıyız. Ancak bu aynı zamanda daha fazla konuşmamız gerektiği anlamına da geliyor; mesela şiddeti gizleyen ya da ima eden sessizlikler hakkında, dinlemek hakkında, sadece mesaj alışverişinden çok daha fazlası olabilen dil hakkında. Çünkü birbirimizle daha iyi konuşmak her şeyi değiştirebilir.
Sessizliğin Politikası, Eva Meijer, Çeviren: Gül Özlen, Kaplumbaa Yayınları, 92 s.