Share This Article
Başörtüsünü biz ve bizden öncekiler çokça tartıştı. Bombalı saldırılar, katliamlar, yolsuzluklar bir çırpıda unutulurken ya da kimi hak ihlali davaları bir avuç takipçiyle görülürken, başörtüsü tartışması her dönem kendisine ciddi bir kitle buldu. Bu sebeptendir ki, çok büyük bir kitle “Başörtüsü” kelimesini duyduğu anda halen bunun tartışılmasına veya gündem olmasına tepki gösterebiliyor.
Bu tartışmanın çıktıları bize daha çok konuşacak konu yaratıyor; müthiş katmanlı bir konu olması sebebiyle de yıllardır kendimizi tartışmaktan alıkoyamıyoruz. Sosyologlar için bulunmaz bir hazine. Başörtüsünü, her dönem farklı biçimlerde sorunsallaştırarak tartıştık. Belki bu tartışmayı doğru düzleme taşıyamadığımız için de her defasında bu işin içinden çıkamadık. Kimi zaman şeytanlaştırıldı, kimi zaman kutsandı ancak çok az kez başörtüsünün içindeki birey bu tartışmaların öznesi olabildi.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
‘Bunlar okusun diye uğraşıyoruz ya sonra çalışmak isterlerse?’
Başörtüsünün üniversitelerde katı bir şekilde yasaklandığı dönemin şahitleri, o döneme dair tek sorunun başörtüsüyle okula alınmama, tek sorumlunun da yasakçı seküler zihniyet olmadığına işaret ediyor. Örneğin bir konuşmamızda Berrin Sönmez’in bana söylediği bir cümleyi hiç unutmuyorum.
Başörtüsü ile eğitim görmek ile kamusal alanda var olmak için başlattıkları ve sürdürdükleri eylemlerde, kendilerine “destek” veren erkeklerin düşüncelerini şöyle tariflemişti Sönmez, “Biz şimdi bunlar okusun diye uğraşıyoruz da ya sonra bir de çalışmak isterlerse?” 1990’ların bu atmosferinde okuyup çalışmak isteyen kadınların iş hayatında yaşadıklarını, Sönmez’in tarifinin sağlaması olarak görebiliriz.
Zira okulunu bitirip çalışmak isteyen başörtülü kadınların “kendi mahallesinden” olan işvereninden “Seni bu kılıkta kimse işe almaz” denilerek yarı maaşla çalıştırılması, ilk kez Ayşe Çavdar’dan duyduğum, aynı dönemin şahidi pek çok kadına söylediğimde de istisnasız her birinin doğruladığı bir örnektir.
Yasakların olduğu yıllarda pek çok pankartı süsleyen, “Başörtüsüne özgürlük” söylemi bize o yasaklı yıllarda kadınlara destek verdiğini, onlarla birlikte yasakçı zihniyete karşı mücadele ettiğini söyleyen İslamcı erkeğe dair bazı ipuçları veriyor. Çünkü özgürlüğü başörtüsüne mi yoksa başörtülü kadına mı istediğini bir an bile düşünmemiş olan ciddi bir kitleden de bahsediyoruz. Öyle ya, bakın başörtüsü artık ne kadar özgür! Ancak bu nesne, onu örten kadın olmadan yürüyemiyor, onu örttüğü zaman da kadın hâlâ biraz zor yürüyor.
‘Üniversite okumuş, kültürlü anne’ olmak için okumuyorlar mı?!
AKP iktidarında okuluna atanan kayyumu protesto etmek isteyen başörtülü öğrencilerin fotoğraflarını, o fotoğraflara yapılan bazı yorumları hatırlamakta fayda var. “Herkesi anladım da senin orada ne işin var?” cümlesi ister siyasi bir figürden gelsin isterse hiç adı sanı duyulmamış bir vatandaştan gelsin fark etmez, bu bakış açısı tartışılmaya, üzerine söz söylemeye değer. Bu cümle İslamcı erkeğin ikiyüzlülüğünün de 28 Şubat döneminde yapılan kadın eylemlerinin amacını anlayamamış olmasının da fotoğrafıdır.
