Share This Article
Dünyayı, yaşadığımız zamanı ve hatta zamanın ruhunu anlayıp anlatmak için insan evreninin dışında fakat insanca bir ses kullanmak Aristophanes’ten ve Aisōpos’tan (Ezop) beri önemli bir uğraş olageldi. Bunun en bilindik temsilcilerinden biri de Hayvan Çiftliği’nin yazarı George Orwell’di. İroninin, mizahın ve alegorinin ete kemiğe bürünmüş hâli hayvan karakterleriyle eleştiriler getiren ve hikâyelerini bu şekilde anlatmayı seçen üç ismin açtığı yoldan pek çok yazar geçti. Onlardan biri de ABD’li ressam ve yazar Joni Murphy.
Kaleme aldığı Konuşan Hayvanlar’da Murphy, zamanın ruhunu betimlerken kapitalist sistem eleştirisine girişip günümüzün sınıf çatışmalarına ve iklim değişikliği sorununa hayvanların gözünden; daha doğrusu onların var olduğu ve yönettiği bir dünyadan bakarak eğiliyor. İnsan dünyasındaki kirlenmenin bir eleştirisiyle yazar, altüst olmuş yeryüzünü ve zihinleri anlatmaya çabalıyor.
‘Nihayetsiz okumalar gerektiren yorucu bir metin’
Murphy, kalabalıklığı ve çokkültürlülüğüyle meşhur, “dünyanın başkenti” diye nitelenen New York’u olayların merkezi hâline getiriyor. Wall Street’i ayıların yönettiği, belediye başkanlığı koltuğunda zengin bir yarış atının oturduğu, deniz canlılarının deyim yerindeyse karaya ayak basmasına izin verilmediği bu kentte varlık ve yoksulluk, tek başınalık ve hengame, birliktelikler ve dışlanmışlık hemen her köşede beliriyor.
Hikâyenin öne çıkan iki karakteri ise New York Belediyesi’nin kayıt bölümünde çalışan; kaygı bozukluğuyla ve melankoliyle mücadele eden alpaka Alfonzo ile onu girdiği karanlık tünellerden çıkaran dostu lama Mitchell.
Alfonzo ve Mitchell, kenti bir azınlığın yaşam alanına dönüştürürken çoğunluğu tedirginliğe sürükleyen sisteme ses çıkarmama ve bir şeylerin değişmesine önayak olma ikilemine düşüyor. Bu sıkıntıyı daha fazla yaşayansa Alfonzo.
Lemurlar, çoban köpekleri, lamalar, kuşlar, develer, domuzlar ve başka pek çok hayvanın yaşadığı New York’ta hayat olağan telaşesiyle, koşturmacayla ve alışkanlıklarla sürerken Alfonzo, şehri ve oraya gelip giden turistleri izliyor. Bu sırada da düşünüyor:
Turist olmak geçici olarak masumlaştırılmaktı. (…) Ait olmak külfet demekti. Çok fazla çaba ve iş gerektiriyordu. Alfonzo da tanıdığı herkes de tükenmişti. Yerliler yorgundu. Bağlılık ya da özlem ifade eden küçük sembollerle kim olduklarını ya da olmak istediklerini göstermek için sürekli bir ihtiyaç duyuyor gibiydiler. Bez çantalar hangi bankada çalıştıklarını ya da bir Sarmaşık Ligi okulunda geçirilen zamanı gösteriyordu. Genç bir keçinin sırt çantasına dikilmiş minyatür bir bayrak dünyaya Dominikli olduğunu haykırıyordu. (…) Şehir nihayetsiz okumalar yapmayı gerektiren yorucu bir metindi.
Alfonzo’nun kafasına takılan şeylerden biri, özgür olup olmadığı ya da özgürlüğün son demlerini yaşayıp yaşamadığı. Çünkü medyanın ve kenti yönetenlerin zihinleri yönlendirdiğini biliyor, bunlar korku ve kaygıları artırıp azaltıyor. Dolayısıyla olup biteni izlemekle kalmıyor, aynı zamanda yorumluyor.
