Share This Article
Azizler ve Rölikleri
Azizler (hagios) ve kutsal kişiler (hosios) Geç Antik Çağ’dan başlayarak Bizanslıların toplumsal ve bireysel yaşamlarında önemli bir rol oynamışlardır. (1) Bizanslılar, günlük yaşamları içerisinde azizlerle çevrelenmişler, yaşamlarının her alanında onların “varlıkları”nı duyumsamışlardır. Kimdir bu kutsal kişiler ve etkilerinin kaynağı nedir? Hıristiyanlık uğruna ölmüş olan (martyr) ya da kusursuz bir Hıristiyan yaşamı sürdürerek, tanrısal dünya ile yakın ilişkiler kurduklarına inanılan kişiler, azizlik derecesine yükseltilmişler ve büyük saygı görmüşlerdir. Onlara Tanrı tarafından insanüstü güçler bağışlanmış olduğuna ve çeşitli mucizeler gerçekleştirebildiklerine inanılırdı.
Bizans’ın erken döneminde azizlik derecesine yükseltilmek için izlenen biçimsel bir süreç yoktur; onun gücünün kaynağı dünyasal değildir. Genellikle bu kutsal kişiler öncelikle halk arasında yerel anlamda kabul görür ve bir saygınlığa ulaşırlardı. Yavaş yavaş o kişinin fiziksel kalıntılarının etrafında yerel bir kült oluşurdu; röliklerinin bazı mucizeler gerçekleştirdiği inancı yayılır, ikonaları yapılır, onun adına belli bir gün seçilerek yerel olarak kutlanmaya başlanır, belki yoldaşlarından biri onun yaşamını yazardı.
Etkileri ve ünleri yaygınlaşınca da kilise tarafından, kilisenin litürjik takvimine ve aziz kayıtlarına (synaxaria) eklenerek “tescil” edilir, evrensellik kazanırlardı. Palaiologoslar döneminde ise “azizlik” derecesine yükseltilmek, daha çok bürokratik bir sürece dönüşmüştür. Kutsallığın kabulü için Patrik’in mühürü ve kutsal Sinod‘un onayı gereklidir. Bu onaylar için de o azizin ya da röliklerinin gerçekleştirdiği mucizeler sınanırdı. (2)
Azizlerin toplumda büyük bir otoriteleri vardı. Kentleri ve insanları kötülüklere karşı korur, hastaları iyileştirir, mucizeler yaratır, insanlarla Tanrı arasında köprü kurarlardı. Gerçekten de Bizans toplumunda insanlar, Tanrılarına doğrudan ulaşmak yerine bu kutsal kişiler aracılığıyla ulaşmayı yeğlemişlerdir. Tanrı, tıpkı İmparator gibi, sıradan insanlar için ulaşılması güç bir yetke olarak algılanmaktaydı. Kilikyalı bir rahip olan Ioannes Moskhos’un (540-634) böyle bir Tanrı’nın adaleti konusundaki o günlerden gelen görüsü (vision), ilginç bir örnek oluşturmaktadır:
…Çok yüksek bir tahtta oturan birisinin karşısında duruyormuşum gibi geldi bana. Çevresinde binlerce insan duruyordu ve ona yalvarıyor, dileklerini iletiyorlardı. Ama o hiç gevşemedi. Sonra eflatun giysileri içeresinde bir kadının onun karşısına geldiğini gördüm. Yere kapanarak ona şöyle seslendi: Ne olursun, hiç değilse bana uygun bir yanıt ver! Ama O (İsa) hiç yumuşamadı bile. (3)
Kutsal adamlar ya da azizler Bizans kültüründe insanların, her biri tek tek bireysel olan istek ve gereksinimlerini, yüceliği gereği bu özel isteklere uzak olan Tanrı’ya iletmek yükünü üstlenmişlerdir. Azizler, insan olmak niteliği ile insanlara, kutsallıkları nedeniyle de Tanrı’ya yakın olan kişilerdir. Elbette ki Tarı, örnek bir Hıristiyan yaşantısı sürdürmüş ve din uğruna canını vermiş olan bu kutsal insanların sesine daha fazla kulak verecekti. Bu konuda güzel bir örneği 10. yüzyılda yaşamış olan Aziz Nikon’un yaşam öyküsünde (vitae) görmekteyiz: Bir kadın, umarsız bir hastalığa yakalanmış olan kızını Aziz Nikon’un ayakları dibine atar ve dövünerek azizden yardım ister:
… Tanrı ile açıkça konuşabilme ayrıcalığını kullanarak kızımın acılarını dindirmesi için Tanrı’ya yakar. (4)
Kısacası, Bizanslılar hem dünyasal hem de tinsel gereksinmeleri için doğrudan azizlere başvururlardı. Bu kutsal adamlar da onlara, öbür dünya için olduğu kadar – hatta belki de daha fazla– bu dünya için yardım ederlerdi. (5) Aziz öldükten sonra onun işlevini, bedeninden arta kalan kemikleri, kullandığı eşyaları ve bunların parçaları (rölik) ile o azizin fiziksel varlığının yerine geçen betimleri (ikonası gibi) gerçekleştirecekti. İkona ve rölikler, azizlerin görünmez dünyasını görünür, fiziksel temas ve iletişim kurulabilir, yani “gerçek” kılan araçlardı. Onların röliklerine gösterilen saygı bir kutunun içindeki kül ve kemik parçalarına değil, azizin bu parçalarda var olan “fiziksel varlığı”na idi. Nyssa’lı Aziz Gregorios, din şehidi Theodoros’un röliklerini ziyaret eden bir grup dindanı anlatırken şöyle der:
… onu ziyarete gelenler, sanki bütün duyuları, gözleri, ağzı ve kulakları ile yaşayan gerçek bedenini kucaklıyorlardı, sonra da onun çektiği acılar ve merhameti için gözyaşı döktüler ve bu din şehidine, kendisi oradaymış ve (bedeni) tastamammış gibi yakardılar. (6)
Tıpkı azizin bedensel kalıntıları gibi, onun portresi olan ikonalar da azizin oradaki fiziksel varlığı olarak görülmekte, azizin kendisine ya da fiziksel kalıntılarına gösterilen saygı, onun betimine de gösterilmekteydi. Böylece sanat, Bizans kültüründe tinsel dünyanın gerçek dünyaya taşınmasının, görünmezin görünür kılınmasının, söylencenin ve inancın günlük yaşamın içerisinde “cisimleşmesi”nin bir aracı olmuştur.
Khalkedon’lu (Kadıköy) Azize Euphemia
Başlangıçta Khalkedon ve Konstantinopolis için, zaman içerisinde de tüm Doğu Kilisesi, hatta tüm Hıristiyan alemi için önemli bir azize olan Euphemia, MS. 307 yılında Khalkedon’da (bugünkü Kadıköy) Romalılar’ın Tanrı Ares adına düzenledikleri pagan bir festivale katılmayı reddettiği için tutuklanmış ve Priskos’un emri ile uzun süren işkencelerden sonra öldürülmüştür. (7)
Azizenin ölüm tarihi kaynaklarda açık bir biçimde 16 Eylül (307) olarak bildirilmektedir. Fourna’lı rahip Dionysios’un kiliseleri resimleyen ressamlar için hazırlamış olduğu el kitabında, “kadın martyrler” başlığı altında yer alan Azize Euphemia’nın şehitlik günü (ve yortu günü) 16 Eylül olarak belirtilmektedir. (8) Bu tarih, Diokletian ve Maximian’ın konsilliğine (Diokletian’ın 7. ve Maximian’ın 5. Konsilligi) rastlamaktadır.
Bu Konsil’lerin zamanında birçok kilise tahrip edildi, dini kitaplar yakıldı ve Azize Euphemia acı çekti (öldürüldü). (9)
Khalkedon’da şehit edilen azizenin bedeni bir bütün olarak –eti ve kemiğiyle – yine Khalkedon’da kendi adına yapılan bir kilisede bir tabutun içinde muhafaza edildi. Ancak, Tios’lu Konstantinos’tan anladığımız kadarıyla bu beden hiçbir zaman görüşe açık olmadı. (10)
Bazı kaynaklarda azizeye uygulanan işkenceler şöyle sıralanmaktadır: Hapsedilme, kırbaçlanma, çarka bağlanma, ateşe atılma, ağır taşlarla eziyet, canavarlara (vahşi hayvanlar) atılma, sivri şişlerle şişlenme ve kızgın ızgarada yakılma. (11) Anlatılan bu işkenceler kuşkusuz ki daha sonraki tarihlerde kült yaratma çabaları ile abartılmış, olağanüstüleştirilmiştir. Ancak önemli olan 4. yüzyıl başlarında Khalkedon’da böyle bir Hıristiyan kadının Romalılar tarafından öldürülmüş olması ve daha sonra da azize katına çıkartılarak Bizanslılar için önemli bir kült yaratmış olmasıdır.
