Share This Article
“Karotseri Trava, napamesta Tatavla
Posa talirayirevis, ya na pas ke na mas feris!
Büyükdere ke Therapia; Tatavla ke Nihori
Afta ta tessarahoria, pustolizoune tin Poli”
“Çek arabacı Tatavla’ya gidelim
Bizi oraya götürmek için kaç beşlik istersin
Büyükdere ve Tarabya; Tatavla ve Yeniköy
İstanbul’u güzelleştiren işte bu dört köy.”
Maria Yordanidu Loksandra adlı kitabında Baklahorani Karnavalını şu şekilde anlatır:
Tatavla delikanlıları, İstanbul Rumlarına mahsus dans ve oyunları sergilerdi. Eğlence kıvamını bulmaya başlayınca, Barba Todori’nin laternasının neşeli nağmeleri ve o yılların moda şarkıları işitilirdi.
Büyük Perhiz’e girmeden önceki gün, festivalde buluşmak için Akarcalar Yokuşu’ndan Aya Dimitri Kilisesi’ne doğru işte bu şarkı eşliğinde tırmanırdı Tatavlalılar.
İstanbul’u İstanbul yapan hikâyeleri değil midir? 1929 yılında çıkan bir yangınla ismi Kurtuluş olan Tatavla da bu hikâyeleri oluşturan insanların yer aldığı biricik semtlerden. Yıllar geçtikçe semtin çehresi değişse de günümüze ulaşan yapılar bizi geçmişe götürüyor, geçmişin yaşamına bir kapı aralığından bakmamızı sağlıyor.
Tatavla’nın anılar pazarı
Geçen hafta sonu evimin balkonunda caddede bir aşağı bir yukarı giden insanları izlerken buldum kendimi. 2yaka tayfası benden oturduğum Kurtuluş mahallesinin (eski adıyla Tatavla) kültürel dokusunu anlatmamı istedi. Birkaç gündür nasıl bir şey yazacağımı düşünüyorum.
Tarihi ve sosyal yapısıyla her dönem ayrı bir cazibe merkezi olmayı başaran Kurtuluş’u anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Nihayetinde evden çıkıp kaldırımları adımlamaya karar verdim. Yola çıktığımızda ayaklarımızın farkında olmadan ruhumuzda derin izler bırakan hedeflere varacağına olan inancıma güveniyorum.
Son yıllarda hayli popüler hale gelen ve benim de yıllardır sıklıkla uğradığım Feriköy Antika Pazarı önünde buldum kendimi. İnsanın mahallesinde bu kadar renkli bir pazar olunca sık sık ne var ne yok diye kolaçan etmeye gidiyor. Bu mekânın popüler olmadan önce farklı bir havası vardı. Kurtuluş’un geçmişinden izleri bulmak daha kolaydı mesela. Şimdilerde o dokunun yitip gittiğini görüyorum. Başka her şey gibi…
Antika pazarının popüler çehresi
Pazar günleri açılan bu antika pazarındaki satıcıların çoğunu ismen olmasa da tanıyorum artık. Hepsinin özel ilgi alanları, topladığı antika modeller birbirinden çok farklı. Birçoğu dükkân sahibi zaten. Kadıköy’de, Balat’ta, Galata’da ve Cihangir’de dükkânları var.
Pazarın ortalarına doğru çok güzel ikonalar gördüm. Bu ikonaların hikâyesini ve kimden aldığını sorduğumda tezgâhın başındaki adam “uzun zamandır elimde” yanıtını verdikden sonra daha önce yapmakta olduğu işe gömüldü; başka ayrıntı vermeye de pek yanaşmadı.
Bilmeyenler için söylemekte yarar var; burada perşembe akşamları bitpazarı kuruluyor. Cuma günleri ise kıyafet pazarı var. Daha önce buraya yolu düşmeyenler varsa mutlaka uğrasın. Tezgâhlar arasında dolaşırken tüm eşyaların bir yaşantısı olduğunu da akıllarının bir köşesinde bulundursun.
Enfes paskalya çörekleri yapan Fırın Arma…
Feriköy Antika Pazarı’ndan çıktıktan sonra karşınıza son yılların popüler mekânlarından ‘Batard İstanbul’ çıkıyor. Önünde oturan ve Instagram’ı dolduran yüzlerle kendini tanıtan mekân, mahallenin renkli bir noktası haline geldi. Kellifelli birçok insanı barındıran bu popülerlik yuvasının mahallenin kültürüyle pek bir alakası yok.
Bu popülerlik payesi yeni açılan mekânlara ait. Bir yanda bu popüler mekânlar varken diğer yanda mezeciler, Paskalya’da çörek çıkaran meşhur fırınlar hâlâ yerini koruyor.
Yaklaşık 470 yıllık tarihe sahip bir kent
Hazır çıkmışken sizi biraz yerel lezzetlerle de tanıştırmak istiyorum. İlk durağımız enfes paskalya çörekleri yapan Fırın Arma. Bu çörekler paskalya dönemi dışında da yapılıyor. Mis gibi damla sakızı kokuları geçmişte bıraktığımız hatıraların canlanmasına yardımcı oluyor.