Yani kadınlar kamusal alandaki varlıkları için dövülürken, yargılanırken, eğitim hakları ellerinden alınırken erkek belli ki şöyle sanmıştır: Hep birlikte gidip eylemlere katılacağız, seküler iktidarı başörtüsü üzerinden yıpratacağız, oy devşireceğiz hatta iktidara geleceğiz. Dahası mutlu mesut evimize dönüp birlikte eylemlere katıldığımız kadınları eve sokup, onlar üzerindeki iktidarımızı da sürdürmeye devam edeceğiz. Zaten bizim mahallemizin kadınları “Üniversite okumuş, kültürlü anne” olmak için okumuyor mu?
AKP dışındaki partilerde görev alan başörtülü kadınlara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Vitrin mankeni” yakıştırması yapması da aynı durumun bir benzeri değil mi? Bu saldırganlıktan da öte sözde hakları için mücadele ettikleri o başörtülü kadının aşağılandığının, işlevsizleştirdildiğinin ya da en başından işlevsiz görüldüğünün göstergesidir.
Vitrin mankeni nedir örneğin? “İstismar Kanunu” olarak adlandırılan, istismarcılara af getirecek olan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 103. Maddesine yapılan değişiklik meclise sunulurken oy vermemek için toplu halde meclise gelmeyen AKP’li kadınlar, bir daha AKP tarafından milletvekili adayı olarak gösterilmiş midir mesela? Tepki gösterdiklerinde anında dışlanacakları bir parti, başörtülü kadını asıl “Vitrin mankeni” gibi gören parti değil midir?
AKP’nin kurucu üyelerinden Fatma Bostan Ünsal nasıl AKP’den ihraç edilmişti hatırlayalım. Ünsal, “Bu suça ortak olmayacağız” metnine imza atmasıyla yıllarca emek verdiği, umut bağladığı partisinin dışında kalmıştı. Ünsal’ın ilk hayal kırıklığı ise bu değildi. Zira Ünsal, 2011’de başörtüsü yasağının defakto uygulandığına dikkat çekip, bu sorunun bir yönetmelikle çözülebileceğini söylediğinde partisinden “Şimdi zamanı değil” cevabı aldığındaki şaşkınlığını, “Bu benim için şok edici bir şeydi. Yani 2011 bunun zamanı değilse, 1999 muydu bunun zamanı? Bülent Ecevit‘in suçu neydi o zaman?” diyerek anlatmıştı bana.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, eşi Hayrünnisa Gül’ün başörtüsü üzerinden tartışıldığında “Eşim değil ki ben Cumhurbaşkanı oluyorum” cümlesi, Hayrünnisa Gül’ü hayal kırıklığına uğratmış mıdır bilinmez ancak Hayrünnisa Gül zaten Cumhurbaşkanı olamazdı. Zira kazandığı Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne bile başörtüsü yasakları sebebiyle kayıt yaptıramamıştı…
Bugün ne yaşıyoruz?
Başörtüsünü çıkaran veya çıkarmak isteyen sayısız kadınla konuştum. Kimiyle farklı mecralarda yayımlanan röportajlar yaptım, kimininse hikâyesini Nevşin Mengü ile birlikte yayına hazırladığımız “Herkes İstediği Gibi Yaşasın” adlı kitapta aktardım. Üstünkörü bakıldığında, “Kadınlar önceden kapanmak için uğraşıyordu, şimdiyse açılmak için çabalıyorlar” gibi görünebilir bu mevzu. Biraz derinlemesine baktığınızda ise kadınların, kendilerine yönelen her baskı mekanizmasına karşı benzer şekilde refleks gösterdiğini net olarak görebilirsiniz.