Khalkedon’daki Euphemia Kilisesi
Tam olarak ne zaman yapıldığı ve tam yeri bilinmese de, 4. yüzyılın sonlarına doğru Khalkedon’da Euphemia adına yapılmış bir kilisenin varlığı çeşitli kaynaklardan bilinmektedir. (12) Euphemia Kilisesi, tarihçi Evagrios’un anlattığına göre, uzunlamasına atriumu olan bir bazilikadır. Bu bazilika, karşı kıyıya, “Konstantinopolis’in muhteşem manzarasına” bakan bir konumdadır. Bazilikanın kuzey tarafına bitişik olarak dairesel planlı ve orta sahına bakan galerili bir rotonda, azizenin gümüş tabut içindeki röliklerinin saklandığı martyria‘dır. (13)
Bağımsız bir yapı olan rotondaya giriş kilisenin içindendi. (14) 451 Khalkedon Konsili’nin toplandığı Euphemia Kilisesi, azizenin mezarının üzerine yapılmıştı. Mango, kilisenin bulunduğu yerin Khalkedon’dan 1,5 km uzaklıkta olduğunu öne sürmektedir. (15) Janin’in planına göre ise bu bazilika bugünkü Kadıköy, Yeldeğirmeni sırtlarındadır. (16) Bugünkü yüksek yapılaşmanın olmadığı bir dönemde Yeldeğirmeni sırtlarındaki bazilikanın, Evagrios’un belirttiği gibi karşı kıyıdaki Konstantinopolis’in muhteşem manzarasına bakıyor olması mümkündür. Başka bir olasılık ise bazilikanın bugünkü Selimiye sırtlarında olmasıdır.
Bu kilise kuşkusuz zengin bir mozaik ve fresko bezemeye sahipti. Amaseia’li Asterios bu kilisede üzeri örtülü bir geçitten söz eder ve duvarlarında Euphemia’nın şehit edilişini anlatan bir resim çevrimi olduğunu belirtir; özellikle de azizenin yaşamından dört sahneyi oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatır. (17) Bunlardan birinci sahne, Euphemia’nın yargılanması, ikincisi azizenin dişlerinin çekilerek işkence yapılması, üçüncüsü hapsedilmesi ve dördüncüsü de onun büyük bir ateşin ortasında yakılmasıdır. Asterios’un anlattığı bu dört sahneden birincisi ve dördüncüsü, yüzyıllar sonra Sultanahmet’teki Euphemia Kilisesi’nde yeniden betimlenmiştir.
Euphemia’nın Khalkedon’daki bu kilisesi, 7. yüzyıl başlarında Khalkedon’a saldıran Persler tarafından yıkılmıştır. (18)
Euphemia kültünün oluşması
Khalkedon’un ilk Hıristiyanlarından olan Euphemia, Romalılar’ın baskılarına karşı büyük bir direniş göstermiş ve yerel Hıristiyan cemaate de öncülük ederek, ilkin Khalkedonlular’ın gönlünde taht kurmuştur; burada, giderek yerel bir kült oluşmuştur. Sonra azizenin ünü hızla yayılmış ve yalnızca Ortodokslar’ın değil, tüm Hıristiyan dünyasının önemli azizlerinden birisi olmuştur. Euphemia kültü, Doğu Roma topraklarında olduğu gibi, daha 4. yüzyılın sonlarında, Avrupa’da da tanınmakta ve saygı görmekteydi. 381 yılında, Batı Akdeniz (ya da Atlantik) kıyılarındaki yurdundan gelerek Konstantinopolis Konsili’ne katılan Egeria, 384 yılında Konstantinopolis’ten ayrılırken yolu üzerindeki kiliseyi ziyaretinden şöyle söz eder:
Khalkedon’da, uzun süredir bildiğim Azize Euphemia’nın ünlü martyrionunu ziyaret etmek için durdum. (19)
Azizenin kültünün oluşmasında, kutsal bedeninin gerçekleştirdiğine inanılan bir mucizenin rolü büyüktür. Euphemia’nın bedeninden sürekli akan kan, sağaltıcı etkisiyle mucizeler yaratıyor ve şifa arayan insanları buraya çekiyordu. Bu olayı Evagrius’un 6. yüzyıldaki tanıklığıyla aktaralım: Euphemia’nın mezarının sol tarafında küçük kapıları olan bir delik vardır.
Ucunda bir sünger olan uzun demir çubuk buradan kutsal kalıntılara doğru uzatılıp birkaç kez çevrildikten sonra çıkartıldığında, süngerin kan ve pıhtı dolu olarak çıktığı görülmektedir. Bu akıntı o kadar boldur ki, dindar imparator, törene katılan ruhban ve bütün insanlar bol bol alıyorlardı. Hatta bu sıvı, şişelere doldurularak bütün dünyada onu şiddetle arzulayan dindar kişilere de gönderiliyordu. (20)
Konstantinopolis Patrigi Theophylaktos (933-956), bu kan mucizesinin Euphemia’nın şehit edilişinin yıldönümlerinde gerçekleştiğini belirtir ve bu mucizeyi şöyle anlatır:
… Beden, neredeyse 400 yıldır mezarında yatıyor olmasına rağmen, sözü edilen günde, kalabalığın gözleri önünde bu kilisenin lideri ölü bedenden kanı süngerlerle pınarından çekmektedir… ve onu camdan yapılmış küçük kaplara doldurarak kalabalığa dağıtmaktadır. (21)
Imparator Maurikios, bu kan mucizesinin Khalkedon ruhbanı tarafından düzenlenmiş bir hile olduğunu düşünerek 593 yılında bu mucizenin sınanmasını istemiştir. Yine Theophylactos’a göre bu sınama şöyle gerçekleştirilmişti:
… Sonra, iktidara geçmesinin 12. yılında İmparator Maurikios, ruhun kutsallığı ile ilgili belli bir düşünceye alelacele kapıldı: o mucizeleri küçümsedi, onları doğrudan reddetti ve bu gizemli olayı insanoğlunun ustaca yapılmış aletlerine bağladı. Bu düşünceyle, mezarın gümüş süslemeleri açıldı ve mühürlerle korunan mezar, böylece kaba inançsızlığın sınamasına tabi tutuldu. O gün geldiğinde, büyük sır sınandı, gizem incelendi, mucizeler soruşturuldu. Ve gerçekleşen mucize yoluyla o (azize) kendi gücünü kuşku götürmez bir biçimde gösterdi. Bir kez daha mezardan güzel kokulu kan aktı, akıntılarla beraber mucize fışkırdı, süngerler güzel kokulu kan ile doldu ve martyr akıntıyı arttırdı… Ve böylece martyr, imparatorun inançsızlığını giderdi. (22)
Azize Euphemia kültünün İmparatorluk çapında ün kazanması ve bir bakıma “resmileşerek” İmparatorluk kültü haline gelmesinde, sözü edilen mucizenin yanı sıra, 451 yılında Khalkedon’da Euphemia Kilisesi’nde toplanmış olan Konsil’in de büyük payı vardır. Kendisi Trakya’da bulunan İmparator Markianos, Konsil toplantısı için Nicaea’ya (İznik) ulaşmış bulunan din adamlarına Khalkedon’a gelmelerini söyler. Böylece kendisi de Konsil toplantısına katılma olanağını bulmuştur. Konsil kararları (tomos) imzalandıktan sonra, Imparator Markianos “kutsal şehit Azize Euphemia’nın onuruna” Khalkedon’a bağışta bulunarak metropolitlik düzeyine yükseltmiştir. (23)
Euphemia kültü açısından bu Konsil önemli bir tarihsel olaydır, çünkü Konsil’in alacağı kararları azize belirlemiştir: Konsil’de büyük tartışmalar çıkması üzerine, azizenin yargıçlığına başvurulmuştur. Tios’lu Konstantinos’un anlatımına göre;
… piskoposlar ‘tomos’u martyr Euphemia’nın mucizeler yaratan roliğinin üzerine koyma akıllılığını gösterdiler. Ve Tanrı cansız ele can üfledi; o, elini uzattı ve kağıdı aldı, onu öptü ve onu Ortodoksluğun hizmetinde olanlara geri verdi. (24)
Anlaşıldığına göre piskoposlar hazırlanan iki karar metnini –ki birisi Ortodokslar’ın diğeri ise karşıtlarının metindir – azizenin tabutunu açarak içine koyarlar. Birkaç gün sonra Konsil üyeleri tabutu açıp bakarlar ki; sapkın (monofizitlerin) karar metni azizenin ayaklarının dibinde, diğer metin ise ellerinde durmaktadır. Böylece bu Ortodoks metin Konsil kararları olarak kabul edilir. (25) Bu olay, tarihsel doğruluğu ve gerçekçi olup olmaması bir yana, Bizanslılar için Euphemia kültünün yetkesini ve önemini göstermesi bakımından önemlidir.
