Share This Article
1970’lerin ikinci yarısından itibaren Avustralya edebiyatında romanlarının yanı sıra öykü, deneme ve günlükleriyle boy gösteren, kaleme aldığı senaryolarla da dikkat çeken Helen Garner; 1990’larla birlikte adliyelerde mahkemeleri takip etmiş, suçlu ve mağdurları izleyerek bunlara kitaplarında yer vermiş bir yazar.
Türkiyeli okurların Çocuklar İçin Bach (Çeviren: Darmin Hadzibegoviç, YKY, 2021) başlıklı romanıyla tanıdığı Garner’ın kitaplarında, duyarlılığıyla öne çıkan karakterler ve hassasiyet dikkat çekiyor.
Çocuklar İçin Bach’ta, otizmli evlatlarına bakan bir çiftin yaşamında da bu hassasiyet ön plandaydı. Müziğin bir laytmotif olduğu romanda Garner, sakin bir yaşam süren (sürmek zorunda olan) çiftin düzeninin altüst oluşunu, tekinsizlik fırtınasına tutuluşunu özel çocukları üzerinden anlatmıştı.
Garner, Türkçeye çevrilen bir diğer romanı Misafir Odası’nda (Çeviren: Roza Hakmen, YKY, 2021), misafirin ağırlandığı oda pek çok olayın merkezi hâline geliyordu. Ölümcül bir hastalığı, dostluğu sınavdan geçiren bir olay şeklinde okura sunan Garner, duyguları sömürmek yerine hastalık –tedavi ve arkadaşlık – kaygı çatışmalarına dair edebî çözümlemeler yapmayı tercih etmişti. Gelen hasta misafirle bir düzenin bozuluşu ve duruma uygun yeni bir düzen kuruluşunu anlatan yazar, bir noktadan sonra karakterlerin, hafızalarındaki labirentte sıkışarak geçirdiği sarsıntıyı ve artık kapıyı çalan ölüm üzerine tartışmalarını getirmişti karşımıza. Bunu yaparken büyük cümleler kurmadan, eve giren ölümü yalın olarak anlatmıştı.
Garner, Türkçedeki üçüncü kitabı Benim Katı Yüreğim’de az söyleyip çok şey anlattığı öyküleriyle çıkıyor karşımıza bu kez. Yarattığı karakterlerin yaşadıklarını anlayarak onlarla bağ kurmamızı istiyor âdeta.
İyi anlaşanlar ve kuşakları gereği çatışanlar
Garner, insanın yaşamına sığan pek çok duyguya ve duruma Benim Katı Yüreğim’de yer veriyor. Aralara sorular ve kuşkular eklemiş, mutlu anları da pas geçmemiş. Arayışlarla, gözlemlerle ve yorumlarla da çemberi tamamlamış.
Garner, öyküleriyle yaşamın kenarından dolaşmıyor, içinden geçiyor. Bir insanın yüzüne ya da bir eve bakan karakterler, kâh eski zamanları kâh zamanın akışını görüyor. Fotoğraflarda da öyle; kareye gözü ilişen anlatıcı, “Basit bir şey mi, yoksa daha gizemli işaret ve simgeler mi barındırıyor?” diye soruyor.
Kim, neye bakıp ne görürse görsün, Garner’ın alametifarikası duyarlılık giriyor devreye; en sevimsiz anlarda bile bu hassasiyet kendisini hissettiriyor. Mektuplarda, günlük sohbetlerde, aile içi ilişkilerde, anıları düşünürken ve yaşayıp giderken de… Kötü bir hatırada bile söz konusu hassasiyetle yüzleşiyoruz: “Artık niye anlaşamıyoruz biliyor musun, dedi ‘birbirimize çok benziyoruz da ondan.’ Bu fikir içimi öyle bir tiksintiyle doldurdu ki şişmiş yüzümü başka tarafa çevirdim. Attığı tokatlardan değil, ağlamaktan şişmişti yüzüm; tokatların şiddeti gerçek değil, sembolikti daha çok.”