Her ne kadar birbirinin tam karşıtı gibi görünse de kadınlar aslında aynı kalıpları, aynı sıkışmışlığı, aynı algıları yıkmak için mücadele ediyorlar. Nevşin Mengü ile birlikte kaleme aldığımız kitapta bu konuyu İran ile karşılaştırarak anlatmak istedik ve Mengü, İranlı kadınların uğradıkları baskıyı ve mücadelelerini kaleme aldı. Bize ilham veren ise her iki ülke kadınlarının korkularının, endişelerinin, özgürlük veya tutsaklık söylemlerinin benzerliğiydi. Bir yanda akıl almaz bir baskıyla başörtüsü örtmeye zorlanan, korkunç yaptırımlarla karşılaşan, işkence gören, öldürülen İranlı kadınlar vardı. Diğer yanda bu mücadeleyi en yakınındaki “devlet”e yani babasına, abisine, kocasına, akrabalarına, çevresine karşı veren Türkiyeli kadınlar…
Her ne kadar farklı baskı mekanizmalarına karşı farklı biçimlerde savaş veriyor olsalar da iki ülke kadınlarının da saçlarına ilk değen rüzgardan bahsetmeleri beni gerçekten etkilemişti örneğin. Bir kadının farklı bir ülkeye giderek saçlarını savurma isteği, bir diğerininse Küba’da şort giyme hayali…
Bianet’te yayımlanan “Başörtüsü mücadelesinin değişen yolculuğu” adlı yazı dizisinde yaptığım bir röportajda aynen böyle demişti bir kadın, “Arkadaşımla Galata Kulesi’ne çıkar, Küba’da şort giyme hayali kurardık.” Bu kadın çocukluğundan itibaren hiç istemediği halde başörtüsü örtmeye zorlanmıştı. Okuldan alınıp, özel din dersleri görmüş, evden kaçabilmek adına istemediği bir evlilik yapmıştı. Kendisiyle konuştuğumuz 2018 yılında ise gerçekten başka bir ülkede, kızıyla yaşayan bir bekar anneydi ve o ülkede şort giyebiliyordu.
‘Katli mübah’
Bir diğer örnek biraz önce bahsettiğimiz 28 Şubat ile ilgili olsun. Konuştuğum bir başka kadın, öğrencilik döneminde başörtüsü eylemlerine nasıl katıldığını, nasıl defalarca gözaltına alındığını aynı o günlere dönmüş gibi heyecanla, gözleri parlayarak anlatmıştı. Kimliğini saklamak zorunda olduğum için hangi fraksiyonda olduğunu söyleyemeyeceğim bu kadın, eylemlerdeki aktifliği göze çarptığında bulunduğu dernekte yönetici kadroda yer aldığını fakat burada gördüğü muamelenin onu defalarca hayal kırıklığına uğrattığını söylüyordu. Tam da yukarıda bahsettiğim gibi bir hayal kırıklığı…
Örneği çoğu kez kendisine ne mezunu olduğu sorulmuş, verdiği “Lise mezunuyum” cevabı karşısında suratlar değişmişti. Bu dernekte oğlu için üniversite mezunu gelin arayan kadınlar vardı, onun için bu oldukça kırıcıydı. Zira başörtüsüyle okuyamadığı için eylemler düzenlemiş, eylemlere katılmıştı bu kadın ve elbette üniversite mezunu olamazdı. Bahsi geçen fraksiyondan, bu ve bu gibi hayal kırıklıkları sebebiyle ayrılma kararı aldığında, bu kararının ardından duydukları bir kez daha onu kıracaktı hatta belki korkutacaktı. Çünkü artık kendi arkadaşlarının onun arkasından “katli mübah” ifadeleri kullandığını öğrenmişti.