Bu olaydan sonra Euphemia kültü başkent Konstantinopolis’in en önemli ve yaygın kültlerinden birisi haline geldi. Euphemia’nın yerel bir aziz olmasının da, elbette ki bunda payı büyüktür. Tarihçi Evagrios imparatorların, patriklerin ve bütün sınıf ve rütbelerdeki insanların sık sık Khalkedon’u ziyaret ettiklerini, azizenin kutsamasından ve yarattığı mucizelerden yararlanmak istediklerini anlatmaktadır. (26)
Raymond Janin, Konstantinopolis’te bulunan ve “Hagia Euphemia” adını taşıyan –birincisi Hippodrom’daki olmak üzere – beş kiliseden söz etmektedir. (27) Bu, Konstantinopolis’te Azize Euphemia’ya verilen önemin bir göstergesidir.
Hippodrom’daki Euphemia Kilisesi ve yeni kült merkezi
Euphemia’nın 7. yüzyıl başlarına kadar Khalkedon’da kendi adıyla anılan kili- sede bulunan kutsal kalıntıları, özellikle 615-626 yıllarındaki Pers saldırıları Boğaz’ın Anadolu kıyılarını tehdit etmeye başladığında, İmparator Herakleios tarafından buradan alınarak güvenli bir yer olan Konstantinopolis surlarının içine getirilmiş ve bu “bozulmamış beden”, Hippodrom’un bitişiğindeki Antiokhos’un (28) eski sarayının, önceden kiliseye çevrilmiş olan kabul salonuna konulmuştur. (29) Bu kilisenin adı da Hippodrom’daki Azize Euphemia Kilisesi olarak anılmıştır.
1951-52 yıllarında Adalet Sarayı yapımı için gerçekleştirilen temel kazılarında ortaya çıkan yarım-daire şeklindeki portikolu avluda in situ bulunan bir kitabe, bu yapının İmparator II. Theodosius döneminin önemli kişiliklerinden Antiokhos’un sarayı olarak tanımlanmasına yol açmıştır. (30) 52 metre çapında yarım daire bir portiko çevresine, ortadaki altıgen salon en büyükleri olmak üzere, bir dizi salon sıralanmıştı.
Hippodrom’un batısında, bugünkü Adliye Sarayı’nın altında kalmış olan yarım dairesel kolonatlı bir portiğe açılan bu altıgen yapı, sarayın triklinium’u, yani kabul salonuydu. Üzeri bir kubbe ile örtülü olan bu yapı, sarayın sonradan Euphemia Kilisesi’ne dönüştürülmüş olan kısmıdır. Kazılar sırasında bulunan yaklaşık üç yüz tuğlanın damgalarının incelenmesi ile elde edilen veriler, bu yapının 5. yüzyıl başlarında ve bir defada inşa edilmiş olduğunu göstermektedir. (31)
Antiokhos’un sarayının kabul salonu olan merkezi planlı yapı, herhangi bir strüktürel değişiklik yapılmaksızın, 6. yüzyıl başlarında bir kiliseye dönüştürülmüştür. (32) Öncelikle eksen sorunu çözümlenmiş ve sarayın kuzeydoğu-güneybatı yönünde olan ekseni doğu-batı yönünde değiştirilmiştir. Doğu tarafına gelen niş apsis olarak düşünülmüş, bunun tam karşısındaki nişe (batı) yeni bir giriş açılarak doğu-batı doğrultusu sağlanmıştır.
Bu arada eski giriş de kaldırılmamış, daha sonraki bir tarihte biraz daraltılarak önemi azaltılmıştır. Apsis nişinde synthronon, önünde kiborionlu bir sunak masası, bemayı sınırlayan bir templon ve buradan ana girişe (batı) doğru uzanan bir solea’nın varlığını gösteren arkeolojik veriler günümüze ulaşmıştır. Ambon’un varlığına ilişkin arkeolojik bir veri bulunmamasına karşın, olasılıkla vardı. Gerçekleştirilen bu değişikliklerle yapı, erken devir Konstantinopolis kiliselerinin düzenlemesine sahip olmuştur. Bemanın bu düzenlenişi, planları tamamen ayrı olsa da, Stoudios Bazilikası (İmrahor İlyas Bey Camisi) ile hemen hemen aynıdır. Bu düzenleme erken devir Bizans kiliselerinde gerçekleştirilen litürjiye uygun olarak yapılmıştır. (33)
1939 yılı Kasım ayında Hippodrom’un kuzey-batısındaki hapishane binası yıkıldığında, üzerinde freskolar olan bazı Bizans duvarları ortaya çıkmıştır. A.M. Schneider, bu yapının Azize Euphemia Martyrionu olduğunu tespit etmiş ve yayınlamıştır. (34) 6 Ağustos 1942 tarihinde Schneider ve Naumann gözetiminde Alman Arkeoloji Enstitüsü bölgede kazıya başlamış, kazı 5 Aralık 1942 tarihine kadar sürmüştür. Kazı bölgesinin 4-5 metre yüksekliğinde moloz ve toprak ile kaplı (35) olması, yapının en azından alt duvarlarının günümüze kadar korunabilmesini sağlamıştır. Özellikle yapının batı tarafında duvarlar 5 metreye kadar ayakta durmaktadır. Bu da yapının biçimi ve tarihi ile ilgili önemli verilerin elde edilebilmesine olanak sağlamıştır.
Çeşitli tepkilere karşın, 1948 yılında Hippodrom’un batı tarafında kalan alanda, Ibrahim Paşa Sarayı’nın da bir kısmını kaplayacak biçimde, bir Adalet Sarayı inşa edilmesi kararlaştırılmıştı. Üstelik, İstanbul Adliye Sarayı binası için açılan proje yarışmasında, Müsabaka Hazırlama Komisyonu’nun açıklamasının 3. maddesinde “Azize Euphemia Kilise harabesi tamamıyla kaldırılacak, bu kısım da yeni yapı arsası olarak kullanılacaktır” denilmekteydi. (36) Neyse ki yapının büyük bir kısmı uygulanan projede yıkımdan kurtulabilmiştir. Adalet Sarayı’nın yapımı için bölgede temel kazılarına 1950 Haziran’ında başlanmış ve kazılar 1951-52 yıllarında sürdürülmüştür. (37)
1964 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Divanyolu – Adalet Sarayı arasında yürüttükleri kazı çalışmaları sırasında, 12 köşeli planı olan ve içlerinde altışar tane arkosolyum nişi biçiminde mezar bulunan iki mausoleum ortaya çıkartılmıştır. (38) Bu yapılar kilisenin kuzey-doğu nişinin iki yanındaki küçük yuvarlak odalara ve dolayısıyla da naosa bağlantılıydılar. Bunlar daha geç bir devire aitler. Böylece yapı, zaman içerisinde çok sayıda mezardan oluşan bir kült merkezi haline dönüşmüştür.
