İki seçim arasında Türk futbolunun ruh hali
Share This Article
Sandığa gitmeye doyulamayan memleketimizde genel seçimler ve yerel seçimler dışında ‘milyonlar’ olarak gönül verdiğimiz spor kulüplerinin başkanlarının ve yönetim kurullarının belirlendiği seçimler de her seferinde büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Bu seçimlerin reytingleri genel olarak adayların popülaritesine, güç dengesine, eğer varsa vaatlerinin gerçekçiliğine ve belki de hepsinden önemlisi; kulüplerin, özellikle de futbol takımlarının güncel durumlarına göre şekilleniyor. Hatta yalnızca reytingler değil, seçimin sonuçları da bu doğrultuda etkileniyor.
Konuya derinlemesine girmeden önce tarihi not düşmenin önemiyle bu yazının, Dursun Özbek’in rekor oyla kazandığı, Galatasaray Spor Kulübü’nün seçimli olağan genel kurulunun bir gün sonrasında kaleme alındığını belirtmek lazım. Galatasaray’ın mevcut başkanı Dursun Özbek ve yönetim kurulu üyeleri, Erden Timur ve Okan Buruk ile futbol adına geçirilen iki güçlü sezonun ardından genel kuruldan ciddi bir teveccüh gördü. Tabii burada tesislerin yeni adresine taşınacak olması ve özellikle de Sacha Boey’in transferinden elde edilen gelirle geleceğe yönelik olumlu bir mali projeksiyon çizilmesi de bu teveccühün altını dolduran unsurlar.
Özbek’in beklentilerin üstünde başarısı
Ben bütün bunlara rağmen Özbek yönetiminin daha fazla yıprandığını ve isim olarak güçlü figürlerin bulunduğu muhalefet bloğuna karşı daha az oyla kazanacağını düşünüyordum. Süheyl Batum’un camiadaki önemiyle birlikte hukuk ve siyaset alanlarındaki ağırlığı ortada. Birçok alanda öncü ve Galatasaray üyelerinin seçimlerden bağımsız olarak değer verdiği biri. Üstelik Batum’u Alp Yalman, Ünal Aysal gibi eski başkanların desteklediğini ve Faruk Süren, İnan Kıraç gibi camiada hatrı olan veya sözü geçen isimlerin de Dursun Özbek’i desteklemediğini düşününce bu seçim sonucu Dursun Özbek ve yönetimi adına büyük bir başarı olarak görülebilir.
Bu başarıdaki temel faktör ise, biraz uzaktan da olsa gözlemlediğim kadarıyla Galatasaray genel kurul üyelerinin isimlerden ziyade yönetimin sürekliliğine, projelere, yükseliş potansiyeline göre bir değer yargısı oluşturduğu. Zira sosyal medyada veya basında takip ettiğim üyelerin önemli bir kısmı Süheyl Batum’un değerli bir insan olduğunu dile getirmekle beraber yalnızca mevcut yönetimi eleştirdiğini ve ortaya proje koymakta yetersiz olduğunu belirtiyordu. Gerçekten de kamuoyuna yansıdığı kadarıyla yalnızca Florya’nın geleceği hakkındaki tartışmalar ön plana çıkarıldı, özellikle muhalefet tarafında sporseverlerin ve taraftarların gündemine dahil olabilecek çok az şeye vurgu yapıldı.
Bu noktada, Türkiye’nin konjonktürü ile de alakalı olarak hem spor dünyasında hem de iş ve siyaset dünyasında dengeleri doğru kuran, kulüp adına ve belki biraz da kendi iş insanı kimliği adına ilişkileri pragmatik ve çok yönlü bir denge ile kurabilen Dursun Özbek, favorisi olduğu seçimi rahat kazandı. Bu sonucun Galatasaray’a ve ülke sporuna iyi olmasını dileyelim.