Belediyenin arşiv bölümünde çalışan ve her türlü kayıt elinin altında olan, aileden solcu Alfonzo sistemin ve onu oturduğu makamlarla, getirdiği görevlerle temsil edenlerin icraatlarını yakından izliyor.
Alfonzo, geviş getiren ailenin bir üyesi olması nedeniyle diğer hayvanlar tarafından küçümsenmeye alışkın. Hatta bunu geviş getiren aydınlar familyasının parçası olmayı bir ayrıcalık diye niteliyor. Dahası, yavaş yaşamanın bir temsilcisi olmakla övünüyor bazen:
Alfonzo kendi yaşamında kendi yavaşlık eğilimini radikal bir konuma getirmeye çalışıyordu. Düşüncelerini zihninde çimmiş gibi çiğniyor, çimleri de her yaprak bir cümleymiş gibi ağzında çiğniyordu. Hayır diye mırıldanıyor ama bir yandan da evet için argümanları görür gibi oluyordu. Neden bir seçim yapması gerekiyordu ki? Gerçeğin sürekli bir ters köşe yapma hâli olabileceği ihtimalini de unutmamalıydı. Belki de karmaşıklığı her zaman midede tutmak gerekiyordu. Gerçek, sonsuz sorularla kendini suçlamalar ve bahaneler arasında bir yerde olmalı diye düşündü.
Ağırlığını ya da yavaşlığını, geniş ve kapsamlı düşünmenin bir parçası veya gereği sayan Alfonzo, bunu bir farklılık, hatta pek fazla kimsenin görmediği gerçekleri ayırt etme yeteneği diye adlandırıyor. Başka bir deyişle yer edinmek veya yükselmek için bu özelliklerinin kendisine yardım ettiğine inanıyor. Böylece eski belediye başkanı domuz Napolyon Herbert’in kenti yolsuzluğa ve huzursuzluğa boğduğunu herkesten daha iyi fark edebildiğini, bununla ilgili neler yapılabileceğini düşünüyor. Bu konuda can dostu Mitchell’ın yardımlarını da unutmamak lazım tabii; artan kiralar, mantar gibi türeyen inşaat projeleri, iklim değişikliği gibi sorunlarla ve onlara yönelik çözüm önerileriyle ilgili arkadaşını uyarıyor. Komplolara dair verdiği fikirler de cabası. Kısacası ikili, akademik zekâlarıyla belirleyip kaynağına indiği problemlerin üstesinden gelmeye uğraşıyor.
‘Zenginler hastadır, zenginlik kuduzdur’
Murphy, “otoriteyi dürtmeyi seven” Alfonzo’yu merkeze alarak metaforlarla yüklü, ironiyi hiç eksik etmediği ve mizahı da dozunda verdiği Konuşan Hayvanlar’da zamanımızın sorunlarını, New York’taki olaylar silsilesi üzerinden getiriyor karşımıza. Mesela deniz canlılarının “faydasızlığı” ve “medeniyetsizliği” meselesiyle ayrımcılık konusunu hatırlatıyor:
Hükümete göre, deniz bir devlet aktörü olarak tanınamazdı çünkü deniz sakinleri, kara yaratıklarının kendilerine uzattığı tartışma, konferans, antlaşma teklifi gibi çeşitli davetlere hiçbir zaman cevap vermemişti. Siyasi bir sürece münasip bir şekilde dâhil olmuyordu.
Bir başka mesele, zenginlerin çoğunun yaşam şekli, arzuları ve kararları üzerinde etkili olmasına dair satır aralarındaki eleştiriler. Öte yandan, toplumun genelinde hemen her şeyin parayla ölçülmesi, daha doğrusu değerlemenin parayla yapılması sorununa uzak kalmıyor yazar.