Azize Euphemia Kilisesi kazılarından…
İkona-karşıtı dönemde Euphemia kültü ve kilisesi
İkona-karşıtı İmparator V. Konstantinos döneminde (741-775) kilisenin profanlaştırılmasına ve kilisede bulunan azizenin mezarının ve röliklerinin çeşitli saldırılara uğramasına tanık olunmaktadır. Bizans halkının ikonalarına ve azizlerine olan derin bağlılık ve saygıları, ikona-karşıtı imparatorları elbette ki rahatsız etmekteydi ve bu nedenle de tıpkı ikonalar gibi, kutsal kişilerin rölikleri de ikonakırıcıların saldırılarına hedef olmuştur.
Rölikler, bir azizin kültünün sürekli olarak beslendiği, kutsal kişinin “nesnel kalıntısı” olarak, o kültün yetkesinin devamlılığını sağlamak açısından önemlidir. O azizin kültünün merkezini oluşturan rölik, kutsal kişi ile ona inananlar arasındaki nesnel bağı da oluşturmaktadır. Röliklerin birer hac merkezi olmalarının nedeni de budur. (39) Bizanslılar için her üçü de –yani azizin kendisi, onun rölikleri ve onun imgesi – aynı şeydi ve bir tapınma objesi olarak eşdeğer saygı görmekteydiler. Bu nedenle de ikonalar kadar –belki ikonalardan da fazla – azizlerin rölikleri de ikona-karşıtı tepki ile karşı karşıya kalmıştır. Özellikle de ikona-karşıtlarının köktenci bir kanadı, belli sorunların çözümü için azizlere başvurulmasına, ya da azizlerin belli kişilerin ya da kentlerin koruyucusu olarak görülmelerine büyük tepki gösteriyor, yerel kült merkezlerine karşı Jakobence harekete geçiyorlardı. (40) İkona-karşıtı dönemin ilk iki imparatoru, III. Leon ve V. Konstantinos, röliklere karşı bir saldırı başlatmışlardır. (41)
Etkin bir kült olan ve Konstantinopolis halkının gözünde büyük bir itibarı olan Azize Euphemia’nın kültü ve rölikleri de bu saldırıdan en büyük payı aldı.
İkona-karşıtı dönem sonrası Bizans kaynaklarına göre Euphemia’nın martyri- onu ikona-karşıtı dönemde çok kötü davranışlarla karşı karşıya kalmış, kutsal naos cephanelik, ahır, hatta hela olarak kullanılmıştır. Theophanes, V. Konstantinos’un Euphemia’nın roliklerine ve kilisesine yaptıklarını şöyle anlatmaktadır:
O yıl (765/6) bu kutsal değerlerini yitirmiş İmparator, kutsal martyr Euphemia’nın paha biçilmez röliklerini, tabutuyla birlikte denize attı; çünkü, bütün insanların gözleri önünde akan mucizevi mürü seyretmenin ve azizlerin arabulucu (olarak) güçlerine karşı yönelttiği anlamsız (savların) yalanlanmasının acısına katlanamıyordu. Ancak, onların kemiklerinin koruyucusu olan Tanrı, onları oldukları gibi korudu ve onu (Euphemia’nın tabutunu) Lemnos adasına götürdü. (42)
Tios Piskoposu Konstantinos ise roliklerin denize atılması olayını ve sonra da kilisenin din dışı bir işlev için kullanılmasını şöyle anlatmaktadır:
Karanlık bir gecede kutsal olmayan (kâfir) imparator, kendisi gibi inançsızlarla birlikte geldi ve mezarı açarak içindeki rölikleri tabutuyla birlikte aldı ve onun yerine beraberinde getirdiği kurumuş kemikleri bırakarak oradan ayrıldı. Rölikleri önce sarayın şapellerinden birine koydu. Burada, kız kardeşleri ve kızları gizlice gelip azizeyi tütsü ve çeşitli kokularla onurlandırma olanağına sahiptiler. Bu kötü yaratık (imparator) bunu duyunca onu (tabutu) denize attırdı… Ve ertesi gün kutsal-olmayan bir heyet oluşturarak, ve azizeye doğru dilini çıkartarak, şöyle dedi: Gidin ve Euphemia’nın röliklerinin bir bütün olarak korunduğunu ve bu rölikten mür aktığını söyleyenlerin yanlışını kendi gözlerinizle görün. Bunun üzerine gittiler ve kuru kemiklerin dışında hiçbir şey bulamadılar. Ve bütün şifalar yalnızca bir aldatma ve hile olduğundan, kendi budalalıkları için yakındılar, ve tabutu ve sunağı tahrip ettiler, kiliseyi vaftizsiz ve eğitimsiz insanların mekânı yaptılar; burayı, ganimet olarak başkente verilen savaş tutsakları ile doldurdular. Ve diğerleri, silah yapımcıları ve kaba işçiler, demir ocaklarını burada kurdular. Böylece kiliseyi dünyevi bir yapıya dönüştürdüler ve bema gözlerden gizlenen bir yer olduğundan, helayı oraya yaptılar. (43)
Bu örnekler, ikona-karşıtı dönemde dünyasal ve tinsel yetke arasında süregiden amansız mücadeleyi açık seçik olarak gözler önüne sermektedir.
İkona-karşıtı dönem sonrasında kültün restorasyonu
İrene döneminde, Khalkedon piskoposu bir düşünde Euphemia’nın rölikleri- nin Lemnos adasında olduğunu öğrenir. Hatta Lemnos halkı, Tios Piskoposu Konstantinos’un belirttiğine göre, adada Azize Euphemia’nın roliklerini yerleştirmek üzere azizenin adını taşıyan bir kilise de yapmıştı. (44) Adalıların rölikleri geri vermek istememeleri ve bunun için direnmelerine karşın, Euphemia’nın rölikleri tekrar Konstantinopolis’e getirtilmiş ve kilisesine yerleştirilmişti. (45) Böylece, Hippodrom’daki kilise yeniden Euphemia kültünün merkezi haline gelmiştir.
Tios’lu Konstantinos, bu dönüş yolunda röliklerin, doğrudan doğruya bunların getirilmesini sağlayan üst düzeyli memurlar ve imparatorluk ailesinden bazı kişiler tarafından yağmalandığını ve ancak belli bir kısmının Konstantinopolis’teki Euphemia Martyrionu’na konulabildiğini bildirmektedir. Khalkedon’daki Konsil’de kutsal tomos‘u tutan sağ kolunun Niketas Monomakhos tarafından Sicilya’da yaptırdığı kiliseye konulduğu, bir kısım parçalar Lemnos’ta kalmış olduğu, ancak kafatasından bazı parçaların Konstantinopolis’teki martyrionuna getirildiği öne sürülmüştür. (46)
Theophanes, röliklerin geri getirilerek kültün resorasyonu konusuna şu sözleriyle tanıklık etmektedir:
… (Khalkedon Piskoposu) bir gece düşünde görerek onun (röliklerin) saklandığı yerden alınarak getirilmesini buyurdu. Dindar Konstantinos ve İrene döneminde (kemikler) tekrar kendi kilisesine getirildi. Irene ve Konstantinos, onun (V. Konstantinos) tanrı-tanımazlığını çürütürcesine ve kendi inançlılıklarını gösterircesine (Euphemia Kilisesi’ni) temizlettiler, yeniden inşa ettiler. Bu suçu işleyen kişinin (V. Konstantinos) ölümünden 22 yıl sonra da, ben bu güzel ve hep hatırlanacak mucizeyi (kilisenin yeniden kutsanarak açılması), dindar Imparator’un ve Patrik Tarasios’un huzurlarında, gözlerimle gördüm ve (tabutunu) öptüm. (47)
İkon-karşıtı yıkımın yapı üzerindeki boyutlarını tam olarak bilemiyoruz, ancak yapının ana strüktürünün zarar görmemiş olduğu görülüyor. İkona-karşıtı dönem sonrası restorasyonun (796-7) daha çok yapının bezemesi ve templon, sunak masası gibi kilise litürjisine yönelik iç düzenlemenin baştan yapılması ile sınırlı olduğunu görmekteyiz. (48) Rölikler, daha sonra da Bizans İmparatorluğu’nun sonuna kadar burada kaldı. Bu restorasyonda kilisenin resim programının da yenilenmiş olması gerekir, ancak bu konuda hiçbir bilgimiz yok. Irene yapının yönetimini Khalkedon Metropolitliği’ne bağlamıştır.