Garner, iyi anlaşanların ve kuşakları gereği çatışanların hikâyelerini de kaleme almış Benim Katı Yüreğim’de. Konuşmalar ve sessizlikler de bu anlatıma dâhil. Zamanın değiştirdikleri ve değişim için çok geç kalınmasının verdiği acı da…
Garner, kişilerin sıradan yaşamına dair hikâyeler anlatırken arka planda, söylenenin ötesine geçen bir şeyler olduğunu hissettiriyor okura. Bununla birlikte kırılganlıklara, pişmanlıklara, aşklara, meraklara ve hafızanın oynadığı oyunlara yoğunlaşıyor. Dolayısıyla bir işleyişten, akıştan söz ederken savrulan, dimdik duran ve kimi anlarda düşen insanları getiriyor karşımıza. Bazen de yakınan ve özlemle yanıp tutuşanları: “Etrafımda olup biten her şeyi anlayabilmekten nefret ediyorum. İnsanların senin dilini konuşmadığı yerlerde duyularının kendini zorlayıp derinin azıcık ötesine geçmesi gerekir ya hani, işte o duyguyu özlüyorum.”
‘Güzel insanlar açgözlüdür’
Garner, “sahici olanın hiçbir engele takılmadan elimizden akıp gittiği anlar”ı da betimliyor ve oraya yerleştirdiği karakterlerle yüzleştiriyor bizi. Geçmiş ve bugün karşılaştırmaları, hatıraların sorgulanışı, arkadaşlıkların ve ilişkilerin masaya yatırılışı da bu anlara dâhil ediliyor yazar tarafından. Dünü hatırlayanlardan, geçmişini eşeleyenlerden biri de Evsiz Erkekler Evi’ne düşen boks ve bahis meraklısı, çürümüşlere ve batağa saplanmışlara değil, saf Hıristiyanlara hayran olan bir adam. Bir başkası ise çocukluk travmalarını hatırlıyor:
“Çok küçüktüm ve her şeyden nefret ediyordum. Ailemle yaşamaktan nefret ediyordum. Abilerimle ablalarımdan nefret ediyordum. Babam bir şeyi sevmem için uğraşıyordu yalnızca. Ama ben çok küçüktüm ve o kocaman, güçlü devin önünde oturduğumda kendimi cüce gibi hissediyordum. Denize açıldığımızda, göle yani, ‘Pekin ne tarafta?’ derdi. ‘New York ne tarafta?’ O kadar gergin olurdum ki düşünemezdim bile. Kafadan atardım. O da ‘Hayır!’ der ve kürekle bam diye kafama vururdu.”
“Sevmeyi bir kişiyle birlikte öğrenmek, sonra bu dersi bir başkasına uygulamak mümkündü” diyen karakter de geçmiş-bugün bağlantısı kurarak yaşamaya uğraşıyor; hayatındaki öncelik ve hassasiyetleri kollamaya çabalıyor. Titreyen, kımıldamaya başlayan ve acılar eşliğinde yaşadığını hisseden karakterler de benzer bir yoldan geçiyor.
Kendisini kıyasıya eleştirirken etrafındakilerin yapıp ettiklerini gözlemleyen kadının durumu ise biraz daha farklı ama o da mümkün olduğunca ruhundaki inceliği korumaya çalışıyor:
“Güzellik budur belki de: Seyredilmeyi sevmek. Güzel insanlar açgözlüdür. Başkalarının gözünün ışığını kan hücreleriyle emer ve bununla beslenirler, böylece daha da güzel ve gösterişli olurlar, güç uğruna kendini açlığa mahkûm eden benim gibi püritenlerse günbegün zayıflar, solup küçülürler, sonunda da yalnızca çelik gibi sert bir irade kalır böylelerinden geriye.”
Garner, etrafındaki insan ve olayları gözlemlediği kadar kendisini de enine boyuna irdeleyip sorgulayan; benliği ve eylemleriyle hesaplaşan karakterlere dair hikâyeler kaleme almış Benim Katı Yüreğim’de.
Gerek ruhsal gerek fiziksel açıdan sürekli bir hareketliliğin söz konusu olduğu öykülerin bulunduğu Benim Katı Yüreğim’de yaşamın uzağına düşmeyen, yapmayı pek tercih etmediğimiz sorgulamaları içeren hikâyelerle karşılaşıyoruz. Onlarda, “kirletilmek bizim kaderimizdir” sözünün peşine takılanlara da böyle bir çembere girmemeyi seçip eyleme geçenlere de rastlıyoruz.
Benim Katı Yüreğim, Helen Garner, Çeviren: Darmin Hadzibegoviç, Yapı Kredi Yayınları, 102 s.