Öte yandan bu kadının ailesi Müslüman fakat çok da dindar olmayan bir aile ve başını örtmesine de o dönem karşı çıkıyorlar. Ne var ki, bu kadın 40’lı yaşlarına geldiğinde ve başörtüsünü çıkarmak istediğinde yine aynı aile bu kararına da karşı çıkıyor. Çünkü aile de biz de biliyoruz ki “Elalem ne der?”
Başörtüsünü örtmenin de çıkarmanın da tek bir sebebi olamaz
Tam da konuyu buraya getirmişken, “Başörtüsü sorunu” adı altında yaptığımız tartışmaların aslında bir kişinin saçını gizlemesi ya da gizlememesinden ibaret olmadığını, hatta bunun başörtüsü sorunun çok küçük bir detayı haline geldiğini konuşabiliriz. Öyle olsa ne kadar da rahatlardık; kimse kimsenin neresini gizlediğini ya da gizlemediğini sorgulamazdı. Belki sorgulayan birileri çıkardı elbette ama en azından on yıllarca tartıştığımız, çözemediğimiz ve giderek kartopu gibi büyüyen devasa boyuta getirdiğimiz bir sorunsalla karşı karşıya kalmazdık.
Nasıl ki, başörtüsü kendi halinde bir nesneyken tek bir anlam taşımıyorsa, bir kadının başörtüsünü örtmesinin de çıkarmasının da tek bir sebebi, tek bir anlamı, tek bir mesajı olamaz. Deneyimlediğim, gözlemlediğim, dinlediğim ve konuştuğum kadarıyla başörtüsü de kadın da ne kadar anlam taşıyabilir örneklendirmeye çalışayım.
Örneğin biraz önce uzun uzun bahsettiğim hayal kırıklıkları var. İslamcı mahalle, Müslüman kadına kimlik, şahsiyet hatta özgürlük vadetti. Günün sonundaysa sadece “kimlik” vaadini gerçekleştirdi. Onu da o kimliğin içine hapsederek yaptı. Yani aslında hiçbir şey ‘bahşetmedi’ aksine onun özgürlük talebini manipüle etti ve onu o özgürlük söylemine hapsetti.
Ne tezat bir cümle değil mi? Özgürlük ve tutsaklık. Oysa yaşananlar bu cümleden çok daha tezattı. Aynı mahalleden bildiği patronu onu yarı maaşa çalıştırdığında, direndiği için alamadığı üniversite diplomasından dolayı aşağılandığında, okuluna kayyum atandığında direndiği için terörist ilan edildiğinde, çocuk istismarcıları affedilmek istendiğinde tepki gösterdiği için dışlandığında, başörtüsü serbestisi talebi ötelendiğinde, başka fraksiyondan olduğu için “vitrin mankeni” olarak tanımlandığında, her yıl yüzlerce hemcinsi öldürülürken güvendiği iktidar, İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak yerine sözleşmeden çekildiğinde, ‘omuz omuza’ mücadele ettiğini sandığı mahallesinin erkekleri onlara “Başörtüsüyle kimin sayesinde var olduğunu sanıyorsun?” dediğinde pek çok kadın, desteklediği partiye de doğup büyüdüğü mahalleye de başörtüsüne de veda etti. Çünkü o başörtüsü yukarıda da bahsettiğim gibi sadece bir başörtüsü değil onun mücadele alanı, kimliği, özgürlük mücadelesiydi ve aslında yoktu.
‘Bunlar başörtülü kadına yakışmaz!’
Müslüman erkek yeri geldi sakalını kesip okulunu okudu, siyasete atıldı, mevki-makam sahibi oldu; yeri geldi seküler dünyanın kendince tüm nimetlerinden faydalanmasının ardından küpesini çıkarıp babasıyla beraber cuma namazlarına gitti makbul evlat oldu. Kadın başörtülüydü, çıkarmak istemedi eğitiminden oldu, irticacı ilan edildi. Sincan Belediye Başkanı konuştu, tanklar yürüdü, dayağını başörtülü öğrenciler yedi.