12. yüzyılın sonları ve 13. yüzyılın başlarında Konstantinopolis’i ziyaret eden Rus hacılardan, Euphemia’nın röliklerinin – en azından önemli bir kısmının kent duvarları dışındaki bir tapınakta saklanmakta olduğunu, Hippodrom’daki Euphemia Kilisesi’nde ise yalnızca azizenin başının ve boş tabutunun bulunduğunu duyuyoruz. 1200 yılında Konstantinopolis’e gelen Novgorodlu Anthony, Euphemia’nın bedeninin sur dışındaki bir kilisede bulunduğunu, azizenin martyrionunda ise yalnızca boş tabutunun olduğunu belirtmektedir. (49)
1204-1261 yılları arasında Konstantinopolis’teki Latin işgali sırasında zarar gören Euphemia Kilisesi, 13. yüzyılın sonlarında (1280-1290 arası) yeniden ele alınarak restore edilmiş, içerisi freskolarla bezenmiştir. Bu resim programı günümüze de kısmen ulaşabilmiş olan programdır. (50) Bu onarım sırasında, azizenin kemikleri de batı tarafındaki nişteki arkosolyuma taşınmıştır.
14. yüzyılda Kadıköy tamamen Türklerin eline geçince, kilise de yaklaşık 1350 yılında Khalkedon Metropolitliğinden Konstantinopolis Patrikliğine bağlanır. (51) Bu döneme kadar azizenin martyrion kilisesi ve ona bağlı olan topraklar, yapı Konstantinopolis’te olmasına karşın, Khalkedon Metropolitliği’nin yönetimi altında bulunmak- taydı. 14. ve 15. yüzyıllarda Euphemia kültünün hem Bizanslılar hem de diğer Ortodokslar için önemini koruduğunu, Konstantinopolis’i ziyaret eden Rus hacıların anlattıklarından öğreniyoruz.
Hem 1349’da Konstantinopolis’i ziyaret eden Novgorodlu Stephen, hem de 14. yüzyılın sonlarında gelen bir Rus anonimi, azizenin Hippodrom’daki martyrionunu ve kent duvarları dışındaki tapınağını ziyaret etmişlerdir. Her ikisi de, 13. yüzyıl başında Konstantinopolis’i ziyaret eden Novgorodlu Anthony’yi doğrulayarak, Hippodrom’daki kilisede boş tabutla azizenin altın bir muhafaza içerisindeki kafasını gördüklerini, surların dışındaki kilisede ise azizenin bedenini gördüklerini belirtmektedirler. (52)
Yapının ne zaman yıkıldığı ve fetihten yıkılışına kadar olan süre içerisinde ne olarak kullanıldığı konusunda fazla bilgimiz yok. Ancak, azizenin rölikleri büyük bir olasılıkla fetihten sonra Patriklik kilisesi olan Pammakaristos Manastırı’na (sonradan Fethiye Camisi) taşınmıştır. (53) Böylece yapı işlevsiz kalmış ve zaman içinde harabeye dönüşmüştür. A.M. Schneider’e göre, bu yapı 16. yüzyılda yıkılmıştır. (54) 18. yüzyılda Nur-u Osmaniye Camisi yapılırken molozun buraya dökülmesiyle zarar görmüş olabilir. (55) Ancak bu bölgenin moloz dökülen bir alan olarak seçilmesi, yapının o dönemde bir işlev verilemeyecek kadar harap olduğunu da göstermektedir. Olasılıkla bu dönemde kilisenin üstyapısı zaten yıkılmıştı. 18. yüzyılda ise kilise tamamen gözden kaybolmuştur. 1939 yılında, bu bölgede inşa edilmiş olan cezaevi binası ve bazı konutların yıkılmasıyla kilise tekrar ortaya çıkabilmiştir.
Azize Euphemia’nın röliklerinin bir kısmı, bugün İstanbul’da Patrikhane’de muhafaza edilmektedir. Olasılıkla 1455-1586 tarihleri arasında, Patrikhane kilisesi olan Pammakaristos Manastırı Kilisesi’nde saklanmış, daha sonra da (1612’den önce) bugünkü Patrikhane’ye taşınmıştır. Bu, azizenin altın bir kaplama içerisindeki koludur.
Hippodrom’daki yapı
Yapı, merkezi planlı, her bir kenarında büyük bir niş bulunan bir altıgen biçimindedir. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülü olan yapının orijinal girişi, güney-batı tarafındaki nişten, arkadlı bir sigmadandı. Dış tarafta, nişlerin arasında yer alan sundurmalar ise tali girişler olarak işlev üstleniyordu. Ancak yapı kiliseye dönüştürüldüğünde ana giriş batı nişinin içinden açılarak doğu-batı aksı sağlanmıştır. Doğu tarafındaki niş ise apsis olarak kullanılmış ve içine synthronon sıraları yapılmıştır. Yapının bir narteksi yoktur, ancak Antiokhos sarayının arkadlı sigması bir atrium işlevini üstleniyor olabilir. (56) Yapının bir galerisi de yoktur; galeri eklenmesi yapının baştan inşasını gerektirirdi.
Duvarların, özellikle de batı tarafında 5 m’ye kadar korunmuş olması, duvar tekniğinin açıkça görülmesini sağlamaktadır. Yapının duvarları, birbirine demir ve kurşun kenetlerle tutturulmuş kesme taştan inşa edilmiştir ve arada tuğla kuşaklar vardır. Yapının kubbe ve yarım kubbelerden oluşan üst kısımları ise tamamen tuğladan inşa edilmiştir. (57)
Günümüze ulaşabilmiş olan bazı mimari parçalar, Hippodrom’daki Euphemia Kilisesi’nin görkemi hakkında bir fikir vermektedir. Özellikle, başkentte çok ender rastladığımız (58) mermer üzerine renkli cam kakma sütunlar, tüm bema düzenlemesinde kullanılmıştır. Ayrıca bir kısmı müzede, bir kısmı kilise kalıntısının çevresinde olmak üzere korunan birçok kaliteli mimari plastik parça, yapının önemli bir yapı olduğunun göstergesidir. Kazılar sırasında bulunmuş olan Euphemia’nın mermer rolyef ikonasından, azizenin yüzünün tamamen görülebildiği ve isminin yazılı olduğu bir parça Istanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır.
Euphemia kilisesinin freskoları: Azizenin yaşam öyküsü çevrimi
Bizans kültüründe aziz kültleri çok önemli bir yer tutmaktadır. Bizans kültürü- nün bu kutsal kişi merkezli (hagio-centric) niteliği, Bizans anıtsal resiminde aziz yaşamlarını anlatan çevrimlerin özellikle popüler olması gerektiğini düşündürmektedir. Ancak böyle değildir. Bizans anıtsal resminin bugüne ulaşabilmiş örneklerinde, en az iki sahnenin yan yana getirilmesi ile oluşturulmuş azizlerin “yaşam öyküsü çevrimi”ne, beklenenden çok daha az bir sayıda rastlanmaktadır.
Azizler, yaşam öykülerini betimleyen çevrimlerden çok, öyküleyici olmayan ikonik bir pozda betimlenmişlerdir. Metaphrastes’te yaklaşık 150 azizin yaşamı yer almaktayken, bunlardan ancak 18’inin yaşamı bir anıtsal resim çevrimine konu olmuştur. (59) İkona-karşıtı dönemin sonundan 14. yüzyıl ortalarına kadar olan dönemden halen ayakta duran yapılardaki duvar resimlerinde yer alan 18 azizin yaşam çevriminin dökümü yapıldığında, bunlardan, içinde Azize Euphemia’nın da bulunduğu 8 azizin birer öyküleyici çevrimi; 3 tanesinin ikişer; bir tanesinin üç; 3 tanesinin dörder; 1 tanesinin 6; bir tanesinin 31; bir tanesinin de 36 yaşam çevrimi olduğu görülmektedir. Bunlardan da yalnızca birisi kadın azizdir: Euphemia. (60)
Bugün Hagia Euphemia Kilisesi kalıntılarında görülen fresko bezeme yapının son dönemi ile ilgilidir ve günümüze ulaşan resim programının en büyük kısmını, yapının batı tarafında yer alan ve Euphemia’nın yaşam öyküsünü betimleyen on dört sahnelik çevrim oluşturmaktadır. Yedi metre genişliğinde olan ve batı nişinin alt duvarını tamamen kaplayan bu çevrim, yapının, Khalkedon’daki martyrionun mirasçısı olarak Euphemia’nın mezar-kilisesi olduğunu göstermektedir. Yapıda güney-doğu nişinde bulunan piskopos freskosu sonradan tamamen yok olmuş, güney-batı duvarındaki Sebasteia’nın (Sivas) Kırk Şehidi sahnesi ise yıpranarak bugün tanınmaz hale gelmiştir. Bizim üzerinde duracağımız Euphemia’nın yaşamını öyküleyen çevrim ise bugün, zor da olsa halen tanımlanabilir haldedir.
