Share This Article
Bir hayalet dolaşıyor tepemizde, küresel dünyanın “eski” güçlerinin yok oluşunun izdüşümü bu… Son zamanlarda bir çok platform ve sinema yapımında karşımıza çıkan “modern dünyanın katastrofik sonu”nu içeren senaryolara bir yenisi daha eklendi. 2023 yapımı Leave the World Behind (Dünyayı Ardında Bırak), “Hitchcockvari” bir gerilimle, teknoloji ile çevrelenmiş dünyanın sonuna odaklanıyor.
Son yıllarda Hollywood’da karşılık bulan “post-apokaliptik” gerçeklik bu filmde yumuşak bir geçiş senaryosuyla anlatılıyor. Çatışmaların, savaşların ve yıkımın gölgesinde değil, oldukça ferah bir dünyanın içinde gelişen bu yok oluş senaryosunun aktörleri arasında ise Julia Roberts, Ethan Hawke, Mahershala Ali, Farrah MacKenzie, Charlie Evans ve Kevin Bacon bulunuyor.
Netflix’de karşıma çıkan filmi izlemeye başladığımda, aklımda bu yapıla ilgili bir şeyler karalamak yoktu. Öyle ki, kimse de film üzerine derinlemesine bir şeyler yazmamıştı. Filmi izlemeye başladığımda kapatıp kapatmamak arasında kararsız kaldımı söylemeliyim. Fakat, Dünyayı Ardında Bırak’ın düşünsel tonlarının ve güçlü mesajlarının bir anda belirmesi, kalemi, kağıdı elime almama neden oldu.
Filmin son sekanslarının yoğun bir tartışma zemini sunması, günümüzde “kristalize” olan toplumsal, bireysel ve siyasal başlıkların ele alınması açısından film özgün bir yere oturuyor.
Bununla birlikte, filmin yapımcılığını eski ABD Başkanı Barack Obama ve eşi Michelle’in kurduğu Higher Ground Productions’ın üstlendi bilgisi de karşımıza çıkması, bu yapım üzerine bir fikir geliştirmemize yardımcı oluyor.
Dilerseniz Dünyayı Ardında Bırak’a yakından bakalım…
Mavinin tonları
Rumaan Alam’ın 2020 tarihli aynı isimli romanından uyarlanan Dünyayı Ardında Bırak, teknolojik altyapıların çalışmadığı ve çöktüğü bir toplumda dost-düşman kavramının belirsizleşmesini ve bireyin içine düştüğü çaresizliği ele alıyor.
Başlangıç ise şöyle…
Sandford ailesi bir sabah ansızın ve ortada herhangi bir neden yokken küçük bir tatil kaçamağına karar veriyor. Bu arada ilk kareden itibaren filme hakim olan mavinin tonlarının neden bu kadar istikrarlı şekilde kullanıldığını merak etmeye başlıyorsunuz.
Mavinin bu yoğunlukta kullanılmasının ardında ne yatıyor? Amerikan toplumuna yöneltilen istikrar vurgusu mu? Belki de huzur, uyum ve sakinlik… Şurası gerçek ki, felaket içinde boğuşan dünyaya rağmen huzurun ve sakinliğin aynı kalması mümkün olmuyor. Günümüz dünyasında tüm dengeler yavaş yavaş değişirken, mavinin tonları da griye bürünüyor.
Mutlu bir tatile çıkan Sandford ailesi, şehirin kaosundan uzaklaşmak için gittikleri hayalleri süsleyen sayfiye yerinde, “Amerikan Rüyası”nı andıran bir hafta geçirmeyi plânlıyor.
Uzun Amerikan yüzyılının sonuna gelindi!
İlk katastrofik sahne dev bir geminin karaya oturması. Tüm huzuru ters yüz eden bu olay üzerinde durmak gerek.
Nedensiz yere karaya oturan bir gemi bize gerçekten ne anlatıyor? Sanırım filmin yapımcıları Amerikan yeni gerçekçiliğini daha ilk sahneden çarpıcı bir görsellikle sunmaya karar vermiş. Küreselliğin duvara tostladığı, küresel merkezlerin hızla çeşitlendiği bir dünyada, yeni bir gerçeklik orataya çıkıyor. O da, uzun Amerikan yüzyılının sonuna gelindiği.
Çöküşteki bir “imparatorluğun” karaya vuran yansıması gemi vurgusu bugünlerde sıkça dile getiriliyor. Bunun gerçek dışı bir tez olduğu veya bir komplo teorileriyle beslendiği düşünülmesin. Yaşanan küresel değişiklikler ve güç dengelerindeki dönüşüm bu görüşün ortaya çıkmasına neden oldu.
Bu dönem, Donald Trump’ın başkanlığında ortaya çıkan “tek kutuplu dünya”nın ortadan kalktığının kabul edilmesinden bu yana dilden dile dolaşıyor. Bu nedenle kültürel belirlenimin dinamosu olan Hollywood bu gerçekliğe yüzünü dönmek zorunda kalıyor.
Julia Roberts ve Mahershala Ali
90’lara duyulan özlem
Filmin ilginç noktalarından birisi ise teknolojinin yarattığı bağımlılığın boyutlarının tartışılması. ABD’ye yönelik başlatılan siber saldırı sonrasında bütün sistem yerle bir oluyor.
Bu kaos senaryosunun içinde adeta sudan çıkmış balığa dönen Sandford ailesinin en küçük ferdinin ise hayatla kurduğu tek bağ, 90’ların umut dolu dünyasını yansıtan efsane sitcomları… Hani o “Amerika Rüyası”nın yeniden imal edildiği tarihsel aralık!