Eski zamanlar demişken, eski adıyla Tatavla’nın tarihine aralarda değinmek istiyorum. Tatavla (Beygir ahırı) olarak anılan semt Pangaltı’dan güneye eğilimle inen eski bir dere yatağı çevresindeki tepecikler üzerine kurulmuş bir semt. Kayıtlara göre yaklaşık 470 yıllık bir tarihe sahip. 1929 yangını sonrasında ismi değişen bu semt asıl yarasını 6-7 Eylül olayları sırasında almış.
Tarihten bugüne semtlerini ve evlerini terk etmeyen Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlar, semtin kimliğini ve kültürel belleğini koruyorlar; tüm yıkıma ve dönüşüme inat…
Ekşi tatlar, anılar…
Yıldıztabya caddesini boydan boya yürürken karşıma Pelit turşucusu çıkıyor. Dükkân üçüncü kuşak bir turşucu ve bu işin en eskilerinden! Burası herkes tarafından bilinen bir yer haline gelse de gelenekten şaşmayan bir işletme. Buraya gittiğimde sıklıkla tercih ettiğim salatalık, lahana ve pancar turşularını siz de bir deneyin derim.
Bu arada eğer siz de mahalleyi turlamaya gelirseniz ve geçmişin izleriyle ilgileniyorsanız, Aras Yayınları’ndan çıkan, Hüseyin Irmak tarafından kaleme alınmış, Tatavla’dan Kurtuluş’a kitabına bir göz gezdirin.
Geçmişin izlerinin silinmeye çalışıldığı günlerde, semte dair anıların ve yaşantıların güzel bir hatırlatıcı olacağını düşünüyorum.
Kurtuluş’un Nazar’ı
Yürümeye devam ederken yolum Tatavla Dayanışma Pazarına düşüyor. 2016 yılında kurulan yerel inisiyatiferden biri. Satılan tüm ürünlerden elde edilen gelir, lise ve üniversite öğrencilerine burs olarak veriliyor.
İçeriye girdiğinizde birbirinden renkli kıyafetler ve eşyalar sizi cezbetmeye yetiyor. Ayrıca yaptığınız alışverişle öğrencilerle dayanışmada bulunarak güzel bir amaca hizmet etmiş oluyorsunuz. Son yıllarda hızla artan bu dayanışma ruhu, bu eski semtin DNA’larında var sanki.
Tatavla Dayanışma Pazarı’nda satılan tüm ürünlerden elde edilen gelir, lise ve üniversite öğrencilerine burs olarak veriliyor.
Saat 16’yı buldu; benim bu saatte bir kahve içmem şart! Mahallede pek çok yeni nesil kahveci olsa da sizi eski ve çok kaliteli bir mekâna götürmek istiyorum. Bu nedenle dümeni Kurtuluş caddesine kırıyorum; Nazar Pastanesine…
Beyoğlu’nun İnci’si kapandıktan ve sıra 212 yıllık Lebon Pastanesi’ne geldikten sonra belki de son kalan kaleye giriyorum. Kurtuluş’un tarihinde önemi bir yeri olan Nazar Pastanesi, profiterolleriyle meşhur.
Burada doğup büyümüş kimseler için güzel anılar barındıran bu pastanenin sonu da diğerlerine benzemez umarım.
Mimari ve sanatsal özellikleriyle de ön plana çıkan bir kilise: Aya Dimitri
Enerjiyi aldığıma göre biraz daha yürüyüş yapabilirim. Omuzdaş Sokakta bulunan Aya Tanaş Rum kilisesinin yanından geçerken, Kurtuluş’un bir diğer önemli kilisesi Aya Dimitri’ye doğru yürümeye karar veriyorum.
Aya Dimitri Kilisesi’nin ne zaman inşa edildiği bilinmiyormuş. Kilisenin dışında duran mermer kitabede kilisenin 1726’da önemli bir tadilat gördüğünden bahsediliyor. Kilisenin çanı ise 1857’den kalmaymış. Bahçedeki mezarlıklar ise 1865 yılına kadar kullanılmış, haliyle bölge tarihine ilişkin önemli izler barındırıyor.
Tarihi bir yana, kilise mimari ve sanatsal özellikleriyle de ön plana çıkıyor. Cemaat için ayrılan “naos” kısmını dinsel ritüellerin gerçekleştirildiği “bema” kısmından ayıran ahşap oymalı ve altın kaplamalı ikonalarla süslü “ikonostasis”i görmenizi özellikle öneriyorum. Tek kelimeyle hayranlık verici. Yine ahşap oyma ve altın kaplama piskopos koltuğu ile vaaz kürsüsünü de dikkatle inceleyin.
