Share This Article
Sean Baker’ı bu yıl En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını alan Mikey Madison ve Anora (2024) ile duymuş olanlar olabilir. Madison’un muazzam performansı ve Oscar konuşmasıyla hatırlayacağımız film, aslında Baker severler için Baker’ın auter dünyasında kendine referans verdiği (self refencial) bir film olarak görülebilir.
Kendisi 2000 yılından beri pek çok uzun metraj film yapmış bir yönetmen. Daha önceki filmleri de göçmenler, uyuşturucu satıcıları ve seks işçilerine odaklanıyor. Bu anlamıyla “sınır”ların, “bildiğimiz yaşamın” veya “normun” dışındaki karakterleri mesele edinmiş bir yönetmen denebilir. Onun evrenlerinde seks işçiliği, egzotik dansçılık, bir dönem uyuşturucu satmak, yer yer üçkağıtçılık, mafyayla iş yapmak… hayatın bir parçası. Bir yandan da Baker filmleri tanımadığımızı düşündüğümüz bu insanlarla ne kadar iç içe yaşadığımızın bir hatırlatıcısı haline geliyor.
Azınlıklarla bezeli bir şehrin hikâyesi
Starlet (2012) Sean Baker’ın özellikle seks işçiliğine, kadınlar arası itişmeler ve dostluklara odaklandığı ilk filmi. Benzer bir izlediği Tangerine (2015) ve Anora’da da görmek mümkün. Kaliforniya pembesi renk paletinde geçen Starlet, filmin ortalarına doğru bir porno “starcığı” (starlet’in kelime anlamı bu) olduğunu anladığımız Jane/Tess’in hikâyesine odaklanıyor.
Odasını biraz değiştirmek için ikinci el satışlardan topladığı eşyalar arasında on bin dolara yakın para bulan Jane, başlarda parayı sahibine geri vermeye çalışıyor. Paranın sahibi yaşlı ve huysuz kadının (Sadie) pek iletişime açık olmadığını gördüğünde, parayı onun da istediği şeyler için harcamaya karar veriyor. Onunla arkadaşlık ederek hem kendi vicdanını rahatlatmaya hem de arkadaşlık özlemini gidermeye çalışıyor. Sonunda iki kadın da birbirinin sırlarını öğreniyor, bu sırlar üzerine konuşulmadan Sadie’nin çok istediği Fransa yolculuğuna beraber çıkıyorlar.
Dünyanın önemli bir kısmı, Baker’ı festivallerin gözbebeği Tangerine ile tanıdı. Iphone ile çekilen bol aksiyonlu bu şaheser Noel arifesinde Kaliforniya’da başları türlü belalara giren iki trans seks işçisinin, Sin-Dee ve Alexandra’nın hjkâyesine odaklanıyor.
Sin-Dee cezaevinden yeni çıkmıştır ve sevgilisinin (!) başka bir bir kızla birlikte olduğunu öğrenir. Şehrin çeşitli yerlerinde ismi “D” ile başlayan bu kızı ararken, yakın arkadaşı Alexandra’nın da sevgilisiyle birlikte olduğunu öğrenir. Filmin sonunda Sin-Dee ve Alexandra çamaşırhanede savaş baltalarını gömerler. Seks işçileri dışında, şehrin dört bir yanındaki gece hayatı çalışanları, Ermeni aileler, evsizler, uyuşturucu bağımlılarının da bir parçası oldukları Tangerine, Baker’ın farklı azınlıklarla bezeli bir şehri nasıl portre ettiğinin bir örneği.
Trans kızlarla yakın ilişkisi olan Razmik karakterini, Anora’ya kadar tüm Baker filmlerinde görmemiz bu yüzden tesadüf değil. Başroldeki iki kadının arkadaşlık ve düşmanlık dinamiklerine hayran bırakan bu film, epey ödül alarak Baker’ı daha ana akım bir yönetmen haline getirmişti.
Keza William Defoe’nun da oynadığı Florida Project (2017) bu sürecin bir sonucu olmuştu. Sosyal konutlarda dar gelirli güvencesiz işlerde çalışan aileleriyle yaşayan üç çocuğun (Moone, Scotty ve aralarına sonradan katılan Jancey) arkadaşlığına odaklanan bu film, çocuklarla becermesi zor olan bir oyuncu yönetimi başarısıydı. Neredeyse tüm film çocukların perspektifinden çekilmişti.
Fuşya ve turkuvazın bir arada kullanıldığı bu renk paletinde çocukların birbiriyle dostlukları, motelin çevresinde kendilerince buldukları maceralar, otel görevlisiyle yaşanan tatlı sert atışmalara tanıklık ederiz. Bunlar parasızlığın, kötü yaşam koşullarının içinde Baker’ın bulduğu minik tutamaçlar olarak görülebilir. Moone’nin annesinin seks işçiliği yaptığı netleşip, sosyal güvenlik Moone’yi almaya gelene kadar, parasızlık, 20 metrekare bir alanda yaşamak, terk edilmiş eski binaları gezmek, tükürme yarışı yapmak, her şey çocuklar için normal ve adapte olunabilir bir hayatı imliyor.