Başörtüsünü çıkardı, babasının, abisinin, kocasının dayağını yedi, mahallenin yoldan çıkmışı oldu, reddedildi, aşağılandı, 28 şubat mücadelesini lekelemekle suçlandı.
İçtiği sigaradan kahkasına, ettiği ettiği danstan elini tuttuğu sevgilisine kadar yargılandı, “bunlar başörtülü kadına yakışmaz” dendi. Fotoğrafları çekildi, arsızca sosyal medya mecralarında paylaşıldı, “Başörtülü bacınız alkol alıyor”, “Başörtülü bacınızın topuzu fazla yüksek”, “Başörtülü bacınız öpüşüyor” dendi, bol bol alay edildi. Siz, hayatınızın her alanında bu kadar dikkat çeken bir figür olmaya alışabilir miydiniz mesela?
Katliamlar, hak ihlalleri, yolsuzluklar… Başörtülü kadın bulundu mu bir yerde iktidarın günahları aniden ondan çıkarıldı. “Sizin yüzünüzden bu haldeyiz” dendi. O kadına kimi ve neyi desteklediği, hangi partiye oy verdiği bir defa bile sorulmadı. Çünkü ne olabilirdi ki? Olsa olsa AKP’liydi. Siz, size ait olmayan hangi günahı ne kadar süre taşıyabilirsiniz örneğin?
Başörtüsü örttüğünüzden sizden sınırların dışına çıkmamanız beklenir
Dokuz yaşındasınız ve size bir özgürlük verildiğini öğrendiniz. Evet, artık okula girerken başınızı örtebilirsiniz! İşte özgürlükler ülkesi diye buna denir. Büyüyüp serpilince kendiyle ilgili daha ne kararlar alıp, ne özgürlüklerin tadına bakacak değil mi? Değil. Etraftakilere “Biz hiç zorlamadık inanın, kendi kapandı” derken o ailenin gururu, 20’li yaşlarda çocukları başörtüsü örtmek istemediğini söylediğinde nasıl bir utanca dönüşüyor gördünüz mü hiç?
Ya da 12 yaşındasınız, ergensiniz ama vücudunuzdaki, ruhunuzdaki o ergenlik değişimini bile tam anlamış değilsiniz ve mahallenizden bir çocuktan hoşlanıyorsunuz. Anneniz sizi kuaföre götürüyor. Saçınız kestirdikten sonra mahallede şöyle bir salınıp hoşlandığınız o çocuğa kendinizi göstereceğiniz anı düşünüyorsunuz o kuaför koltuğunda. Annenizin, sırf siz başörtüsü örtesiniz diye kuaföre saçınızı kötü kesmesini tembihlendiğinden haberiniz dahi yok. O zedelenen güveni tamir etmenin bir yolunu biliyor musunuz? Farazi bir örnekten bahsetmiyorum. Bizzat konuştuğum bir kadından bahsediyorum. İstisnasız her kadın eyleminde rastlaştığım bir kadından, kendisi gibi süreçler yaşamış kadınlara kol kanat geren bir kadından… Annesi, ona fikrini sormadı, planladı, planını sakladı ve saçını kötü kestirip onu başörtüsü örtmeye mecbur bıraktı. Şimdiyse o kendisinden gizli planlar kuran annesinin evinden başörtüsüyle çıkıyor, annesinden gizli alışveriş merkezlerinde, dükkanlarda, metrobüslerde üzerini değiştiriyor, başörtüsünü çıkarıyor. Siz bunu da aşağılardınız değil mi? Hiçbir zaman bu kadının nasıl süreçlerden geçtiğini merak etmez ama gözünüzün önünde başörtüsünü çıkardığında ayıplardınız onu. “Kim bilir ne haltlar yemeye gidiyor”, “Yazık bunun ana-babasına” derdiniz.