1. Bu çevrimin ilk sahnesi Euphemia’nın doğumunu anlatan betimdir. Oldukça hasar görmüş olan sahnede, ortada Euphemia’nın annesi yüksekçe bir yatakta yatmaktadır. Solunda elinde hediyelerle gelen iki kadın görülmektedir. Sağ alt köşede ise iki kadın yeni doğmuş olan Euphemia’yı yıkamaktadırlar. Sahnenin kompozisyonu Meryem’in doğumu ikonografisi ile neredeyse aynıdır.
2. İkinci sahne tahtta oturan Euphemia ile bir grup Hıristiyan’ı göstermektedir. Azize, iç mekân olduğu anlaşılan bir yerde gösterişli bir tahta oturmuş, elinde bir kağıt tomarı tutmaktadır. Karşısında duran kalabalık, Khalkedon’lu Hıristiyanlardır. Üzerlerinde saray giysileri vardır, ancak duruşları ve göğüslerine koydukları elleri ile azizeye karşı derin bir saygı içerisindedirler.
3. Üçüncü sahnede tartışmaların olduğu mahkeme sahnesi ve terbiye edilen (cezalandırılan) Hıristiyanlar betimlenmiştir. Yargıç ile Apellian bir tahtta oturmuşlar, karşılarında ise Euphemia, arkasında bir grup insanla duruyor. Euphemia ve arkasındaki kalabalık ile yargıç arasında bir tartışma sürmektedir. Kompozisyon, esas olarak ikinci sahnenin kompozisyonunun bir tekrarı; yalnız ön planda yerde daha küçük figürlerden oluşan bir ikinci grup bulunmaktadır. Aslında ayrı bir episod olan bu olay da sahneye, sahnenin bütünlüğünü bozmayacak bir biçimde eklenmiş. Burada, yere yatırılmış olan üç çıplak figür, azizenin ayakları dibinde mahkeme görevlileri tarafından kırbaçlanarak cezalandırılmaktadırlar. Euphemia’nın onlara doğru uzanan eli, azizenin onların savunucusu olduğunu göstermektedir.
4. Dördüncü sahnede “tekerlek işkencesi” anlatılmaktadır. Burada da iki ayrı episod aynı sahnede anlatılmıştır. Resimin orta yerinde görülen büyük çark Priskos’un yaptırdığı bir işkence aletidir. Azize Euphemia bu çarka bağlanmış, görevliler ipleri çekerek mekanizmayı harekete geçiriyorlar. Soldaki iki figür ise Euphemia ile bir melek. Azize, gözlerini gökyüzüne kaldırmış, Tanrı’dan yardım istiyor. O sırada melek yanında beliriyor. Melek, işkencenin sonuçlanmasından önce azizenin çarktan çözülerek kurtulmasını sağlayan melektir. Sağ alt köşede boş çarkın önünde diz çökmüş olan mahkeme görevlisi, bu mucizenin gerçekleştiğinin göstergesi olarak kompozisyonda yerini alıyor. Üçüncü sahnede olduğu gibi, bu sahnede de aynı olayları betimleyen kısımları birbirinden ayırmak için figür grupları farklı boylarda çizilmiş, ikincil konuyu oluşturan figürler daha küçük yapılmışlardır.
5. Bu sahnede Euphemia’nın ateş fırınına atılması ve iki askerin Hıristiyan dinine yönelmesi anlatılmaktadır. Uzun bir öykü burada en kısa bir biçimde anlatılmaktadır. Ortada bir ateş fırının üzerinde Azize Euphemia duruyor. Etrafını alevler sarmıştır. İki yanında ise birer asker, alevlerden etkilenmeyen azizeye şaşkınlıkla bakıyorlar. Öyküde, bir melek inerek azizeyi bağlayan zincirleri çözmekte ve azize böylece bu işkenceden de mucizevi bir biçimde kurtulmaktadır. Bu iki asker, bu mucizeden etkilenerek Hıristiyan olan ve bir sonraki sahnede kendileri de infaz edilen Viktor ve Sosthenes’tir.
6. Bu sahnede anlatılan Aziz Viktor ve Sosthenes’in şehit edilmesi olayı, bir önceki sahnenin devamı niteliğindedir. İki asker, elleri arkadan bağlı olarak mağara kovuğu gibi bir yere bırakılmışlardır. İki aslan üzerlerine çıkmış, onları parçalamaya hazırlanıyorlar. İki asker burada, bir önceki sahnedeki basit Romalı giysileriyle (tunica exomus) değil, Bizans soylularının giysileri içinde betimlenmişlerdir. Kayaların arkasındaki iki yarım figür görülmektedir.
7. Bu sahnede demir bir çerçeveye el ve ayaklarından bağlanarak gerilmiş Euphemia’ya, üzerine ağırlık konularak işkence edilmesi anlatılmaktadır. İki çarkı birleştiren bir aks, azizenin sırtına binmiş durumdadır. İki asker, azizenin sırtına bindirilmiş çarkı, iplerini çekerek kaldırmaktalar. Demir çerçeve ise dört köşesinden biçimlendirilmiş taşların üzerine oturmaktadır.
8. Burada Euphemia’nın Priskos tarafından yırtıcı deniz canavarlarına atılması ve azizenin mucizevi bir biçimde kurtulması anlatılmaktadır. Ortadaki gölün içinde azize ayakta duruyor ve ellerini dua eder gibi yukarı doğru uzatmış. Gökyüzünden, iç içe konuşma balonları gibi Euphemia’ya uzanan çizgiler, Tanrı’nın ona uzandığını ve koruduğunu göstermektedir. Azizenin sağında ve solunda yer alan ikişer deniz canavarı ise, ellerini önlerinde birleştirmiş, adeta ondan af dilemekteler. Bu dört masalsı yaratık, suya atılan Euphemia’yı incitmeden suyun dibinden yüzeye taşımışlar ve kurtarmışlardır. Kompozisyonun sağ üst köşesinde, saraya benzer bir yapının içinde Priskos, bu olayı izlemektedir. Simetrisinde ise yine iki kişi şaşkınlıkla birbirlerine bakmaktalar. Bu iki kişi olayın gerçekliğinin bir kanıtı olarak, olayın ‘görgü tanıkları’ olarak kompozisyona dahil edilmiş olabilirler.
9. Euphemia’ya kurulan kurt tuzağının anlatıldığı dokuzuncu sahnede, kazılan büyükçe bir çukurun dibine keskin taşlar, mızrak uçları ve bıçaklar, sivri tarafları yukarı gelecek biçimde dikilmiştir. Ancak Euphemia buradan sağ esen geçip gider, onun yerine çukura bu tuzağı hazırlayan görevliler düşerek ölürler. Sahnenin ortasında bu tuzak çukuru yer almaktadır. Euphemia sağ tarafta ayakta durmakta, ellerini göğe doğru kaldırmış, kendisini bu tuzaktan kurtaran Tanrı’ya şükran duası etmektedir. Bakışları ise çukura yöneliktir. İki görevli kendi kazdıkları çukura düşmekteler, kompozisyonun sol tarafında yer alan bir üçüncüsü ise korkuyla geriye doğru çekilmiştir. Arka plandaki kayalık tepenin ardında yine diğer mucize sahnelerinde gördüğümüz iki “görgü tanığı” yer almakta, sağdaki eliyle Euphemia’yı işaret ederken, çukura doğru bakan diğerine şaşkınlık içerisinde gördükleri olayı anlatmaktadır.
10. Arka planda iki büyük yapının resim yüzeyinin yarıdan fazlasını kapladığı bu sahnede, ön planda Euphemia yarı çıplak olarak yere yatırılmış, biri baş tarafında, diğeri ayakucunda iki görevli tarafından kırbaçlanmaktadır. Askerler kamçılarını başlarının üzerinde kaldırmış, azizeye vurmak üzereler. Sol taraftaki yapının penceresinden ise Priskos bakmaktadır.