Bu kilisenin bir diğer özelliği ise Kurtuluş Rum Cemaati Vakfı’nın merkez kilisesi olma özelliği taşıması. Dönemsel bir kent tarihi okuması yapmayı amaçladığınızda mutlaka Aya Dimitri’ye uğramalısınız.
İstanbul’un tek Gürcü yapısı
Neo-klasik mimari tarzının en güzel örneklerini barındıran Kurtuluş’ta öne çıkan eski yapılar arasında İstanbul’un tek Gürcü yapısı, Gürcü Katolik Kilisesi (1861), Baraz Apartmanı (1900), Art-nouveau Sümer Palas (1900), Saint Michel Fransız Lisesi (1886), Bomonti Bira Fabrikası bulunuyor. Dolaşırken mutlaka bunları da ayrıntılı incelemeye çalışın.
1861 yılına tarihlenen İstanbul’un tek Gürcü Katolik Kilisesi…
Kurtuluş’ta mimarları belli olmayan birçok eski bina var. Bazıları bakımsız ve metruk. Fakat mahallede dolaşırken birden karşınıza çıkan binaların cazibesine kendinizi kaptırmadan edemiyorsunuz.
Sokak aralarından yükselen Gospel müziği
Buradan alışveriş yaparken kulağınıza hâlâ Rumca çalınıyor ve nüfusları gittikçe azalan gayrimüslimlerin etkisi hâlâ hissediliyor. Halihazırdaki kültürel çeşitliliğe son yıllarda başka kültürden insanlar da eklendi.
Ara sokaklardaki dükkânlara konumlanmış Afrika uyrukluların kilise etkinlikleri hafta sonları ortaya çok renkli görüntüler çıkarıyor. Yani bir yandan Rum cemaatine ait kiliselerinin çanlarını duyarken diğer yandan Afrikalılara ait kiliselerin içinden yükselen Gospel müziğini duyabiliyorsunuz.
Eski ve yeninin birleştiği semtte günün her saati bir trafik kaosu hâkim olsa da cıvıl cıvıl bir mahalle hayatı var burada. Ne yanı başındaki Nişantaşı’na benziyor ne de Beyoğlu’na. Beyoğlu gibi küresel bir semt ama daha içine kapanık. Yine de her şeyiyle bambaşka bir zaman dilimine aitmiş gibi Kurtuluş…
Meşhur Ermeni mezesi: Topik
Artık yolun sonuna geldik. Ben de bayağı yorulmuş durumdayım. Hedeflediğim son nokta ise Tuşba Meze Evi. Arkadaşlarımı eve davet ettiğimde (mâlum artık dışarısı ateş pahası olduğu için dışarı çıkamaz olduk!) mutlaka Tuşba’ya uğruyorum. Uzun yıllardır içeri girdiğimde heyecanlandığım bu alanda yok yok!
Meşhur Ermeni mezesi “Topik”ten mutlaka alıyorum. Topik, patates ya da un ile karıştırılmış, soğan, fındık ve kuşüzümü dolgusunu çevreleyen ve otlar, baharatlarla tatlandırılmış, nohut bazlı bir vejetaryen köfte.
İçliköfte gibi yapılan bu mezeyi bir kez tadınca hayran kalıyorsunuz. Tarifi ise şöyle:
* 1 çay kaşığı yenibahar
* Birer çorba kaşığı kuşüzümü ve dolmalık fıstık
* 2 orta boy haşlanmış patates
* 1 su bardağı dolusu tahin
* 1 su bardağı haşlanmış nohut
* 2 çay kaşığı tarçın
* Piyazlık şekilde doğranmış 5 orta boy kuru soğan
Öncelikle doğranmış soğanları bir tavaya koyup, üzerine de tuz ve şekeri ilave edip, soğanların rengi dönene kadar kavuruyorsunuz. Ardından kuşüzümü ve dolmalık fıstığı da ekleyip, suyla beraber haşlanmaya bırakıyorsunuz.
Pişen soğanlara yarım su bardağı tahin ekledikten sonra tavayı ocaktan alın. Haşlanmış nohutların üst kısımlarını soyup, patatesleri de ekleyin. Mutfak robotundan geçirip püre haline getirdikten sonra, üzerine kalan yarım bardak tahini ve tuzu da ilave edin ve kıvamlı bir harç haline getirin.
Bu harcı 5-6 parçaya ayırın, streç filmi iki kat yaparak tezgâha koyun. Parçalara ayırdığınız harç hamurunu tek tek avucunuzun içine alın, parmaklarınızla açın ve içine soğanlı harçtan koyup streç film yardımıyla bütünleştirerek top top hazırlayın. Daha sonrasında limon suyu ve tarçın ekleyerek servis edebilirsiniz. Elbette her elin lezzeti farklı olur ve bu kadar “tarihsel” bir lezzeti yakalamak biraz zaman alabilir.
Neyse biz alışverişe dönelim, envai çeşit et ve peynir ürününü tadıyorum. Patlıcan salatasını sever misiniz bilemem ama ben bu lezzete bayılıyorum. Hazır buraya gelmişken denemeden gitmeyin.