Dinlediğim pek çok kadından, özellikle etraflarındaki erkeklerden tepki aldıklarını çok kez duydum. Sosyal medyada başörtüsünü çıkardığını deklare eden kadınlara yapılan yorumları tek tek inceledim. Başörtüsünün hakikaten bir nesneden ibaret olmadığının bir sağlaması da budur. Aileden, çevreden ya da yabancı erkeklerden gelen yorumların çoğunun sizin saçınızı gizleyip gizlememenizle, “İslam’ın emrine” karşı gelmenizle alakalı değildir.
Başörtüsü örttüğünüzden itibaren sizden, sizin için belirlenmiş sınırların dışına çıkmamanız beklenir. Babanız, abiniz, kocanız ya da üzerinizde söz söyleme hakkına sahip olduğunu düşünen başka bir erkek bilir ki siz istediğiniz kadar ondan uzaklaşın, o başörtüsü sayesinde toplum sizin dizginini elinde tutar. Dediğim gibi arkadaşlarınızla oturduğunuz bir akşam tutup masada sizin fotoğrafınız çekilir, sosyal medya mecralarında hiç tanımadığınız insanların önüne atılır ve parçalatılırsınız. Giydiğiniz gömlek, sizden beklenenden daha kısadır hiç olmadık yerde, hiç tanımadığınız biri gelip aniden bunu ayıplayıverir.
Kimseden bu yorumları duymamak için sizden beklenen her şeyi dört dörtlük yapmaya çalışırsınız. Bol kıyafetler giyer, uzun ve göğsü kapatan başörtüler örter, karşı cinsle muhatap olmaz, yürürken yerden başınızı kaldırmazsınız; olmadık yerden biri çıkar karma bir sınıfta eğitim görmenizi ayıplar, bir diğeri sizi ‘çağa uygun’ bulmaz, “Yallah Arabistan’a” der.
Veri veremem ama şunu söyleyebilirim bu süreçleri, tahmin ettiğinizden daha fazla kadın yaşıyor. Bu başörtüsünü çıkardığı için aşağılanan, dedikodu malzemesi edilen, 28 Şubat’ta verilen mücadelelere yakışmamakla suçlanan çoğu kadın, elini verip kolunu kaptırdığını fark ettiği zaman, elini de kolunu da hayatını da geri almaya çalıştığı için başörtüsünü çıkarıyor. “Başörtüsü, kadın dikkat çekmesin diye örtülüyor” denir ya, aksine bu kadınlar görünmez olmak için başörtülerini çıkarmak zorunda bırakılıyorlar. Gittikleri bir mekanda, slogan attıkları bir eylemde onları rahat bırakmadığınız için size bu şekilde meydan okuyorlar.
Beyaz Türkler, İslamcılardan evla mı?
2019 yılında sosyal medyada pek çok kadın başörtülü ve başörtüsüz fotoğraflarını paylaştı ve kararlarını deklare etti. Her cenahın kadınlara olan yorumları korkunçtu ancak önemli bulduğum bir yorumu paylaşmak istiyorum. Gazeteci Mine G. Kırıkkanat, kadınların bir hareket veya akım haline gelen bu paylaşımlarını terörle ilişkilendirdi, “Dikkat edin, bu Adnan Oktarcı’ların ya da FETÖ’cülerin manipülasyonu olabilir” dedi.
Bir başka gazeteci Uğur Dündar, yorumu beğenerek tasdikledi. Çoğu 19-20 yaşında olan bu genç kadınları, Türkiye’nin korkunç atmosferinde terörle suçladılar. Amacı ne olabilir diye uzun uzun düşündüm. Yorum yapmadığında kimsenin “Neden yorum yapmıyorsunuz?” diyeceğini sanmıyorum, hiç karşılaşmadığı bilmediği bu konu hakkında yorum yapma iştahı üzerine gerçekten düşündüm ve bunun sınıfsal olabileceğine kanaat getirdim.