11. Azizenin bedeninin testere ile parçalara ayrılarak, bu parçaların külleri tamamen yok oluncaya kadar tavaların içinde yakılması, uygulanacak işkenceler arasındadır. Ancak azizeyi kesmeye çalışırlarken keskin testere keskinliğini yitiriyor, tavalardaki ateşler sönüyor. Bu sahnede yalnızca testere ile kesilme olayı betimlenmiştir. İki kişi, büyük testereyi (bıçkı) birer ucundan tutmuşlar, azizeyi başından aşağıya doğru kesmeye hazırlanıyorlar. Euphemia’nın hemen yanında ise diz çökmüş bir kadın figürü görülmektedir.
12. Arena’da ölüm. Azize bir arenanın ortasında orans pozda durmaktadır. Etrafında üç aslan iki ayı vardır. Bu yırtıcı hayvanlar ona dokunmuyorlar, tersine ayaklarını öpüyorlar. Ancak gökyüzünden bir ses Euphemia’ya martyr tacını vaat ederken, ayılardan biri ona yaklaşarak ısırır ve bu küçük yara onu ölüme götürür.
13. Euphemia’nın cenazesinin anlatıldığı on üçüncü sahne büyük zarar görmüştür ve yalnızca tabutun bir kısmı ile tabutun yanında Euphemia’nın anne ve babası, sol tarafında bir gurup ağlayıcı kadın, sağ tarafta ise iki piskoposun ayakları görülebilmektedir. Bu sahne azizenin tabutu başında yapılan prothesis törenini betimlemektedir.
14. Euphemia çevriminin son sahnesi azizenin Khalkedon Konsili’nde gerçekleştirdiği mucizeyi anlatmaktadır. Bu sahnede tabutunun içindeki azize, elinde bir kağıt tomarını bir gurup piskoposa doğru uzatmakta, ayaklarının altında ise bir başka kağıt tomarı durmaktadır.
Sahnelerin birçoğunda resim düzleminde arka arkaya dizilen öğeler, resim düzlemini katmanlar halinde arkaya doğru kademelendiriyor ve bir derinlik duygusu veriyor. Bu, resimde bir uzam tasarımı çabası olduğunu gösteriyor. Bu özellik Bizans resminin son evresinin bir özelliğidir. Kariye freskoları ile biçemsel yakınlığı var. Buradan da yola çıkarak 14. yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilmektedir. (61)
Bir öneri:
Yapı bugün neredeyse tamamen yıkılmış, büyük kısmıyla kazılar sonrasında ortaya çıkartılmış olan duvarlardan ibarettir. Ancak yapının arkeolojik kalıntıları, tam bir restitüsyonunu yapabileceğimiz verileri sağlamaktadır. (62) Yapı, hem İstanbul’un en eski yapılarından birisidir, hem de sonradan kiliseye dönüştürülmüş ender sivil yapılardan biridir. Bu bakımdan mimarlık tarihi açısından çok önemli bir yapıdır. Yapının resim programından ise çok önemli bir kısım, Euphemia’nın yaşam öyküsünü oluşturan çevrim, oldukça kötü bir durumda olmasına karşın, günümüze ulaşabilmiştir.
Bu freskoları korumak üzere, kazılardan sonra freskoların bulunduğu duvarı örtmek üzere yaptırılan yapının çökmüş olan çatısı, 1996’da İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından onarılmıştır. Her ne kadar freskolar bugün kazılardan hemen sonraki durumlarına göre epeyce yıpranmışlarsa da, henüz tamamen kaybedilmiş değillerdir.
Euphemia’nın tuzaktan mucizevi kurtulması. Fotoğraf: Naumann – Belting.
Ortaçağ Konstantinopolisi’nden günümüz İstanbulu’na varlığını sürdürebilmiş olan ve dünyada Euphemia’ya ait ‘tek’ yaşam çevrimi olan bu fresko, gerek eski fotoğrafları, gerekse bugün görülebildikleri kadarıyla, restore edilebilir durumdadır. Freskoların restorasyonu yapı ile ilgili yapılması gereken en ivedi iştir. Bunun yanı sıra, yapının bugün ayakta kalabilmiş kısımları ile korunabilmesi gereklidir. Yapı ve çevresi temizlenerek kolayca kazı sonrasındaki durumuna getirilebilir.
Elbette ki böyle bir yapının, en azından bugünkü hali ile korunup gelecek kuşaklara aktarılması ivedi bir görevdir, ancak bu önemli kültür mirasımızın aynı zamanda insanların görebilmesine, gezebilmesine açık bir duruma getirilmesi de önemlidir. Yapı, bugün içinde yer aldığı Adliye binasının otoparkının demir parmaklıkla çevrili sınırları dışına çıkartılmalı ve yapılacak düzenlemelerle ziyarete açık bir hale getirilmelidir. Bu, yaşadığımız kente, onun yurttaşlarına, tarihine, kültürel birikimine karşı, dahası insanlığa karşı bir görevdir.
Bu makale, Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) 1998 ilkbahar döneminde verdiği Dok- tora Sonrası Yurtdışı Bursu ile ABD’de University of Illinois’da üç ay çalışarak yürütmeye başladığım ve halen sürmekte olan, İstanbul’daki Euphemia kilisesi ile ilgili araştırmamdan derlenerek hazırlanmıştır. Söz konusu çalışmam bir proje ve kapsamlı bir yayın olarak hazırlanmaktadır. Bana bu olanağı sağlayan TÜBA’ya ve beni üç ay boyunca konuk eden Illinois Üniversitesi’ne, Prof. Robert Ousterhout ile Prof. Henry Maguire’a teşekkür ederim (E.A.)
Çizimler, Rudolf Naumann ve Hans Belting’in Die Euphemia-Kirche am Hippodrom zu Iskanbul und ihre fresken (Berlin, 1966) adlı kitabından alınmıştır.
Bu yazı 1998 yılında “Sanat Dünyamız” dergisinin 69-70. Sayısında yayımlanmıştır.
Dipnotlar:
1) Peter Brown, “The Rise and Function of the Holy Man in Late Antiquity”, Society and The Holy in Late Antiquity, (P.Brown, ed.), Los Angeles 1982, 103-152.
2) Ruth Macrides, “Saints and Sainthood in the Early Palaiologan Period”, The Byzantine Saint, (S. Hackel, ed.), London 1981, 67-87.
3) Pratum Spirituale, PG LXXXVII, 2905 B. Buradaki alıntı Brown, “The Rise and Function…” dan aktarılmıştır.
4) D. F. Sullivan (transl. and comm.), The Life of Saint Nicon, Brookline, Mass. 1987, s. 101.
5) Rosemary Morris, “The Political Saint of the Eleventh Century”, The Byzantine Saint, (S. Hackel, ed.), London 1981, 43-50.
6) PG 46. 740 B’den aktaran E. D. Hunt, “The Traffic in Relics: Some Late Roman Evidence”, The Byzantine Saint (S. Hackel, ed.), London 1981, 171-180, bkz. s. 179.
7) Alban Butler, The Lives of the Saints, London 1934, Vol.IX, s. 205.
8) Bkz, Paul Hetherington, (Ed.), The ‘Painter’s Manual of Dionysius of Fourna, London 1978, s. 63.
9) P. Karlin-Hayter, “A note on bishops, saints and proximity to Constantinople”, Constantinople and Its Hinterland, (C. Mango-G. Dagron, ed.), Cambridge 1995, 397-409, s. 404. Burada ölüm ve yortu günü olarak 17 Eylül verilmektedir. Ancak biz, birinci derecede bir kaynak olduğundan, rahip Dionysius’un ressamlara önerdiği 16 Eylül tarihini esas alacağız.
10) Karlin-Hayter, a.g.e., s. 404.
11) Butler, a.g.e., s. 206.
12) Mango. The Art of the Byzantine Empire 312-1453, Sources and Documents, Toronto 1986, s. 30, dipnot 32.
13) Evagrios, Hist. eccles. II, 3’ten çevirerek aktaran; Mango, Art of the Byzantine Empire, s. 30.
14) Robert Milburn, Early Christian Art and Architecture, Berkeley-Los Angeles 1988, s. 124.
