Share This Article
14 Mayıs gecesi Türkiye’de 10 CHP’liden 9’una, “10 ay sonraki seçimlerde AKP’nin önünde ilk sırada yer alacaksınız. Birçok ili kazanacak, Türkiye’nin yüzde 60’ından fazlasını yöneteceksiniz” desek, 8’i bize küfreder, 1’i kibarca söverdi. Son kişiye de deli muamelesi yapılırdı. Ancak Türkiye sürprizlerle dolu bir ülke. Meclis’te neredeyse anayasayı tek başına değiştirecek kadar vekil sayısına sahip Sağ-İslamcı-Muhafazakar blok varken, Türkiye nüfusunun yüzde 61’i CHP tarafından yönetilecek. Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’sının yüzde 75’i, CHP’li belediyelerin kontrolünde. Peki bu nasıl oldu? Beraber çözümleyelim.
Türkiye’de seçimleri analiz ederken sadece o seçim sonuçlarına ve kampanya dönemi söylemlerine bakılmamalı. Seçimler süreçlerin sonuçları ve yeni süreçlerin başlangıçları. Bu seçime baktığımızda CHP’nin zaferinin en önemli sebeplerinden biri, AKP’nin yıllar içinde kendini tüketmesi. 14-28 Mayıs zaferine rağmen.
‘Kadro’ hareketinden, ‘tek adam’ partisine
Şöyle ki, AKP 2001 yılında kurulduğunda özgül ağırlığı olan birçok ismin yer aldığı, karizmatik lidere sahip bir kadro hareketiydi. Hem ABD’den, hem AB’den hem de Türkiye’nin ‘enetelektüel’ çevresinden ciddi bir destek alarak iktidarını sürdürdü. Ancak özellikle Gezi Direnişi’nin ardından Erdoğan, partideki “kurucu kadrolarla” yavaş yavaş yollarını ayırmaya başladı. Parti giderek liyakatle değil sadakatle yükselebilinen bir yapıya dönüştü. AKP iktidarına devam edebilmek için tek adam partisine dönüşme yoluna girdi ve Erdoğan’ın resmi olarak partisiz cumhurbaşkanı olduğu ilk genel seçimler olan 7 Haziran 2015’te AKP tek başına iktidarı kaybetti. Bu seçimden sonraki süreci hepimiz biliyoruz. AKP ve yeni ortağı MHP, Türkiye’yi ekonomi değil güvenlik kaygılarının hüküm sürdüğü bir iklime itti, bu iklimden zaferler çıkardı.
Bugün artık AKP’de Cumhurbaşkanı Erdoğan haricinde özgül ağırlığı olan kimse yok. Partide Erdoğan’dan sonraki en yüksek makamdan en alt birime kadar herkes, günlük rutin işlerini yaparken bile Erdoğan’dan izin almak zorunda. ona çizilmiş çerçeveden dışarı çıkamaz. Bu da yerel seçimlerde AKP’nin adaylarının neden halkta bir heyecan yaratmadığını açıklıyor. Partinin İstanbul’dan Van’a, tüm adayları Saray’dan atanan memur statüsünde. Ancak politika, özellikle yerel politika böyle bir şey değil. 22 yıllık iktidar partisinde Erdoğan’dan başka kimse kalmayınca yenilgi de beraberinde geliyor.
Erdoğan’ın kendi sistemiyle imtihanı
İşte tam bu tek adam sürecine geri dönülmemek üzere nokta koyan ve yerel seçimlerde CHP’nin kazanmasına sebep olan bir diğer şey, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. Artık Türkiye’de Fırat’ın kenarında otlayan iki koyun kaybolsa bunun sorumlusu Cumhurbaşkanı Erdoğan! Ve bunu kendi istedi. Türkiye ağır bir yoksulluk içinde. Halkın yarısından fazlasının geleceğe dair bir umudu yok. “Ay sonunu nasıl getiririm” derdi artık bir rutin. “Yarın nasıl yeterli beslenirim” endişesi ise giderek kanıksanıyor. “Cehape dönemindeki tüp kuyrukları” serzenişleri artık yok. Dünyada en yüksek enflasyon sıralamasında Türkiye dördüncü. Haritada yerini bulamayacağımız ülkeler bile Türkiye’den daha az enflasyona sahip. Tüm bu yoksulluğun sorumlusu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve 22 yılın son 10 yılı boyunca sadece liderinin özgül ağırlığıyla kazanmaktan halkla bağı kopmuş AKP. “Peki bu yoksulluk 14 Mayıs’ta yok muydu? o zaman neden AKP kaybetmedi?” sorunuzu duyar gibiyim. İşte burada tekrar, Türkiye’nin birinci partisi CHP’ye dönüyoruz.
