Share This Article
2001 yılında gazeteci Chris Hedges’le birlikte, o yazar ben de çizer olarak, Harper’s dergisi için Gazze Şeridi’ne gittik. Han Yunus’ta, Filistinlilerin Israil işgaline karşı yapılan İkinci İntifada esnasında hayatla nasıl baş ettiklerine odaklanmaya karar vermiştik.
O sırada, Noam Chomsky‘nin yıllar önce okuduğum Kader Üçgeni isimli kitabında bir Birleşmiş Milletler (BM) raporundan yaptığı kısa bir alıntıyı hatırladım: 1956 yılında Han Yunus’ta sivillerin geniş çapta öldürüldüğü bir olaydan bahsediyordu. Chris, eğer geçerliliği ve bugüne dair bir önemi varsa bu neredeyse hiç değinilmemiş tarihi olayı da hikayemize dahil etmemizi kabul etti.
Han Yunus’a gittiğimizde, bir günümüzü, 1956 Kasım’ındaki Süveyş Kanalı krizi esnasında İsrailliler Mısır hakimiyeti altındaki Gazze Şeridi’ni kısa bir süre için işgal ettiklerinde şehirde neler olduğuna dair görgü tanıkları bulmaya ayırdık.
‘Ondan sonra aylar boyunca uyuyamadım…’
Yaşlı adamların ve kadınların, babalarının ve kocalarının İsrail askerleri tarafından evlerinde veya sokaklarda kurşuna dizilerek öldürülüşlerine dair karanlık hikayeleri vardı. Görüştüklerimizden biri de İslami Direniş Partisi Hamas‘ın üst düzey yöneticilerinden olan (ve daha sonra bir İsrail füzesiyle suikast kurban giden) Abid el Aziz el Rantisi‘ydi.
1956’da dokuz yaşında olan el Rantisi o gün amcasının öldürüldüğünü anlattı, “Babamın, kardeşinin cesedi üstünde ağlayışını ve feryat edişini hâlâ hatırlıyorum,” dedi.
“Ondan sonra aylar boyunca uyuyamadım… Bu olay kalbimde hiç iyileşmeyecek bir yara açtı. Size bir hikâye anlatıyorum ve neredeyse ağlayacağım. Böyle bir hareket unutulamaz… Kalplerimize nefret tohumları ektiler.”
Chris, 1956’da Han Yunus’ta yaşananların şehrin tarihinin önemli bir parçası olduğuna kanaat getirerek bu konuyu Harper’s makalesine birkaç paragrafla dahil etti. Ancak, bir nedenle, yazının o kısmı derginin editörleri tarafından çıkarıldı.
Bu çok zoruma gitti. Eğer BM’nin verdiği 275 ölü rakamına bakacak olursak Filistin toprağında Filistinlilere karşı yapılmış en büyük katliam olan bu olay bilinmemeyi hak etmiyordu. Ama işte oradaydı, tarihin geniş kapsamı içinde ancak bir dipnot değerinde görülen sayısız tarihi trajediyle birlikte. Hem de el Rantisi’nin ima ettiği gibi bugünün olaylarını şekillendiren acı ve öfkenin tohumlarını bu olaylar taşıdığı halde.
‘Panikleyip koşan kalabalığın üstüne ateş mi açmıştı?’
Benim için Han Yunus’taki katliamın hikayesi öyle kolaylıkla vazgeçilecek gibi değildi. Biraz daha kurcaladım; olayla ilgili İngilizce neredeyse hiçbir şey yazılmamıştı. 1956’da ne olduğunu araştırmak için Gazze’ye geri dönmeye karar verdim. Hazırlık yaparken aynı zaman zarfında, 12 Kasım’da, komşu şehir Refah’ta onlarca Filistinli erkeğin öldürüldüğü bir olaydan daha haberdar oldum.
Orada neler olmuştu? Olayı topyekûn bir unutuluştan kurtaran yine bir BM raporundaki birkaç cümleydi. Bazı açılardan Refah olayı ilgimi daha fazla çekmeye başladı. Han Yunus’ta uygulanan şiddet şok edici ve acımasızcaydı ancak Chris’le Gazze’ye yaptığımız ilk seyahatte öğrendiğimiz gibi gayet apaçıktı.