15) Cyril Mango, “Euphemia, Church of Saint”, The Oxford Dictionary of Byzantium, (A. Kazhdan et.al., ed.), New York 1991.
16) Bkz; Raymond Janin, La géographie ecclésiastique de l’empire byzantin, T. 3, Les églises et les monastères, Paris 1953, Levha No: XII. Schneider’ın planı da bu konumu az çok doğrulamaktadır: bkz, A.M. Schneider, “Sankt Euphemia und das Konzil von Chalkedon”, Das Konzil von Chalke- don (A. Grillmeier-H. Bacht, ed.), 1951 Würzburg, Band I, s. 291-302, Abb.2.
17) Asterius of Amasea, On the Martyrdom of St. Euphemia, P.G. 40: 336 A-337 C. Bu metnin Ingi- lizce çevirileri için bkz; Mango, Art of the Byzantine Empire, s. 38-9.
18) Mango, “Euphemia, Church of Saint”, s. 747.
19) Egeria, Itinerarium, ed. P. Maraval, SC 296, (Paris, 1982), 23.7-8’den aktaran; Karlin-Hayter, age., s. 403-4.
20) Mango, Art of the Byzantine Empire, s. 30.
21) Theophylactos’tan yapılan bu aktarma için bkz; Karlin-Hayter, a.g.e., s. 397-409, 405.
22) Karlin-Hayter, a.g.e., s.405-406. Bu konu ile ilgili daha fazla bilgi için bkz, H. Grégoire, “Sainte Euphémie et l’empereur Maurice”, Muséon 59 (1946), 295-302.
23) Karlin-Hayter, age, s. 404.
24) Constantine of Tios’tan aktaran Karlin-Hayter, age, s. 405.
25) A. Kazhdan, N. P. Şevçenko, “Euphemia of Chalkedon”, The Oxford Dictionary of Byzantium; John Julius Norwich, Byzantium, The Early Centuries, New York 1992, s. 156; Butler, age, s. 206.
26) Butler, age, s. 206.
27) Hippodrom, Olybrius, Pétrion, Petra ve Neorion’daki Euphemia kiliseleri. Bkz; Raymond Janin, “Les églises Sainte-Euphémie à Constantinople”, Echos d’Orient 31 (1932), 270-283.
28) İran’da doğmuş olan Antiokhos, I. Yazdigirt tarafından Bizans imparatoru Arcadius’un isteği üzerine Konstantinopolis’e gönderilmiş ve Arcadius’un küçük oğlu II. Theodosius’un muhafızı yapılmıştır. Theodosius tahta geçtikten sonra sarayda hızla yükselmiş, ancak 439’da gözden düşmüş, tüm görevlerinden alınıp mallarına el konulmuştur.
29) Rudolf Naumann – Hans Belting, Die Euphemia-Kirche am Hippodrom zu Istanbul und Ihre Freshen Berlin 1966, s. 24; Mango, “Euphemia, Church of Saint”, s. 747; Cyril Mango, “Development of Constantinople as an Urban Centre”, Studies on Constantinople, Hampshire 1993, 117-136.
30) Rüstem Duyuran, “Second Report on Excavations on the Site of the New Palace Of Justice at Istan- bul”, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı 6 (1953), s. 74-80., bkz, s. 22; Naumann-Belting, age, s.20.
31) Rüstem Duyuran, “St. Euphemia Martyrionu”, Arkitekt, Seri:IV, C:16 (1947), 74-77, bkz. s. 76; aynca, Geoffrey Greatrex – Johnathan Bardill, “Antiochus the praepositus: A Persian Eunuch at the Court of Theodosius II”, Dumbarton Oaks Papers 50 (1996), 171-197., bkz, s. 196-197.
32) Wolfgang Müller-Wiener, Bildlexicon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 122; Thomas Mathews, The Early Churches of Constantinople: Architecture and Liturgy, 1977 Pennsylvania, s. 66-67; Neumann-Belting, a.g.e., s. 25 vd: Mango, “Development of..”, s. 127. Ancak, Grabar, ya- pinin, Azize Euphemia’nın roliklerinin buraya getirildiği 7. yüzyıl başlarında kiliseye dönüştü- rüldüğünü belirtir (Andre Grabar, “Etudes critiques: R. Naumann, Die Euphemiakirche”, Cahiers archeologiques 17 (1967), 251-254.
33) Mathews, age, s. 65, 67.
34) Bkz; K.Bittel -A.M. Schneider, “Das martyrion der hl. Euphemia beim Hippodrom”, Archaologisc her Anzeiger, 56 (1941), s. 296-318.
35) Duyuran, “St. Euphemia Martyrionu”, s. 75.
36) Duyuran, “St. Euphemia Martyrionu”, s. 74.
37) Raymond Janin, “Notes de Topographie et d’Historie”, Revue des Études Byzantines 23 (1965), 252-257.
38) Necati Dolunay – Rudolf Naumann, “Divanyolu ve Adalet Sarayı Arasındaki Araştırmalar”, Istan bul Arkeoloji Müzeleri Yilligi 11-12 (1964), 19-22.
39) Peter Brown, Society and the Holy in Late Antiquity, Berkeley – Los Angeles 1982, s. 268-269.
40) Peter Brown, “A Dark Age Crisis: Aspects of the Iconoclastic Controversy, English Historical Re- view, LXXXVIII (1973), 1-34.
41) John Wotley-Manitoba Winnipeg, “Iconoclasm and Leipsanoclasm: Leo III, Constantine V and the Relics”, Byzantinische Forschungen, VIII (1982), s. 253-279.
42) The Chronicle of Theophanes Confessor, Byzantine and Near Eastern History, AD 284-813 (transl. and ed. by C. Mango-R.Scott), Oxford 1997, s. 607-8. Ancak Euphemia kilisesinin yeni- den kutsanarak açılması 765’te degil, 796’da olmuştur. Bu konu ile ilgili olarak ayrıca bkz; J. Wortley, “Iconoclasm and Leipsanoclasm: Leo III, Constantine V and the Relics”, Byzantinische Forschungen 8 (1982), 274-277.
43) Konstantine of Tios, s. 89. Burada aktarılan bölüm için bkz; Karlin-Hayter, age, s. 407.
44) Vincenzo Ruggieri, Byzantine Religious Architecture (582-867): Its History and Structural Elements, Roma 1991, s. 237. Bu kilise günümüze ulaşmamıştır.
45) Karlin-Hayter, age, s. 407.
46) Tios’lu Konstantinos’tan aktaran; Karlin-Hayter, a.g.e., s. 407.
47) Chronicle of Theophanes, s. 607-8
48) Müller-Wiener, a.g.e., s. 122-123; Naumann-Belting, a.ge., s. 27.
49) G. P. Majeska, Russian Travelers to Constantinople in the Fourteenth and Fifteenth Centuries, Washington, D.C., 1984, s. 259, 319.
50) Müller-Wiener, a.g.e., s.123.
51) Müller-Wiener, a.g.e., s.123.
52) Majeska, a.g.e., s. 142, 258, 319-320.
53) Müller-Wiener, age, s. 125.
54) Nauman-Belting, age, s. 33.
55) Müller-Wiener, a.ge., s. 125; M. Latfa Yazıcıoğlu, “Antiokhos Sarays Euphemia Martyrionu Restitusyon Denemeleri” TAC, C.2,5.7 (Kasım 1987), s. 8-17.
56) Mathews, a.g.e., 67.
57) Duyuran, “Azize Euphemia Martyrionu”, s. 75.
58) H. Polyeuktos ve Hebdomon kiliselerinde.
59) Thalia Gouma-Peterson, “Narrative Cycles of Saints’ Lives in Byzantine Churches From the Tenth to the Mid-fourteenth Century”, Greek Orthodox Theological Review, 30 (1985), 31-44.
60) Bu sayısal analiz için bkz; Gouma-Peterson, a.g.e., s. 42, Table A ve s.44, Table B1.
61) John Beckwith, The Art of Constantinople, London 1961, s. 145.
62) Yapının restitusyonu için çeşitli denemeler yapılmıştır. Bunlardan birisi, Naumann-Belting’in yayınındaki restitusyon denemesidir (Naumann-Belting, a.g.e., s. 39-44). Daha sonrada çeşitli restitusyon denemeleri yapılmıştır. Örneğin, bkz; M. Lütfü Yazıcıoğlu, age, s. 8-17.