Öncelikle Türkiye Kemal Kılıçdaroğlu’nu sevmiyor. 14 Mayıs öncesi milyonlarca insan için netti, artık çok daha net. Evet, Türkiye 14 Mayıs öncesinde de ağır bir yoksulluk içindeydi ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimleri Kılıçdaroğlu’nun toplumun en az yarısının duyduğu antipatiye rağmen ekonomi konuşarak kazanamayacağını biliyordu. Bu sebeple CHP’yi PKK ile yan yana gösterdi tüm propagandasını bunun üzerine inşa etti. Hem CHP’nin bu propagandanın metropollerden ziyade Anadolu’da ne kadar etkili olduğunu kavrayamaması, hem de Kılıçdaroğlu’nun bir de “PKK ile gizli ittifak” algısıyla zaten sevilmediği Anadolu’da hiç kabul görmemesi, yoksulluk içindeki toplumun yüzünü yeniden Erdoğan’a dönmesine neden oldu. Ancak yoksulluk partilerin oy oranında kendini gösterdi. AKP, 14 Mayıs’ta yüzde 35’e geriledi.
14 Mayıs’ta İmamoğlu aday olsa kazanır mıydı?
Hadi gelin odadaki fili öldürelim. “14 Mayıs Seçimleri’nde Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş olsaydı seçim kazanılır mıydı?” sorusunu cevaplayalım. Bence hem evet, hem de hayır.
31 Mart Seçimleri ile şunu gördük. Altılı Masa’nın hiçbir özgül ağırlığı yokmuş. Gelecek Partisi, DEVA, DP ve Saadet Partisi’nin toplam oy oranı yüzde 2 bile etmiyor. Yüzde 2 bile desteği olmayan partiler birer Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve birer ikişer bakanlık alacaktı. Bu nereden baksan manasız. Eğer Altılı Masa çıkıp da, “İmamoğlu bizim adayımızdır. Seçilince biz de Cumhurbaşkanı Yardımcıları olacağız ve bakanlıkları bölüşeceğiz” deseydi bence Erdoğan yine kazanırdı. Ancak 31 Mart Seçimleri daha net gösterdi ki, kazanacak bir formül varmış.
Eğer ki Altılı Masa olmasaydı, her parti kendi logosu, kendi listesi ve kendi adayıyla seçimlere girseydi, CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu olsaydı, dönemin Yeşil Sol Parti’si de kendi adayıyla seçimlere girseydi, seçim yine 28 Mayıs’a kalır ve İmamoğlu 28 Mayıs’ta seçimleri kazanırdı. CHP de ittifak adı altında Sadullah Ergin’i Çankaya halkına seçtirmemiş olurdu. Meral Akşener’in tamamen kaybettirme amaçlı ‘masayı dağıtma’ hamlesi de yaşanmazdı.
CHP’nin gölgesinin yakıcılığı
Ve burada CHP’nin 31 Mart zaferinin bir başka sebebine geçiş yapıyoruz: CHP’nin gölgesinin yakıcılığı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun siyasi denklemde çok büyük bir hata yapması sonucu Türkiye bir 5 yıl daha Erdoğan tarafından yönetilecek. Kılıçdaroğlu sandı ki, AKP ile aynı gelenekten gelen yeni partiler ve Saadet Partisi, CHP ile ittifak içinde olursa AKP’li muhafazakar seçmen CHP ile bu partiler aracılığıyla tanışır, aradaki duvarlar kırılır, AKP seçmeni direkt CHP’ye yönelmek istemese de bu partilere yönelir, AKP dağılır ve CHP bu ittifak partileriyle ülkeyi yönetir.