Ne zaman devlet meseleye el koyuyor, o zaman Jancey Moone’yi alıp Florida Disneyland’ine kaçırıyor, orada sonsuza dek mutlu yaşıyorlar. Sean Baker’ın sinematik başarısı, auteur’lüğünün yattığı yer tam da burası: kırılgan, oyuncu olmayan insan gruplarıyla çalışarak sınıf, insan ilişkileri gibi meseleler üzerine bir şeyler söylüyor.
Amerika bağımsız sinemasının özgün ismi
The Red Rocket (2021) de Florida Project’e benzeyen bir estetiğe sahipse de, çocuklar kadar sempati toplayamadı demek yanlış olmaz. Los Angeles’de kendince ünlü bir pornocu olan Mikey Saber, başı orada belaya girince soluğu eski karısının evinde alır. Mikey, iş bulmaya çalışsa da eski kariyeri ona izin vermez ve sonuç olarak torbacılığa başlar. Bu arada donut dükkanında çalışan, kendinden tabii ki çok küçük bir kız olan Strawberry karakterinin peşinde düşer ve onu Los Angeles’da “ünlü yapma” vaatleriyle yaşadığı yerde götürmeye niyetlenir. Mikey ve onun aşırı kaybeden yaşamını konu alan bu film, diğerleri kadar büyük heyecan yaratmamıştı.

ABD’li yönetmen Sean Baker, 22 Şubat 2025’te ABD’nin Kaliforniya eyaletine bağlı Santa Monica kentinde düzenlenen 40. Film Independent Spirit Ödülleri’nde “Anora” filmiyle En İyi Yönetmen ve En İyi Uzun Metraj Film ödüllerini aldı.
Anora geldiğinde, tam da böyle bir ruh halindeydik, sonunda Sean Baker’a yaraşır bir film dedik. Prömiyerini seks işçilerine ve egzotik dansçılara yaptığı bu film, herkes için merak konusuydu. Mikey Madison’un ilk 10 dakikasında çeşitli adamları kabine alıp kucak dansı yaptığı, muhabbet ettiği bu film, seks işçiliği yapan Anora ile bir mafya babasının oğlu Ivan’ın tuhaf ve hızlı ilişkisine odaklanıyordu. Anora ve Ivan “iş” olarak başlayan ilişkilerinde türlü gençlik ateşlerine kapılarak Las Vegas’ta evlenirler. Haberi alan mafya aile duruma müdahale eder ve olaylar gelişir.
New York’un çeşitli (Coney Island, türlü diner’lar ve kulüpler) yerlerinde Ivan’ın aranmasıyla Tangerinevari bir iz sürme sekansı izleriz. Bu sırada mafya ile bağlantılı olan Amerikan Ermeni ve Rus asıllı bazı karakterler arasında geçen diyaloglar da Sena Baker’ın sıklıkla kullandığı bir kara mizaha işaret eder: alakasız anlarda alakasız konular açılır, sinir katsayısı yükseldikçe saçmasapan şeyler yaşanır, araba olmayacak bir yere park ettikleri için çekilir.
Anora ilişkileri ve hayatı buna bağlıymış gibi arar Victor’u. Onu bulduklarında çocuk sarhoştur ve ne yaptığını bilmiyordur. Anora boş yere ergen bir çocuktan sorumluluk alma davranışı bekler. Para rahat yaşam ve zevk-ü sefa maalesef bu ergenin Anora için sağlayabileceği bir şey değildir. Oscar töreninde Mikey Madison’un, onunla çalışan, yanında olan tüm seks işçilerine destekleri için teşekkür etmesi, onları ve işlerini görünür kılması, onların her zaman yanında olacağını söylemesiyse gönülleri fetheden hamlelerden biriydi.
Ancak Baker’ın da kusursuz olmadığını hatırla(t)makta fayda var. Oscar’lara gitmesi söz konusu olduğunda filmden “intimacy” (yakınlık) koordinatörü kullanılıp kullanılmadığı sorulmuştu. Baker bunun ne olduğunu bile bilmediğini itiraf ederek kalplerimizi bir miktar kırdı. Alttan alta sürdürdüğü İsrail desteği de cabası tabii. Bunları yok saymak zor. Ama filmlerin de hakkını teslim etmek gerekiyor.
Baker tüm bunlara rağmen, Amerika bağımsız sinemasında çok yapılmayan bir şeyi yapıyor, özellikle alt sınıftan insanların görmezden gelmesi, özneleri suçlaması kolay meselelerini su yüzüne çıkarıyor. Onların zor ama kara mizahla bezeli olabilecek hikayelerine odaklanıyor. Bu alt sınıflar kadınlar, güvencesiz işlerde çalışan insanlar, göçmenler, çocuklar olabiliyor. Oyuncu yönetiminde de çoğunlukla gerçek insanlardan aldığı ilhamla, onları iyi yöneterek kendince kurguladığı gerçekçiliği görselleştiriyor.