İyi olan her şeyi azınlığın önüne sermek isteyenlere karşı Alfonzo’nun çoğunluğu uyarma çabasıyla yüzleşiyoruz hikâyede. Daha doğrusu bunu kendiyle tartışmasıyla. Patronların ardından dört nala koşmanın kimseyi patron yapmayacağını, zorbaların yanında yer alarak hayatın idame ettirilemeyeceğini düşünüyor Mitchell’a birlikte. Bu sırada devlete, politikaya ve topluma bulaşan para virüsünün farkında ve vicdanlı biri olarak kendisiyle hesaplaşma hâlinde:
Suçluluk duygusu Alfonzo’nun içini titretti. Olumlu şeyleri görmezden geldiği için kendine kızdı. Dünyanın her yerinde hayvanlar ölüp duruyordu. Açlıktan, zehirlenerek ve savaşarak ölüyorlardı, o ise burada, mükemmel bir akademik ürün ortaya koyamadığı için üzülüyordu. Gerçek dünyanın zorluklarından kaçınmak için kendine yüklemişti bu misyonu. Yine de sahip olduğu tek şey bu yüktü.
Alfonzo ve Mitchell başta olmak üzere, gidişattan endişelenenler ile kendisine göre bir düzen kuranlar arasındaki gerilime rastlıyoruz Konuşan Hayvanlar’da. Apolitikler ve politiklerin, sistemin mağdurları ve mağrurları arasında bir mücadeleyi de kapsıyor bu gerilim. Aynı zamanda klişelere, yoksulluğa, hızlı eylemde bulunup düşünmemeye ve sermayenin eziciliğine mahkûm edilenlerin sıkıntıları da dâhil söz konusu duruma. Mitchell, vaziyeti özetlerken gelinen noktanın ne kadar ciddi olduğunu ortaya koyuyor:
Okul kredileri, kredi kartı borçları, su altında kalan kedi evleri. Buna inanmamak kimseye muafiyet kazandırmaz. Borç, inanmayanları bile aşağı çekiyor. Hapishaneler hep orada. Servet biriktirme dürtüsü hastalığın belirtisidir ama aynı zamanda hastalığın kendisidir. Zenginler hastadır. Eğer para başka bir şey olsaydı neyin istifçiliğini yapacaklarını görürdük. Onlar için hiçbir şey asla yeterli olmayacak. Zenginlik kuduzdur.
Murphy’nin Alfonzo ve Mitchell arasındaki konuşma ve tartışmalardan, bir soygun ve aldatmaca düzenine dair eleştiriler sıraladığını görüyoruz. Kendilerine hizmet etsin diye seçtiği kişiler tarafından hemen her şeyi günden güne elinden alınan hayvanların isyan bayrağı açmasını uman ikili, hayatî bir sorunun yanıtını da arıyor:
Dünyadaki tüm hayvanlar birbirine bu kadar yakınken nasıl bu kadar cahil olabiliyoruz?
Bu, hem dünün ve bugünün hem de geleceğin sorusu olarak öne çıkıyor hikâyede. Soruya verilmesi muhtemel yanıtlar ve cevaplara göre şekillenecek eylemler ve eylemsizlik hâli de ileride yaşanacakları belirleyecek gibi görünüyor. Murphy, böyle bir hesaplaşmanın (veya devrimin) ya da düzeni kabullenişin sınırlarına getiriyor okuru:
Geçmişimizi zaten gördük, bu yüzden onunla yüzleştiğimizi hayal edebiliriz. Ancak geleceğimiz arkamızdan sinsice yaklaşıyor. Birden üstümüze atlıyor ve en tetikteki hayvanı bile şoka uğratıyor. Gelecek bizi kuyruğumuzdan yakalayana kadar bir bilinmezdir.
Konuşan Hayvanlar, Joni Murphy, Çeviren: Mehmet Emin Baş, Timaş Yayınları, 272 s.