Kırıkkanat’ın yorumu, başörtülü kadınları, bu kadınların ailelerini daha doğrusu o mahalleyi hiçbir zaman kendisiyle denk görmeyen bir zihniyetin ürünü olabilirdi ancak. Kırıkkanat’ın İslami mahalleyi kendi zümresiyle asla ama asla denk görmediğinin tek örneği bu değil elbet.
Diyanet İşleri Başkanı’nı eleştirmek için kaleme aldığı yazısındaki “Naçiz yazarınızla Diyanet İşleri Başkanı elbette aynı kültür değerlerini paylaşmıyorlar; hatta aynı toplumdan çıkmaları bile her ikimiz için de talihsiz bir rastlantı sayılır,” girizgahı bu tavrının bir başka açıdan göstergesidir örneğin.
1999’da kaleme aldığı bir yazıda “Çok merak ediyorum, Merve’nin türbanına ‘demokratik özgürlük’ diye arka çıkan yazar mazarlarımız, acaba, bildiğiniz gibi demokrasi, özgürlük ve insan hakları şampiyonu İran’da, baştan aşağı karalara bürünmüş ve hamamböcekleri kadar özgür, zavallı ve budala kadınların, Merve hatun hakkında kendileriyle aynı dili kullandıklarını duyup görünce, utanmadılar mı?” ifadeleri de yine kendisinin bu mahalleye de başörtülü kadınlara da olan küçümseyici, aşağılayıcı tavrını çok daha net gösterebilir.
Burada Kırıkkanat’ı hedef almak gibi bir amaç taşımıyorum elbette, ancak kendisinin bu sınıfsal ayrımı net olarak gösterebilmem için bulunmaz bir örnek olduğu kesin.
Tam bu noktada, Kırıkkanat’ın başörtüsünü çıkaran bu kadınları terörle suçlama sebebini hatırlayalım. Kendisi bazı kadınların fotoğraflarda askılı bluz giydiğini daha önce başını kapatmış birinin asla bu kadar rahat kıyafetler giyemeyeceğini iddia ediyor. Gerçek bir araştırmacı gazetecilik örneği olarak bu detayları asla atlamaması takdire şayan.
Ben henüz 24 yaşında bu röportajları yapmaya başladığım için toydum, acemiydim; bir sürü kadınla röportaj yapıp saatlerce deşifre çözdüm, daha fazlasıyla tanıştım, sohbet ettim. Bir kadın, buluşmaya ferace ile gelip oturduğumuz kafenin tuvaletinde feracesini çıkarıp karşıma oturduğunda anlamalıymışım oysa…
Kırıkkanat’ın bu kadınlarla kişisel husumeti elbette yok. Burada olan çok daha eski, çok daha derinden bir tavır. Zira Kırıkkanat’a göre başını bir defa örtmüş bir kadın, başını açsa da kendisi kadar “aydın” ve “çağdaş” olamaz; ailesi muhazafakar mahalle mensubu bir kişi, ağzıyla kuş tutsa da Kırıkkanat ve ailesinin muassır medeniyetler seviyesine ulaşamaz.
Bu zümre ve bakış açısı, muhafazakâr mahallede kaç kişinin travması bilmiyorum ancak 20 yıldan fazladır iktidar cenahının bir türlü aşamadığı aşağılık kompleksinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum. AKP, yıllardır tabanını “Bakın Beyaz Türklerin eline tekrar düşersiniz oy vermezseniz” diye korkutuyor ve bu korkunun meyvelerini de 20 küsür yıldır iktidarda kalarak afiyetle yiyor.
Bu “Seçkin zümre” o aynı toplumda yer almaktan bile rahatsızlık duyduğu iktidar ve çevresinin ekmeğine bir güzel yağ sürerken, muhafazakâr ailelerin kendi hayatlarını çizmek için doğdukları mahalleden ayrılan çocukları kadın ya da erkek fark etmeksizin, AKP’nin iktidarını gerçekten sarsacak kadar güçleniyorlar.