Share This Article
Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak’ta (1) “Günümüzde savaşlara son verilebileceğine kim inanır? Hiç kimse, hatta barış için mücadele edenler bile inanmaz buna” demişti. Savaşların bitirilebileceğine inanmamak, hatta bunu bilmek, mücadeleden vazgeçmeyi gerektirmiyor. Sisifos gibi her seferinde kayayı dağın zirvesine taşıma çılgınlığı bu. O çılgınlardan biri de Edward Said’di.
Ömrünü, Batı’nın Doğu’yu yanlış algılamasına ve kasıtlı biçimde “öteki” olarak görmesine karşı çıkmaya, yurdu Filistin’de barışın hâkim olmasına adayan, bu yolda savaştan ve ayrımcılıktan beslenenler tarafından çok eleştirilen Said, hem bir eylem insanı hem de yazar olarak yeryüzünde silinmez izler bıraktı.
Timothy Brennan entelektüel, yazar, aktivist, müzisyen ve akademisyen Said’i anlattığı Aklımdaki Diyarlar’da, bahsi geçen izleri derinlemesine incelerken onun fikirlerinin ve yaşamının uyumunu da gösteriyor bize.
Bir Arap estetiği stratejisti
Aklımdaki Diyarlar’da Brennan, Said’i gelişimi, fikirlerini ortaya koyuşu ve etki alanını her seferinde genişletmesi bağlamında anlatırken çok yönlü entelektüelliğini vurguluyor:
“Filistin asıllı Amerikalı eleştirmen, entelektüel ve bir aktivist olan Edward Said, dönüştürücülük anlamında son yarım yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri diye kabul ediliyor. (…) Said, şaşırtıcı sayıda etki alanına sahipti. Weimar’da orkestra şefi, ulusal televizyonda hikâye anlatıcısı, Kahire gazetelerinde yerli bir muhabir, Dışişleri Bakanlığı’nda Filistin hakları için müzakereci ve hatta bazen filmlerde oynayan bir aktördü. Kariyeri bir roman gibiydi, yaşamının son on yılındaki ölümcül kan hastalığına kadar, kişisel ve medeniyetsel çöküş üzerine kendi kaleme aldığı yazıların aydınlattığı bir romandı bu.”
Dünyada olup bitenlere kayıtsız kalmayan, müphem modalara kendisini kaptırmayan, ilgi ve bilgi alanını hep genişleten, uzmanlaştığı politik ve sosyal meseleleri edebiyatla bütünleyen ve müzisyen aydın kimliğini öne çıkardığı Said’i, insani ilişkilerini de es geçmeden anlatan Brennan, onun kutsal kitapları bir kenara itmeden insan bilimlerini hayatın merkezine yerleştirerek başta memleketi Filistin’de olmak üzere, yeryüzündeki tüm uzlaşmazlıkların ve çelişkilerin çözümü için bir kapı araladığını hatırlatıyor.
Aklımdaki Diyarlar’da Brennan, iki temel sorunun yanıtını sunuyor okura:
Edward Said kimdi ve neyi başarmıştı?
Kudüs’ün ileri gelen ailelerinden birinin evladı olarak 1935’te dünyaya gelen, Kahire’de büyüyen ve 1950’lerin başından itibaren ABD’de yaşayan Said’in çevresindekilerden farklılığı ve eylemci kişiliği çocukluğuna dayanıyor. İşgallerle, manda yönetimleriyle, ayrımcılıkla ve yersiz-yurtsuzlukla küçük yaşlarında tanışan Said, Brennan’a göre başka bir memleketin vatandaşlığını yani ABD pasaportunu, “yalnızca yasal değil kültürel bir statü” olarak görüyor. Bununla birlikte Brennan, onun fikirlerini hangi temel üzerine inşa ettiğine dair bir bilgi paylaşıyor:
“Said gençliğinde erkek merkezli Arap ailesinde eşitler arasında ilk sırada yer alsa da düşünce yapısını, annesinden başlayarak hayatındaki dikkate değer kadınlardan öğrendiği eşitlikçi bir Hıristiyan ahlakı üzerine şekillendirmişti.”
Kudüs’ten Kahire’ye ve oradan da ABD’ye giderken hem farklı kültürleri tanıma fırsatı bulan hem de bocalamalar yaşayan Said, zaman zaman suskunlaşsa da kendisini bir kahraman gibi hissederek büyüyor; bildiğimiz ve tanıdığımız entelektüel ve aktivist kimliğinin meydana gelişinde bu “sürgünler” epey rol oynuyor.
Edward Said, Columbia’ Üniversitesi’ndeki ofisinde, 2003’teki ölümünden yedi ay önce… Timothy Brennan’ın hazırladığı biyografisi “Places of Mind”, Amerika’nın en seçkin savaş sonrası entelektüellerinden birinin ilk kapsamlı portresini ele alıyor.