Ali Koç ve Aziz Yıldırım arasındaki güç savaşı alanı: Fenerbahçe
An itibariyle Fenerbahçe Spor Kulübü’nün seçimlerine ise bir hafta var. Fenerbahçe’de seçim gündemi son yıllarda birçok kez olduğu gibi yine çok hararetli. Zira Fenerbahçe’de Aziz Yıldırım ve Ali Koç arasında bitmek bilmeyen husumet ve güç mücadelesi -ki arada Sadettin Saran da bu alana dahil oluyor- yalnızca seçim dönemlerinde değil Fenerbahçe Spor Kulübü kamuoyunda bitmek tükenmek bilmeyen bir çatışma. Bu çatışma, 2018’den beri ilk defa sandığa yansıyacağı için bu seçimin önemi ve reytingi biraz daha yüksek.
Fenerbahçe, üye yapısının halka daha açık bir kurum olması nedeniyle Türkiye’nin genel atmosferinden çok fazla etkilenen ve belki bazen de etkileyen bir camia. Nasıl ki Türkiye’de kutuplaşmış blokların bugünü dünden daha iyi görenleri geçmişi tehdit olarak görebiliyorsa bugünü dünden daha kötü görenleri ise geçmişe dair bir özlem duyabiliyor. İkisinin ortak noktası ise ‘geçmişin’ ve ‘halihazırda var olanın’ yıkıcı etkilerinden arındırılmış, bütün bunlardan bağımsız olarak inşa edilmesi mümkün bir ‘gelecek’ görememek. Bu görememe hâlinin temelinde zihinsel üşengeçlik mi yoksa bilge bir karamsarlık mı yatar bilinmez ama iki blok arasında böyle bir ikilemle sıkışmış seçimlerin nasıl bir ruh halinde geçeceğini tahmin etmek zor değildi, süreci izlerken de görüyoruz.
Ali Koç, ironik bir şekilde Fenerbahçe’nin geçmişini Aziz Yıldırım’ın yalnızca son beş sezonu üzerinden okuyup bir kıyaslama getirirken Aziz Yıldırım ise bugünkü ülke ekonomisinde ve gerçekliğinde karşılığı zayıf olan popülist vaatler ve isimlerle kampanyasını ‘Make Fenerbahçe Great Again’ şeklinde sürdürüyor.
Fenerbahçe’de geleceği bu iki ruh halinden ve temsilcilerinden bağımsız inşa edenlerin ise bir adayı olmadığı için örgütlü bir şekilde ses çıkarmaları veya medyanın ilgisini çeken birileri tarafından seslerinin yükseltilmesi pek mümkün görünmüyor. Görünür olan, ikisinin toplamının camianın genelinde azınlıkta olduğu varsayımına inanmayı tercih etsek bile Ali Koç ile Aziz Yıldırım’ın öfke ve husumete dayalı rekabeti. Ali Koç, ironik bir şekilde Fenerbahçe’nin geçmişini Aziz Yıldırım’ın yalnızca son beş sezonu üzerinden okuyup, ortada bir futbol başarısı olmadığı için, özellikle maddi konular üzerinden bir kıyaslama getirirken Aziz Yıldırım ise bugünkü ülke ekonomisinde ve gerçekliğinde karşılığı zayıf olan popülist vaatler ve isimlerle kampanyasını “Make Fenerbahçe Great Again” şeklinde sürdürüyor.
Aslına bakılırsa Ali Koç döneminde sezon içindeki psikolojik yönetim ve teknik heyet konusunda 2018’de vaat edildiği gibi daha istikrarlı bir yaklaşım sağlansa çok daha başarılı bir performans sergilenebilirdi ama hem memleketin ağır basan ruh hali hem de Fenerbahçe’de Ali Koç ve Aziz Yıldırım üzerinden çatışma olarak ilerleyen negatif atmosfer, Fenerbahçe’nin bir seçimli kongresinde daha projelerden ziyade başarısızlıklara karşı zırh olarak örülen gerekçelerle ve insanları kendi çerçevelerinden ‘kötünün iyisi’ne ikna etme çabalarının ön plana çıkmasına neden oluyor.