2010’larda doğan bir çocuğun geçmişte yaşanan sözde özgürlük ortamını özlediği vurdusu ise oldukça manidar.
Hatırlayalım, 1990’larda Soğuk Savaşın batı dünyası tarafından kazanıldığı ve bununla birlikte küresel rahatlamanın kabadayılığa dönüştüğü, “küreselciliğin” dillere pelesenk olduğu bir dönemdi.
Bu dönem içinde şekillenmeye başlanan yeni dünyanın “televüzel” hedonizmi ise kitlelere mutluluk kaynağı olarak sunuluyordu. İşte bugün gelinen noktada, “tek merkezli” bir döneme duyulan özlem filme damgasını vurmuş durumda.
Teknoloji yıkımın habercisi mi?
Filmin ilginç senaryosunda karşımıza çıkan bir diğer felaket tablosu ise teknolojinin gün geçtikçe kontrolsüz bir hâl alması. Yapay zeka ile taçlandırılan teknolojik cihazların egemenliğine dönük bu başlık kendi içinde önemli tartışmalar sunuyor.
Bu dikkat çekici tablo The Terminator veya Love, Death & Robots serilerinden bir hayli farklı. Cihazlar insanlığın yok oluşuna yol açmasa da, hayatın durma noktasına gelmesine yol açabileceği vurgusu dikkat çekici.
Öyle ki, filme yansıyan bir sahnenin ardından Elon Musk açıklama yapma ihtiyacı duymuş. Fakat yaptığı yorumun ardından filmi izlemediği ortaya çıkan Musk, şu ifadelere yer veriyor:
Dünya tamamen Mad Max’e dönüşse ve benzin kalmasa bile Teslalar güneş panellerinden şarj olabilir!
Konuyu anlamayan Musk’ın bu tartışmada hiçbir değeri yok. Burada ortaya çıkan sonuç şu:
Yeni bir eşikte duran otomasyon sanayinin, dillere destan elektrikli yeni nesil akıllı araçlar konusunda ciddi endişeleri bulunuyor. Birbiri ardında girmiş bir elektrikli araba enkazı “belirsiz” yolu tıkayan bir tür engel ve “tehlike” olarak resmediliyor.
Bu da yetmiyor, “belirsiz düşmanın” kullandığı insansız hava araçları tepemizde gezinen hayaletleri andırıyor.
Günün sonunda şu soru etrafında ciddi bir tartışma açılıyor: teknoloji egemenliği ile kendimizi gün geçtikçe daha edilgen bir hale mi getiriyoruz? Bu hedef yıkımın habercisi olabilir mi?
‘Gelecek 10 yıl çok tehlikeli!’
Bu noktadan sonra kişiler arasında ise sınıfsal uçurumların yok olmaya başladığı gözden kaçmıyor. Bu mesajın bir Hollywood filminde bu derece çarpıcı dille yansıtıldığına son yıllarda ilk kez tanık oluyoruz.
Zenginlerin muhitine inen “yok oluş senaryosu” üzerine duruluyor. Öyle ki, “yüzde 1’in kıyamete nasıl hazırlandığı” bizim derdimizmiş gibi gündemimize sokuluyor. Bu insanların olası bir kıyamet senaryosunda bizimle aynı kaderi paylaşmamak için hayatta kalma stratejilerine milyarlar harcadığı hiç şüphesiz bir gerçek.
Peki sonuç? Son sahnelere doğru dünya yangın yerine dönerken, zenginlere huzurun hakim olduğunu görüyoruz. Ama tüm dünya yok oluşla boğuşurken, zenginlerin bundan payına düşeni almaması mümkün mü? Elbette ki hayır!
Kendi aralarındaki ayrımların yavaş yavaş ortaya çıktığı yeni bir düzenden söz ediyoruz. Sermayenin egemen olmadığı, “seçkinleri” koruyan güvenlik bürokrasisinin ortadan kalktığı bu kaos senaryosunun içinde kimse güvende değil. Güvenli evlerin ve paranın değerinin kalmadığı ve gerçekliğin tüm şiddetiyle kendisini hissettirdiği bir düzen bu.
En temel dayanışma eyleminin dahi bir anlamı kalmıyor. Buradan şu sonucu çıkartmak mümkün dünya böyle giderse bir gelecek düşü kurmak neredeyse hayal olacak. Öyle görünüyor ki, son günlerde ortaya çıkan “Devletlerin silahlanma yatırımları artıyor, istikrarsızlık büyüyor. Gelecek 10 yıl çok tehlikeli!” (1) uyarıları arttıkça, Dünyayı Ardında Bırak’ta ortaya çıkan gerçeklik herkesin kapısını çalacağa benziyor.
CD’lerde kalan hülyalı zamanlar
Filmin sonu ise bugünün bir muhasebesi niteliğinde.
Küçük bir kızın geride bıraktığımız yılları aradığına tanıklık ediyoruz. Hırsla, açgözlülükle, sömürüyle şekillenen ve adına “ilerleme çağı” denen bu düzenin geldiği “karmaşa çağı”ndan ürken bu kız üzerinden, tüm arayışların sonuçsuz kaldığı itiraf ediliyor.
Mutlu olmak için geçmişin eğlence dünyasının peşine düşen kızımız aslında ideal olan mutlu düzeni arıyor. “Amerika İmparatorluğu”nun zaferle ayrıldığı o mesut dönemi; 90’larla yeni umutların yeşerdiği “Friends” dizisindeki o mutlu dönemi (!) Bu mutluluk ise sadece CD’lerde karşılık buluyor!
Dipnot:
1) İngiltere’nin önce gelen düşüne kuruluşlarından “Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü”nün hazırladığı jeopolitik gelişmeleri analiz ettiği raporda geçen ifade.