ABD’de okuduğu yıllarda memleketine uzaktan bakma imkânı yakalayıp Filistin davasının tutkulu bir savunucusu hâline gelen Said; ileride yöneteceği ve katılacağı eylemlerin fikrî altyapısını bu dönemlerde oluştururken felsefe, politika ve tarih kitaplarına meylediyor. 1950’lerde ve 1960’larda Filistin’de ve Mısır’da yaşananları kaygıyla izlerken millîleşme, devrim, karşı-devrim ve emperyalizm gibi kavramları ve eylemleri öğreniyor. Komünizmi ve ABD’deki kızıl korkuyu da…
Said’in edebî, fikrî ve politik gelişim süreçlerini 1950’lerden 1970’lere uzanan siyasi, sosyal ve kültürel çalkantılarla paralel biçimde aktaran Brennan, onun 1960’ların sonundan itibaren akademik dünyanın merkezine taşındığına ve çağdaşları arasındaki farklı konumuna dair bir not düşüyor:
“Said, kendi kuşağının Arap entelektüelleri arasında İbn Haldun’u değerli bir kaynak olarak gören yegâne kişi değildi ancak bu kaynağa dayanarak özel bir Arap estetiği stratejisi inşa eden tek kişi oydu.”
İslamofobi fikrinin dolaşıma girişi
Ortadoğu’daki şiddet eylemlerini kimden gelirse gelsin eleştiren, “Biz” ve “Onlar” ayrımından hep uzak duran, Lübnan’a seyahatleri sırasında kanayan bu yaraları yakından gözlemleyen Said, Brennan’a göre hem bir teorisyen hem de bir aktivist olarak sivrilince eleştiriliyor:
“1970’lerde Lübnan’da tanık olduğu gibi Filistin hareketinin vaatleri ve başarısızlıkları, Said’i kaçınılmaz şekilde yalnızca entelektüel sözcülükle sınırlı kalmayıp aynı zamanda aktif kadronun parçası olma rolüne doğru yönlendirdi. Makaleleri ve konuşmaları sayesinde zaten yetenekli bir kampanyacı olarak görülüyordu ama birçok arkadaşı onun pratik siyasi çalışma için uygun olmadığını düşünüyordu. (…) Said’in siyasi yazışmaları, özellikle hayatının farklı yönlerine bakmak için bir prizma oluşturdu. Bunlardan biri, Filistin hakkında özgün araştırmalar yapanlara veya medyanın İran, Irak veya Arap dünyasının diğer bölgeleri hakkındaki gerçekdışı haberlerini ortaya çıkaranlara akıl hocalığı yapmaktı. 1970’lerin başlarından itibaren gününün çoğu telefonda ikna etmek, davaya çağırmak, bilgilendirmek, planlamak ve benzer düşünürlerden oluşan bir ağ oluşturmak için insanları birbirleriyle temasa geçirmekle geçti.”
Arap dünyasında Batı’ya karşı oluşan düşmanlığın aşılması, ABD’nin ve Avrupa’nın Doğu’ya pragmatik bakışının değişmesi için her iki coğrafyada da çalışmalar yürüten Said’in edebî, politik, sosyolojik ve kültürel karşılaştırmalar yapıp buralardan fikir üreten bir entelektüel olduğundan bahsediyor Brennan.
Arap ve İslam dünyasına karşı Batı’nın geliştirdiği önyargıları, yaratılan klişeleri ve Arapların kendi geçmişine hapsedilişini anlattığı Şarkiyatçılık’la beraber, Said’in pek çok eseri de bu karşılaştırma ve çalışmalar sonrasında ortaya çıkıyor. Brennan, Said’in Şarkiyatçılık’la on dokuzuncu yüzyıl Arap uyanışı veya rönesansı diye anılan Nahda’nın ürettiği entelektüel karakterlerin bir temsilcisine dönüştüğüne dair yorumuyla beraber kitabın, Batı karikatürlerini teşhir eden metinlerden en bilineni hâline geldiğini anımsattıktan sonra şöyle diyor:
“Said’e göre, Doğu-Batı ayrımı, (…) temel ve aşılmaz bir boşluk konumunda değildi. Aslında Şarkiyatçılık’ı tam da bu iddiaya karşı çıkmak için yazmıştı. Bölünme, ona göre daha ziyade jeostratejikti. Avrupa, Doğu’ya hâkim olmak için önce ana konuya hâkim olması gerektiğini hissetmişti ve bilgi güç olduğu için bu hâkimiyet, Şark’ın özünü, onun gerçek içsel karakterini (sanki tek bir tane varmış gibi) belirleme biçimini almıştı. Bu, Avrupa’nın ‘yapabileceği için’ üstlendiği bir projeydi; kaynakları, küresel tasarımları ve Doğu’ya coğrafi yakınlığı vardı ve Doğu, sırf bu nedenle öteki olarak tasvir edilmeliydi.”