Fenerbahçe’de yeni sayfa açmak isteyenlerin bir temsilcisi yok
Galatasaray ve Fenerbahçe seçimleri arasında hem farklar hem benzerlikler söz konusu olmakla birlikte son sezonlarda yaşanan gelişmeler iki kulübün iç siyasetindeki dinamiklerini farklı kılıyor. Ayrıca Galatasaray’da yönetim kurullarını demokratik yollarla değiştirmek Fenerbahçe’de bunu başarmaktan çok daha kolay ve sık gerçekleşen bir eylem olduğu için ne mevcut yönetim üzerinde ne de genel kurul üyeleri üzerinde yoğun bir duygu, enerji, öfke birikmesi mümkün olmuyor. İyi ya da kötü, bir şekilde kararlı olup yeni bir sayfa açmak camiaya iyi geliyor. Fenerbahçe’de ise yeni bir sayfa açmak isteyenlerin bu seçim özelinde de maalesef bir temsilcileri yok ve sesleri çok zayıf.
Futbolu, inşaatı ve parayı merkezine alan spor siyasetinde özellikle de Fenerbahçe’ye sirayet etmiş bu iki kanatlı mücadelenin ve öfke hâlinin TFF’ye ve genel siyasete bağlı faktörlerle açıklanmaması da mümkün değil. Ancak sporseverlerin, derdi yalnızca spor olanların ve hatta belki biraz da apolitik olanların zihinlerindeki eleştiri veya tepki oklarını bu odaklara çevirmek için de en büyük rol spor yöneticilerine düşüyor. Türkiye’nin güncel siyasi atmosferinde, her şeye karar verme yetkisi bulunan Cumhurbaşkanının, siyasetin ve bürokrasinin bütün fani duygularının ve hatalarının üzerinde dokunulmazlık atandığı bu ortamda spor yöneticileri kendi etkileri ve güçlerinin onlara getirdiği sorumluluğu üstlenmezlerse futbol başta olmak üzere ülke sporunun üzerindeki sorunları, öfkeyi, şiddeti, suçu daha genel bir çerçeve ile yorumlayıp eleştirmemiz asla mümkün olmayacak.
Kulüp yöneticileri kendi kulüplerini Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayıp toplumsal bir eleştiri bağlamında zayıf sivil toplum kuruluşları kadar cesaret gösteremezken biz sporseverler ne yapacağız?
Türkiye’de sermaye çevrelerinde, üstelik halkın birçok kesimi tarafından, en sık biçimde ‘muhaliflik’ atanan şahsı Ali Koç, depremden sonraki protestolar neticesinde taraftarlara tribün yasağı getirilmesi gündem olduğunda dahi siyaseti ve devlete bağlı organları eleştirirken “Belki de bu Cumhurbaşkanımıza yapılmış bir kötülük.” (1) cümlesini kullanıyorsa ülkede sporla ilgili sorunları, spor kulüpleri ve federasyon kendi arasında da çözemezken, taraftarlar olarak biz futbolu ve sporu geniş bir çerçeveden nasıl tartışacağız? Futbola sürekli vurgu yapıyorum çünkü bu hastalıklı atmosferin zehirli gündemi yoğun olarak futbol üzerinden pompalanıyor. Esas soru, kulüp yöneticilerinin her biri kendi kulüplerini Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayıp toplumsal bir sorun veya eleştiri bağlamında zayıf sivil toplum kuruluşları kadar cesaret gösteremezken temsil edilen biz sporseverler ne yapacağız? Baştan kokan balıklar ortadayken sadece kokusuyla mı uğraşacağız? Ortada yeni bir söylem vaat eden herhangi bir isim veya kurum söz konusu değilken bence esas soru budur. Fenerbahçe’nin önümüzdeki hafta gerçekleşecek seçimlerinin sonuçlarının da ülke sporuna yararlı olmasını dileyelim, kısa vadede kurabileceğimiz en net cümle bu.
Dipnot: