Share This Article
Masumiyet, İklim Değişimi, Gece Kuşağı gibi filmlerin sahibi yönetmen Yasemin Demirci, 2022 yılında kaybettiği babası Latif Demirci‘nin ardından Onun Kalesinde (In His Fortress, 2023) filmiyle seyirci karşısına çıktı. 1992 doğumlu yönetmen, çağının üretken yönetmenlerinden ancak Onun Kalesinde Yasemin Demirci’nin hem kişisel tarihinde hem de sanat serüveninde ayrıcalıklı bir yerde.
Onun Kalesinde, Türkiye’nin en iyi karikatüristlerinden Latif Demirci‘nin sanatçılığını ve mesleğinin ona yüklediği “en”leri bir kenara bırakıp babasını kaybeden bir kız çocuğunun bu gerçekle akıp giden yaşama karışmaya çalışmasına odaklanıyor. Bir önceki cümlede “kız çocuğu” ifadesini kasıtlı kullandım. Çünkü kadın ya da erkek fark etmeksizin biri babasını kaybettiğinde küçük bir çocuk bedenine geri dönmüş gibi olur.
Yasemin Demirci ile “daha rahat uyumak için yaptım” dediği Onun Kalesinde‘yi, genç bir yönetmen olarak kendisine çizdiği ve çizmeye devam ettiği sinema yolunu, bir sanatçı olarak beslendiği kanalları ve üretim pratiklerini konuştuk.
Yeni başlayanlar ve sizi hiç tanımayanlar için, Yasemin Demirci kimdir?
Üniversitenin ilk yıllarında kendiyle ve kendini doğru ifade etmekle ilgili sorunlar yaşamış, bunun çözümlerini aramış; hayata dair sorgulamalarını, korkularını, merak ettiklerini ve kendini ifade biçimini sinemada bulmuş ve sürekli üretim içinde olmaya özen gösteren genç bir kadın yönetmen diyebilirim çok kısaca.
Sizinle ilgili küçük bir araştırma yapmak isteyenlerin karşısına çıkan ilk şey “Latife Tekin ile Latif Demirci’nin kızı” cümlesi oluyor. Bu nasıl bir yer kaplıyor hayatınızda? Türkiye’nin en iyi yazarlarından biri ile en iyi karikatüristlerinden birinin kızı olmak kariyerinin başında bir yönetmen olarak avantaj mı dezavantaj mı?
Babamı kaybedene kadar bu küçük araştırma o kadar da küçük olmuyordu. Yakın çevrem dışında çok bilinen bir durum değildi bu. Hatta babamın ölümünden sonra sektörden bazı tanıdıklarım kızı olduğumu yeni öğrendiğini söyleyerek baş sağlığı dilediler. Bazıları filmle birlikte öğrendi. Kimi annemin Latife Tekin olduğunu da babamın haberleriyle öğrendi. O yüzden kariyerimin başında bir avantajı olduğunu söyleyemem.
Sinema eğitimini de Türkiye’de almadım. Sanatçı bir anne ile babanın kızı olmanın avantajları neydi diye sorarsanız; beni hayata, doğaya, insanlara, sanata karşı duyarlı büyütmüş olmaları, her şeyi sorgulamam için alan açmaları, bildikleri ve bilmediklerini tüm şeffaflığıyla bana aktarmaları ve yönetmen olmak istediğimi söylediğimde bana manevi desteklerini asla eksik etmemeleri oldu. Bunun dışında bir avantajı olmamış olabilir ama daha ne olsun zaten.
Yasemin Demirci ve babası Latif Demirci.
Üniversitede tiyatro okumuşsunuz ama sonra rotayı tamamen sinemaya çevirmişsiniz. 2014 yılından beri sanırım, çok yoğun bir üretim hali içinde görünüyorsunuz. Tiyatrodan sinemaya bu yol ayrımını besleyen şey neydi?
2011 yılında konservatuara girmiştim fakat daha küçüktüm, kendime nasıl bir yol çizmek istediğimi keşfedememiştim. Çocukken bir oyunculuk hevesim vardı ve bunun benim hayalim olduğunu düşünüyordum. Eğitim sırasında oyunculuğun bana göre olmadığını, bu alanda çok da bir yeteneğim olmadığını fark ettim. Bir süre her şeye ara verip kendimi dinledim ve böylece 2013 yılında sinema maceram başlamış oldu. Dönüp baktığımda “iyi ki bir tiyatro deneyimim oldu” diyorum yine de; hem kendimi daha yakından tanımama sebep oldu hem de oyuncu yönetiminde çok faydasını gördüm.
2021’de “İklim Değişimi” filminiz Engelsiz Filmler Festivali’nde seyirciyle buluşurken verdiğiniz bir röportajda “Bir kısa filmim daha var, sonra uzun metraja yoğunlaşacağım” diyorsunuz. Son kısa filmim dediğiniz film “Onun Kalesinde” değildi gibi görünüyor. “Onun Kalesinde”, uzun metrajı bölen bir film mi oldu?
Onun Kalesinde çekmeyi planladığım bir film değildi çünkü babamın kaybı beklediğim bir şey değildi. Fakat uzun metrajı bölen bir film olmadı aslında, babamın kaybı zaten tüm hayatımı bölmüştü. Sonrasında bu uzun metraj senaryoma da yansıdı. Önceden yazdığım senaryoyu bir kenara bırakıp başka bir hikâyeye yöneldim. Kısa film konusunda da eskiden biraz daha katıydım, uzun metraja odaklanacağımı ve başka kısa film çekmeyeceğimi söylüyordum ama şu an uzun metrajımın süreci devam ederken bir yandan bana ilham verebilecek her türlü işe de açığım.
Blu TV’de uzun süre gösterimde kalan “Haftasonu”, “Gece Kuşağı”, “İklim Değişimi” filmleri ile YouTube’da hâlâ yayında olan “Masumiyet” filminizi izlemiş ve sosyal gözlem kabiliyetinize hayran olmuştum. “Onun Kalesinde”de bu gözleme deneyim de eşlik ediyor. “Onun Kalesinde”, “kendiniz için” yaptığınız bir film, diyebilir miyiz?
Onun Kalesinde daha rahat uyuyabilmek için yaptığım bir film oldu. Fakat sonrasında seyirciyle buluşmak ve yas üzerine konuşmak, benzer süreçleri yaşamış kişilere dokunmak da ayrıca bana iyi geldi. Seyircilerden gelen duygulu geri dönüşler de beni çok mutlu etti. Yasımla birlikte acımı da paylaştım ve bu beni çok hafifletti.
Bir sanatçı olarak kendi deneyimini ve duygunu üretmekle kurmaca bir şey üretmek arasında nasıl bir fark var? “Onun Kalesinde”de Latif’in kızı Yasemin olarak mı, Yasemin Demirci olarak mı bulundunuz?
Ben hep kendi duygu ve deneyimlerimden beslendiğim için bu farkı açıklayabilecek doğru kişi olmayabilirim. Bazen hikâyeleri kurarken gerçek deneyimlerimden biraz uzaklaşabiliyorum ama asla çok açılmıyorum. Duygularımı ise hep şeffaf bir şekilde ortaya koymaya çalışıyorum. Onun Kalesinde filminin yapım sürecinin birçok noktasında Latif’in kızı Yasemindim sanırım ama çekim sürecinde Yasemin Demirci olarak bulundum. Zorlanmış olsam da çekim sürecinde mesafelenmem gerekiyordu ve elimden geleni yaptığıma inanıyorum.
“Yas hayatına giriyor ve senin, günlük hayatının, bakış açının, duygularının bir parçası olup kalıyor. Bu film aslında benim yasla yaşamayı öğrenme çabamın bir izi oldu.”
Fotoğraf: Yasemin Demirci.
“Onun Kalesinde”; yasla yüzleşmeyi başarmış, kendisine ve duygusuna uzaktan bakabilmeyi öğrenmiş, neyi neden yaptığını çok iyi bilen bir film. Yasın karikatürize edilen tanımlarından tamamen uzaklaştırılmış, acıyı yaşamın içine yedirmeyi becermiş bir karakter var. Bu karakter sizin yasınızın tamamen yansıması diyebilir misiniz?
Babamın ölümünü kabullenişim çok kolay olmadı. Sevdiğim birçok insanı kaybettim şu zamana kadar ama kaybın acısı bu kadar kalbimin en ortasına düşmemişti daha önce. Yası çok yakından tanımış oldum ve yasın bir süreç olmadığını da zaman geçtikçe fark etmeye başladım. Yas hayatına giriyor ve senin, günlük hayatının, bakış açının, duygularının bir parçası olup kalıyor. O yüzden bir şeyi başardığımı veya üstesinden geldiğimi düşünmesem de yasımı kabullendim ve onunla yaşamayı öğrenmeye çalışıyorum. Bu film aslında benim yasla yaşamayı öğrenme çabamın bir izi oldu.
Çok sık üreten, sürekli kendinizin üzerine koyan kıpır kıpır bir haliniz var. Filmleriniz arasındaki boşluklar uzun değil, biri bitince hemen diğeri için çalışmaya başlıyormuşsunuz gibi görünüyor. “Onun Kalesinde”nin ardından adınızı bir uzun metrajla mı göreceğiz? Eğer öyleyse bu ne zaman olur?
2023 yazından beri bir uzun metraj senaryosu üzerine çalışıyorum. Yapımcım Çağlar Bocut ile de ilk adımımızı İKSV Köprüde Buluşmalar Proje Geliştirme Atölyesi ile atmış olduk. Şu anda bir yandan senaryoyu geliştirmeye, bir yandan da fon arayışlarımıza devam ediyoruz. Umarım çok zaman geçmeden sete gireceğiz.
‘Kendi kalemimde ve hikâyelerimde daha güvende hissediyorum’
Filmlerinizin senaryolarını da siz yazıyorsunuz. Ele aldığınız konular ve onları yorumlama haliniz zaten bir “hikâye anlatıcılığı” hevesini yansıtıyor. Sizin yazmadığınız bir senaryoyu çekmeye nasıl bakarsınız? Sinema, bir başkasının hikayesine pencere açma anlamında da etkileyici bir şey mi sizin için?
Asla yapmam diyemem, bu çok büyük bir laf olur ama ilk tercihim olmaz. Kendi kalemimde ve hikâyelerimde daha güvende hissediyorum. Duygusunu iyi bildiğim için samimiyetini yaratmak benim için zorlayıcı olmuyor. Başka bir senaristin filmini çekeceksem o hikâyeyle bir bütünlük kurmam, duygusal bir bağ yaratmam gerekir ki bu da çok nadir olabilen bir şey.
Yazdıklarınızı annenize ve babanıza okutup onlardan yönlendirme alır mıydınız? Senaryolar dışında yazıyla ilgilenir misiniz, birkaç zaman sonra sizi bir kitapla da görme ihtimalimiz olur mu?
Yazdıklarımı her zaman anneme ve babama okuturdum ama belli bir seviyeye geldikten sonra. İlk denemelerde kendimle bir mücadele içinde oluyorum ve soru işaretlerim oluyor. Onları tek başıma çözmeyi tercih ediyorum. Annem de babam da herhangi bir yönlendirmede bulunmazlardı, sadece akıllarına takılanları sorarlardı ya da onlara bazı kısımların duygusu tam geçmediyse bunu söylerlerdi üstüne tekrar düşünmem için. Babam da bazen sahneye uygun aklına gelen ince esprileri söylerdi. Daha görsel yorumlar yapardı. Şimdi de anneme okutmaya ve onunla işlerim üstüne sohbet etmeye devam ediyorum. Şu anda bir kitap yazmayı düşünmüyorum.
“Dünyadaki feminist tartışmayı izliyorum ve önemsiyorum. Kadın yönetmenler daha çok film yaptıkça, sektördeki kadın enerjisi arttıkça, sinema yapma biçimlerinin esneyeceğini düşünüyorum.”
Gece Kuşağı, (Onun Kalesinde dışında) filmleriniz arasında en etkilendiğim filmdi. Teknik açıdan kusursuz bir feminist kuram örneği. Sinemada, edebiyatta ve sanatta sıklıkla (bence) yanlış bir yerden ele alınan kadın hikâyelerinin sizin için anlamı ne? Ataerkiye dair öfke ve sorgulama arzusu uyandırmadan kadına acımamızı sağlayan bu “kadın hikâyeleri”ni nasıl değerlendirirsiniz?
Ben bütün bu kavramlar ve kuramlar üzerinden kendi yaptığım işleri tanımlama hevesinde olmadım hiç. Tabii ki, dünyadaki feminist tartışmayı izliyorum ve önemsiyorum. Kadın yönetmenler daha çok film yaptıkça, sektördeki kadın enerjisi arttıkça, sinema yapma biçimlerinin esneyeceğini düşünüyorum. Diğer soruya gelecek olursak; Bence bu doğru ve yanlış gibi ifadeler benim için çok tartışmalı. Ben sevdiğim, ufkumu açan, beni düşüncelere iten yönetmenlerin işlerini takip etmeyi tercih ediyorum.
Gece Kuşağı adlı filmimde de kentte genç bir kadın olarak yaşamanın, bir gece içinde rahatça nefes alabilmenin ne kadar zor olduğunu, ne kadar baskı altında hissedildiğini anlatmayı tercih ettim. Bu şiddet ağırlıkla kadınlar açısından bir tehlike olsa da, büyük kentin içinde yaşayan herkesi etkileyebilecek kör bir şiddet. Fakat buna rağmen bizim kuşağımız ve genç kuşak gecelerine sahip çıkmak için mücadele ediyor. Umarım gecelerimizi tamamen geri alacağız.
‘Bu sektörde kadın olmak zor’
Kadın olarak var olabilmenin çok zor olduğu sektörlerden biri de sinema. Sanatçı bir anne ile babanın kızı olmanın bu “kadın olma” dezavantajına bir etkisi oldu mu? Bu sektörde var olma mücadelesi sizi için nasıl gidiyor?
Bu sektörde kimin kızı, kimin eşi, kimin torunu olduğunuz fark etmeksizin kadın olmak zor. Sektörde egemenlik erkeklerin elinde ve erkekler arasında bir kadın yönetmen oluşumun altının çizilmesini tercih ederim. Çünkü geldiğimiz yere kesinlikle çok daha büyük zorluklardan geçerek geliyoruz.
Yasemin Demirci’nin sanatta beslenme kanalları nedir? Okumaya mı izlemeye mi meyillisiniz? “Okuduktan sonra hayatınızı değiştiren kitaplar” ya da “izledikten sonra hayatınızı değiştiren filmler” var mı?
Benim beslenme kanallarım biraz bulamaç haline geldi. Kitaplar her zaman daha öncelik sahibi de olsa şu an izlediğim farklı reality programlarından, çizerlerden, günlük sohbetlerden, pencereden etrafı seyrederken şahit olduğum olaylara kadar her şey zihnimde bir yer ediyor.
Herhangi bir filmin veya kitabın hayatımı değiştirdiğini düşünmüyorum ama üstüne uzun süre düşündüğüm birkaç kitap söyleyebilirim: Adem’den Önce (Jack London), Teneke Trampet (Günter Grass), Başkalarının Acısına Bakmak (Susan Sontag), Utanç (J. M. Coetzee), Bilir Bilmezler (Gustave Flaubert), Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Ernest Hemingway), Cennetin Doğusu (John Steinback), Miras (Vigdis Hjorth), Bülbülü Öldürmek (Harper Lee), Savaş ve Barış (Leo Tolstoy).
“Her şeyin kötü gittiği dönemlerde kabuğuma çekilirim.”
Sanat üretimlerinde tıkandıkça geri döndüğünüz bir motivasyon kaynağı var mı? Her şeyin kötü gittiği dönemlerde devam etme gücünü nereden toplarsınız?
Her şeyin kötü gittiği dönemlerde kabuğuma çekilirim. Herhangi bir motivasyon kaynağı arayışına hiç girmedim ama zaman geçtikçe içgüdüsel bir hayata tutunma çabası içinde buluyorum kendimi ve yavaş yavaş kabuğumu kırıp tekrar yaşamaya ve üretmeye başlıyorum.
Filmin MUBİ’de gösterime girmesinden birkaç ay önce İş Sanat’ta sizin de küratörlüğünü yaptığınız Yazan – Çizen Latif Demirci sergisi açıldı. Babanızın vefatından sonra bir sergi hazırlığı ve onun ardından çektiğiniz bu film… Bu iki sene “Onun Kalesinde” olmak size nasıl geldi? Artık kaleyi kapatabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Onun kalesinde olmak ara ara hüzün verse de ruhuma çok iyi geldi. Kaleyi kapatabileceğimi düşünemiyorum. Tam tersi ben o kalenin baş muhafızı olarak her zaman onu koruyacağım.