Brennan, 1980’de yayımlanan Medyada İslam çalışmasıyla Said’in İslamofobi fikrini kullanıma soktuğunu ve gerek Batı’da gerek Doğu’da bir kez daha önyargılara, çatışmalara ve uzlaşmazlıklara dikkat çektiğini de anımsatıyor.
Brennan, yazma ve üretme süreçlerini, katıldığı konferanslarda ve yayınlardaki tavırlarını incelediği Said’in, karakterinin farklı taraflarını gösterdiğini, zaman zaman medyayı karıştırdığını ve kaleme aldıklarının hep aynı tonda olmasını istemediğini söylüyor. Şahsi bir çalışma olan Yersiz Yurtsuz da Kültür ve Emperyalizm de Said’in bu ton değişikliği isteğinin ürünleri.
Dünyaya kavramlar ve fikirler armağan eden bir düşünür
Said, 1993’ten itibaren her şeyden çok Filistin meselesine yoğunlaşıyor. Brennan, savaşın bitmesi, barışa ve haklara dayanan bir çözüm üretilmesinde Said’in büyük çaba sarf ettiğini söylüyor. Arap halklarına doğrudan seslenme fırsatını da bu dönemde daha fazla yakalayan ve Oslo’dan Irak’a ve Yol Haritası’nı kaleme alan yazar, Brennan’a göre olumlu ve olumsuz eleştirilerle karşılaşıyor:
“Said, davanın açık ara en önde gelen uluslararası sözcüsüydü, aynı zamanda yeni Filistin otoritesi için istenmeyen adamdı, ayrıca en sonunda zaman zaman Arap bir takipçi kitlesine de hitap ediyordu. 1990’ların ortalarından itibaren, ayda iki yılda yirmi dört makale yazdı. Ya çabucak unutan ya da duymayı reddeden bir halk için eski zemini aşmaya çalışmak tatsız bir görevdi ve bu görev boyunca zinde kalmanın zorlu bir meydan okuma olduğunu kabul ediyordu.”
Doğduğu ve göçtüğü toprakları, Avrupa’yı ve dünyayı kutuplaştıran söylem ve eylemleri inceleyip onlar hakkında araştırmalar yaptıktan sonra kitaplar ve makaleler kaleme alan Said, hakikatler ve yalanlar arasındaki çatışmaya, halkların ve devletlerin uzlaşmazlıklarına kafa yoran bir yazar, entelektüel ve aktivistti. Eleştirileri de öğrencilerine ve takipçilerine karşı yaklaşımı da tatlı-sertti.
Dünyaya kavramlar ve fikirler armağan eden bir düşünür olan Said’in her insan gibi çelişkileri de savunmaktan vazgeçmediği ve yenilediği bakış açıları da bulunuyordu. Geçmişin filozoflarıyla da çağdaşlarıyla da tartışmaktan geri durmadı. Umutsuzluğa ve karamsarlığa kapıldığında piyanosuna ve müziğe sarıldı; çoksesliliğin en fazla hissedildiği kitaplarından Başlangıçlar’ı müziğe sığınarak yazdı.
Etrafındakilerin, politikacıların, akademisyenlerin ve kendisinin en önemli eleştirmeni olan Said’in biyografisinde Brennan tüm bu süreçleri ayrıntılı biçimde anlatırken başlangıçtaki soruya derli toplu bir yanıt veriyor:
“Said, beşeri bilimleri yalnızca daha görünür kılmakla kalmadı, aynı zamanda Amerikalı, Avrupalı ve Ortadoğulu kanaat önderleri için çok daha sorgulayıcı hâle getirdi. O sadece Avrupa ve Amerikan imparatorluklarının öfkelerini ifşasına yönelmekle yetinmemişti; ki bazıları bunu onun tek gündemi olarak kabul ediyor. Kitapların, yazıldıkları yer ve zamanda söylediklerine bağlılığa dayanan eski bir okuma etiğini yeniden canlandırdı; bu yaklaşım, geçmiştekilerin umutsuzca anlaşılmaz olmadığına, yorumlama çalışması yoluyla kurtarılabileceğine dair yaşam boyu süren argümanının bir parçasıydı.”
Ölümünün üzerinden yirmi sene geçmesine rağmen Said’in fikir ve metinleri özellikle İsrail-Filistin gerilimi ve çatışması konusunda insanlığa hâlâ yol gösteriyor. Aklımdaki Diyarlar ise Said’i yaşamını ve fikirlerini kavramak için önemli bir kaynak. Said’i anlamakta güçlük çekenler ve onunla henüz tanışmayanlar için de…
Aklımdaki Diyarlar, Timothy Brennan, Çeviren: Aydın Çavdar, Ayrıntı Yayınları, 512 s.
Dipnot:
1) Çeviren: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2004.