Share This Article
Türkiye’de 31 Mart seçimlerinin hemen sonrasında uzun yıllardır görülmeyen bir enerji ortaya çıktı. Bir yıldan kısa süre önce seçimlerden büyük bir yenilgiyle ayrılan muhalefet, toplumda ortaya çıkan değişim beklentisini karşılayamamış ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerine dört yıl daha armağan etmişti.
Elbette, 14 Mayıs seçimleri öncesinde iktidar kanadı içinde büyük bir belirsizlik hakimdi. Giderek çürüyen bir sistemin sürdürülemez hale gelmesi, AKP-MHP Saray rejiminin toplumsal bunalımı ciddi bir şekilde derinleştirmesi, muhafazakâr cenahta dahi mevcut yapının ciddi biçimde sorgulanmasına neden olmaya başlamıştı.
AKP’nin son on yılda iyiden iyiye yozlaşan kadroları, nepotizmin tüm örgüte sirayet etmesi, bürokratların organize suç liderleriyle yan yana görüntülenmesi, deprem suçları ve sonrasında halkın kendi kaderine bırakılması, ekonomik krizin giderek içinden çıkılamaz bir hâl alması ve gelir adaletsizliğinin giderek ciddi bir uçuruma dönüşmesi sağ-muhafazakâr seçmenin dahi AKP’den uzaklaşmasına yol açtı. Kısacası, iktidarını mutlak kabul ettiren “tek adamın” yol açtığı Türkiye sosyolojisinde, dip dalga günden güne enerji toplamayı sürdürdü.
Bununla birlikte, kendi “şahinleri” ve taraftarlarına özgü bir “seçkinci islam” inşa eden AKP’nin gerçekte “rantiye, şantiye ve şaşa Müslümanlığı”nı kurumsallaştırma çabası ve zevk içinde yaşayan seçkin müslüman bir tabaka yaratma gayreti, muhafazakâr dünya içinde de ciddi bir sınıfsal kopuşun yaşanmasına yol açtı. “Kimsesizlerin kimsesi” olan Erdoğan bundan böyle, sarayından “buyrukla” devlet yönetmeye çalışan, büyük güvenlik ordularıyla gezen, ulufe dağıtan bir lider imajına sarılarak, bir dönem sıklıkla dile getirdiği ve bir bakıma iktidarını borçlu olduğu kitleye sırtını döndü.
Hiç şüphesiz, dinsel referanslardan başka bir dayanağı olmayan yoksulluğu paylaşan muhafazakâr seçmen kültürel olarak kendini AKP’ye yakın hissetse de, alttan alta köpüren bir “hoşnutsuzluğu” içinde taşıyordu.
94 ruhu çağrıldı!
Kurtlar Vadisi, Diriliş Ertuğrul, Payitaht gibi dizilerde yaratılan simülatif ecdat mirası ve dünya liderliği “fantezi”lerinin de ekonomik yıkım karşısında bir işe yaramadığı düzlemde, Erdoğan’ın oluşturduğu imaj somut koşulların bir sonucu olarak dağılmaya yüz tuttu. Güçlü lider imajını pekiştirmek için “one minute” şov yerini “ümmet düşmanı” İsrail’le yapılan ticarete ses çıkarmayan lider imajının şekillenmesiyle sonuçlandı!
Kısacası AKP, 31 Mart seçimlerine lideri olmadan ve hiçbir varlık gösteremeyen adaylarıyla “öfkeli” bir toplumun karşısına çıktı. Her seçim döneminde benzer retoriklere başvurulsa da, tencerenin gerçekliği sandığa yansıdı. Ve Erdoğan, tarihinde hiç almadığı bir yenilgiyle karşı karşıya kaldı. Ama onun için en kötüsü tüm devlet imkanlarına, baskı araçlarına rağmen “rakibi” Ekrem İmamoğlu’nu yenmeyi başaramamasıydı.
Bu mağlubiyet, AKP cenahında bir şekilde “normalleştirilmeye” çalışılsa da yıkımın habercisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Öyle ki, Erdoğan’ın kariyeri boyunca yenemediği tek lider olan İmamoğlu, artık muhalefetin tek gerçek lideri konumuna yükseldi.
Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da çok iyi bildiği gibi yerel seçimlerden çıkacak olası dönüşüm bir “kelebek etkisi” yaratacak ve çok kısa zamanda 20 yılda inşa edilen “ucube düzenin” güçlü bir yumrukla yok olmasına yol açacak. AKP, bu olasılığı göz önünde bulundurarak yeniden ideolojik zeminini güçlendirmek için “1994 Ruhunu” (Refah Yol Belediyeciliği) çağırdı ama nafile!
AKP iç savaşla karşı karşıya
Prusyalı askeri kuramcı Carl von Clausewitz, On War (Savaş Üzerine) adlı çalışmasında, “…Düşmanın iradesi kırılmadıkça, halk boyun eğmedikçe düşman unsurların etkisi sona ermiş kabul edilemez…” der. Bu saptamadan hareketle, AKP yaklaşık 20 yıldır toplumu kutuplaştıran ve yarattığı düşman üzerinden kendisine siyaset zemini ören bir hareket. Kendisine yakın muhafazakâr kesimlere büyük payeler veren Erdoğan, siyasal karşıtlarına ise baskı, hapis, yok sayma, ötekileştirme ve sindirmeyle kontrol altına almaya çalıştı.
2013 yılındaki Gezi direnişi sonrasında iç düşmanlar üzerinden toplumun bir kesimini sindirmeye çabalayan Saray rejimi, Clausewitz’nin dediği gibi teslim alamadığı toplumun karşısında 2019 yılından bu yana eridi. Gelinen noktada siyasal karşıtlarını yok edemeyen AKP, yaklaşık bir yıldır örgütte devam eden ve giderek de büyüyen iç savaşla karşı karşıya.
Hepsinden önemlisi de gerek AKP gerekse MHP’nin oluşturduğu ittifakın gelinen noktada işlevsiz bir hale gelmesi. Dolayısıyla, giderek güçsüzleşen ve hızla iç hesaplaşmalara, tasfiyelere gömülen iki parti bu saatten sonra birbirinin ayağına bağ olmaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Öyle ki, yerel seçimlerde ortaya çıkan tabloya göre, bu iki partinin de kadro yetiştiremediği ve eski kadrolarla yola devam ettiği de açık. Kısacası, ortaya çıkan Türkiye tablosunda cemaatleri doyuramayan ve yandaşları besleyemeyen AKP, kadrosuzluğun da getirdiği tükenmişlikle kenara sıkışmış durumda.
Cemaatlerin desteği YRP’ye kaydı
Cemaatler demişken, seçimdeki önemli ayrıntılardan biri de cemaatlerin aldığı pozisyondu. 2019 yerel seçimleri sonrasında kaynakları daralan ve iktidardan kaynak aktaramayan önde gelen cemaatler, diğer seçimlerden farklı olarak, fazla göz önünde değildi. Ortaya çıkan bu tablo, AKP’nin arkasındaki siyasal islamcı bloğun da dağılmaya yüz tuttuğunu düşündürüyordu.
Öyle ki, AKP başından itibaren bir cemaatler koalisyonu. Fakat 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında devlet-cemaat ilişkilerinde de farklılıklar ortaya çıkmaya başladı.. Gülen cemaatinin tasfiye süreci ve ardından gelen Adnan Oktar cemaatine yönelik baskılar, açıktan ifade edilmese de endişe yarattı. Verilen mesaj şuydu: “Size isteklerinizi veririz ama sözümüzden çıkmayın!” Sadece bu da değil, hızla holdingleşen cemaatlerin içindeki iktidar savaşlarında devletin aldığı rolün taraflar arasındaki savaşın denge merkezini etkilemesi, cemaatlerin merkezi yapısında endişelerin artmasına yol açtı. Ve “güçsüz” iktidara alternatif arayışları baş gösterdi. İşte tam bu noktada, Fatih Erbakan’ın başını çektiği Yeniden Refah Partisi (YRP) siyaset sahnesine tırmandı ve Türkiye genelinde üçüncü parti oldu.