Halbuki Refah’taki cinayetler Filistinli gerilla ve askerlere yönelik bir gün süren bir arama-tarama operasyonu esnasında işlenmişti. Karmaşık olsa da standart bir askeri prosedürün uygulanması esnasında nasıl olmuştu da 100’den fazla insan ölmüştü?
BM raporunun tahmin ettiği gibi İsrailli askerler basitçe, “Panikleyip koşan kalabalığın üstüne ateş mi açmıştı?” Yaratıcılık açısından bakacak olursak, Refah hikayesinde daha çok katman ve yerine yerleştirilecek daha çok yapboz vardı. Üstelik, gittikçe genişlemiş olan Refah olayına askerlik çağındaki bütün erkekler maruz kalmışlardı ve hayatta olan pek çok görgü tanığı olmalıydı.
Halbuki Han Yunus’ta olaya dahil olanlardan çok azı infazın ardından hayatta kalabildi. Dolayısıyla, birbirine eş olmayan uzunlukta iki ana bölüme ayrılıyor: Biri Han Yunus’la ilgili, daha uzun olan diğeri ise Refah’la.
Hayatta kalanlar esas itibariyle aynı şeyi mi hatırlıyorlar?
Saha araştırmasının çoğunu Kasım 2002 ve Mart 2003 arasında Gazze’ye gerçekleştirdiğim iki ziyaret esnasında yaptım. Önceliğim, Refah ve Han Yunus’ta yaşananlara şahit olmuş olan Filistinlilerin tanıklıklarını kaydetmekti. Ancak 50 yıl, insanlara belirli bir günde ne olduğunu sormadan beklemek için uzun bir zaman.
Dolayısıyla buradaki hatıralar hafızanın kaçınılmaz bir şekilde bulanıklaştığı göz önünde bulundurularak ve detayları temel bir soru etrafında birbirleriyle karşılaştırılarak yeniden anlatıldı: Hayatta kalanlar esas itibariyle aynı şeyi mi hatırlıyorlar? Yazılı kanıtlar genellikle tarihçiler tarafından sözlü tanıklıklardan daha üstün kabul edilir, ancak bu konuda kayıtlar yetersiz ve bir kısım nahoş emirler ve raporlar genellikle yazıya geçirilmemiş veya en gayretli araştırmacının bile erişemeyeceği bir şekilde saklanmış: Mısır askeri kayıtlarının çoğu araştırmaya kapalı.
Ürdün’deki ve başka yerlerdeki bazı BM kayıtları da neredeyse erişilmez durumda. Ancak yine de var olan tüm yolların denenmesi önemliydi. Ben de bu nedenle İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) arşivinde araştırma yapmak üzere iki İsrailli araştırmacıyı işe aldım. Araştırmacılardan biri bunun yanında İsrail Devlet Arşivleri’ni, Knesset Arşivleri’ni, bir basın arşivini ve Kol Ha’am (Komünist Parti) arşivini de tarayarak bu iki olaydan bir iz aradı.
1956’da yaşananlara şahit olmuş olan askerleri kendi hatıralarını ve bakış açılarını paylaşmaya teşvik edeceğini ümit ediyorum. Belki de bu boşluğa İsrailli bir tarihçinin el atması gerekiyor.
Gazze’de iki büyük değişiklik yaşandı
Gazze’nin şehirlerinin ve kamplarının o zamanki görünümü konusunda ağırlıklı olarak UNRWA’nın Gazze şehrindeki arşivinde bulunan fotoğraflardan yararlandım. Filistinliler tarafından bana aktarılan tasvirlerden de faydalandım. Yine de her görselleştirme çabası, yani bu durumda çizim, engellenemeyecek bir miktar görsel kırılmayı beraberinde getiriyor.