2018’de İYİ Parti ve Saadet Partisi bunu beceremedi. “Zaman azdı, bu bir süreç” dendi. 2023’te ise Gelecek Partisi, DEVA ve Saadet Partisi bu denklemde hiçbir şekilde değişken olamadı. Ancak Yeniden Refah Partisi, bir anda siyasette önemli bir değişken oldu ve Türkiye’nin üçüncü partisi konumuna yükseldi. Parçaları birleştirdiğimizde ortaya şu sonuç çıkıyor: AKP’den kopan ve aynı tabandan beslenen partiler CHP ile dirsek temasına girdiği an o tabandan oy alma kanalı kapanıyor. Yeniden Refah Partisi hiçbir şekilde CHP ile bir işbirliği içinde bulunmadı. İsmi yan yana gelmedi ve bugün Şanlıurfa ile Yozgat’ı aldı, AKP’nin parçalanmasının yolunu açan etkenlerden biri oldu. YRP’nin kadroları GP, DEVA ve SP’den daha mı donanımlı? Tabii ki hayır. Ama onların denkleminde CHP yok.
Seçimin yıldızını en sona sakladım: Ekrem İmamoğlu. Sanıyorum CHP, Bülent Ecevit’ten beri böyle bir siyasetçi profili yetiştirememişti. Seçim öncesi yazımda belirttiğim gibi, Türkiye’de partisinin önünde iki siyasetçi var: Erdoğan ve İmamoğlu. Bugün İmamoğlu, sadece cumhurbaşkanı Erdoğan , 17 bakan, devasa bir parti devleti ve bir adaya karşı İstanbul’da kazanmadı, tüm ülke genelinde seçimi kazandı. 31 Mart’ta CHP’ye oy veren yüzde 37, İmamoğlu, Erdoğan’ı yenebilsin ve kutuplaşma yerine huzurlu bir ülke oluşması için oy verdi. Çocuklarının huzurla sokaklarda oyun oynayabildiği, sosyo-ekonomik farklılıkların uçuruma dönüşmediği, okuyan ve kendini geliştiren bireylerin hakkını alabildiği bir ülkenin İmamoğlu’nun Erdoğan’ı sandıkta yenmesiyle tekrar inşa edilebilmesi heyecanıyla oy verdi. İmamoğlu artık toplumsal muhalefetin lideri. Önümüzdeki 20 yıla damga vurması en olası kişi.
Galibiyetin perde arkasındaki mimarı: Özgür Özel
Burada bir parantez açalım. CHP’nin seçim zaferinin bir mimarı da Genel Başkan Özgür Özel. Eğer Özel, Kılıçdaroğlu’nu devirebilmek için İmamoğlu ile ittifak yapmasaydı, genel başkan olduktan sonra koltuğun büyüsüne kapılsaydı, İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a “geniş bir alan” açmasaydı, CHP’nin seçim zaferi yaşanmazdı. Özgür Özel, bir görev bilinciyle partinin en çalışkanı oldu. Bu açıdan onu 1950-60 arası İsmet Paşa’nın liderliğindeki CHP’nin genel sekreteri Kasım Gülek’e benzetiyorum. Özgür Özel İstanbul ve Ankara’da İmamoğlu ve Yavaş’ı gölgeleyecek hiçbir şey yapmadı, diğer tüm illere gitti. Köy köy dolaştı, adaylarını tanıttı. İtidalli mesajlar verdi. Geçim sıkıntısını öne çıkardı. Polemiklere girmedi.
Bugün AKP ve MHP var gücüyle Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş üçlüsü arasında bir sorun çıkarmaya çalışacak. 1 Nisan sabahı bu çalışmalar başladı bile. Bu üç kişinin aralarında bir güç savaşı yaşaması için tüm çabalar sarf edilecek. Toplum CHP’ye tarihi bir sorumluluk yükledi. 1980 Darbesi’nin ardından kökleşen Siyasal İslam serüvenine nokta koymak, liyakati ve rehaf toplumunu hedef alan bir ülkeyi yeniden inşa etmek. Burada Özgür Özel’in en büyük sorumluluğu, kazanılan tüm belediyeleri ‘adeta bir emekli albayın yanlış park eden otomobillerin sileceğini kaldırması’ (!) yoğunluğunda ve gıcıklığında kontrol etmek. Ankaralıların gözbebeği Mansur Yavaş’ın tüm belediyecilik birikimini ülkedeki tüm CHP’li belediyelere aktarması bir diğer hayati nokta.
Ekrem İmamoğlu’na gelince… Artık sahne onun.