Hatırlayalım, önceki seçimlerde AKP’ye oy vermek için ip gibi dizilen ve açıklamalar yapan cemaatler bu seçimde destek açıklaması yapmaktan geri durdu. Menzil tarikatının en kalabalık ve güçlü kolu olarak görülen Serhendi grubunun lideri Muhammed Saki el Hüseyni, AKP’ye destek açıklamasında bulunmadı. Öyle ki, kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Yeniden Refah ile yapılan görüşmelerden sonra sessiz kaldı.
İkincisi ise AKP’ye yakınlığıyla bilinen İsmailağa cemaatiydi. Bu zamana kadar AKP’ye açık destek veren cemaat, ilk kez bir açıklama yapmadı. Sadece İsmailağa’dan afaroz edilen Cübbeli Ahmet açıktan bir destek verse de bu etki çok sınırlıydı. İsmailağa’dan beklenen destek açıklaması gelmeyince, Erdoğan seçimden bir gün önce soluğu tarikat liderlerini ziyaret etmekte buldu.
Bununla birlikte Nakşibendi tarikatı kolu İskenderpaşa cemaati ve Erenköy cemaati gibi büyük tarikatlardan da istenen destek alınamayınca, AKP’ye verilmeyen her oy YRP’sine gitti.
Elbette bu cemaatlerin toplumsal bağlarının çok dar bir çerçeveyle sınırlı olduğu biliniyor. Fakat burada dikkatimizi çeken, AKP’nin ideolojik merkezinde büyük gedikler açılmaya başlaması. Bu elbette sadece tarikatların aldığı pozisyonla ilgili değil. Diğer taraftan siyasal islamın yarattığı gerçekliğin toplumsal gelişmeyi tehdit etmesi de toplumun önemli bir kesiminin bu hareketlerle bağını koparmasına neden oluyor. Bu da AKP’ye olan desteğin yaklaşık altı yıldır erimesine yol açıyor.
Erdoğan ne yapacak?
Peki, Erdoğan bu tabloda ne yapacak? Belediyeleri kaybeden, cemaatlerin desteğini alamayan Erdoğan, şüphesiz ki bu süreç içinde alternatif yollar arayacak. Bunlardan ilki, kaybettiği imajını geri kazanmak için mevcut koşullar içersinde belli manevralara başvuracak olması.
Erdoğan’ın bir kez daha Cumhurbaşkanı seçilmek istediğini biliyoruz. Fakat yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçların ardından özellikle, 50+1 sistemi ile bunun mümkün olamayacağı açık. Dolayısıyla Erdoğan için bu sorunun çözümüyle ilgili ilk olarak yeni anayasa tartışmalarının gündeme getirilmesi gerektiği düşünülebilir. Bunun yanı sıra, Erdoğan’ın ciddi bir açmazla karşı karşıya olduğu da açık. Özellikle, toplumsal desteğinin her geçen gün azaldığı bir düzlemde meşruiyetini sağlamak isteyen Erdoğan, kendi düzleminden bir tür “restorasyon” talebinde bulunarak ılımlı bir hava estirebilir.
Fakat ne olursa olsun bu süreci ittifaksız sürdürmek AKP gibi kırılgan zeminde yürüyen bir iktidar için mümkün görünmüyor. Bununla birlikte artık “güçlü” bir imaj sergileyemeyen ve tek siyasal rakibi tarafından yenilebilirliği kanıtlanan Erdoğan, bu noktadan sonra tasfiye ettiği eski ittifaklarına “yeniden birlik” çağrısını el altından yapabilir.
Bu bakımdan kendi örgütsel tabanı içinde “yenilik” adı altında bir dizi adım atsa da, yozlaşmanın kanser biçimini aldığı siyasal bir öznede metastaz görülmemesi düşünülemez. Geriye bir tek Erdoğan’ın güvenli geri çekiliş planlarını hayata geçirmesi kalıyor. Fakat kriminalleşen bir siyasal pratikte bunun da hiç kolay olmayacağı açık.