Araştırmam bir boşlukta gerçekleşmedi. Ben 1956’da neler olduğunu araştırırken, İsrail saldırıları Filistinlileri, intihar eylemleri de İsraillileri öldürüyordu ve Ortadoğu’nun başka bir köşesinde Amerika Birleşik Devletleri Irak savaşına hazırlanıyordu.
Gazzelilerin gündelik hayatındaki en önemli gelişme ise Refah ve Han Yunus’taki kitlesel ev yıkımlarıydı. Yine de benim bugüne ait diyerek anlattığım hikayeler de büyük bir hızla geçmiş kategorisine doğru kayıyorlar, çünkü benim projeye başladığım yedi yıl öncesinden bugüne Gazze’de iki büyük değişiklik yaşandı.
İlk olarak 2005’te İsrail Gazze’deki tüm Yahudi yerleşimlerini tek taraflı olarak boşalttı ve bu küçük toprak parçasını tamamen Filistinli sakinlerine bıraktı. Ancak İsrail Gazze’nin hava sahasını, kıyı şeridini ve bir tanesi hariç tüm giriş çıkış noktalarını sıkı bir kontrol altında tutuyor. (O tek giriş kapısı olan Refah’tan Gazze’ye olan erişimi de Mısır ağır bir şekilde kısıtlıyor.)
İşin sonunda fazlasıyla kalabalık ve yoksul Gazze Şeridi ne İsrail’in kıskacından ne de 2008-2009 kışında şahit olduğumuz üzere İsrail güçlerince yapılacak bir saldırı veya intikam tehdidinden kurtulabildi.
İkinci olarak, 2007 yılında İslami Hamas grubu Gazze’de kontrolü ele geçirdi ve o günden bu yana da elinde tutuyor. İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından bir terör örgütü olarak kabul edilen Hamas, 2006’daki seçimlerde yasama organındaki sandalyelerin çoğunu kazandı. Rakibi olan El Fetih ile birlikte kuracakları bir ulusal birlik hükümeti Gazze üstündeki baskısını arttıran İsrail tarafından kabul edilemezdi.
Filistinli militanların geleneği sona ermişti
Fetih ve Hamas arasındaki gerilim tırmanırken El-Fetih’in yapacağı ve Amerika tarafından planlanmış bir ihtilal öncesinde Hamas Gazze’ye tamamen el koydu. Yıllar süren Fetih yönetiminin yolsuzluğundan midesi bulanmış olanlar dahil tüm Filistinlileri dehşete düşüren ise, Hamas’ın Fetih’li rakiplerini ezmekteki acımasızlığıydı. Bağlı oldukları gruplardan bağımsız olarak birbirlerine değil İsrail’e karşı omuz omuza duran Filistinli militanların geleneği sona ermişti. Hamas’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından İsrail Gazze’yi “düşman teşekkül” olarak adlandırdı.
Gazze kuşatması, ABD ve Avrupa Birliği’nin de katılımıyla hemen hemen tamamlandı. Gazze’de birinin bana söylediği gibi “olaylar devamlılık gösterir.” Filistinlilerin bir diğeri gelmeden önce yaşadıkları bir trajediyi sindirmek gibi bir şansları olmuyor. Gazze’deyken, gençler benim 1956’daki olaylara dair araştırmamı şaşkınlıkla izliyorlardı. Şu anda saldırıya uğrar ve evleri yıkılırken tarihle uğraşmanın onlara ne gibi bir faydası olabilirdi ki?
Ama geçmiş ve şu an o kadar kolaylıkla birbirinden ayrılamaz. İkisi de vicdansız bir sürekliliğin, tarihsel bir bulanıklığın parçaları. Belki de bu çağıltılı hareketi bir anlığına durdurup, sadece yaşamış olanlar için bir felaket değil aynı zamanda el Rantisi’nin dediği gibi kalplere nefretin nasıl ve niçin ekildiğini anlamak isteyenler için de yol gösterici olabilecek bir iki olayı irdelemeye değecektir.
Temmuz 2009
Kaynak: İthaki Yayınlarından çılan Gazze’nin Dipnotları kitabında geçen Önsöz’den alıntılanmıştır.