Share This Article
Röportaj: Guy Hennebelle, Tahar Cheriaa
Bu söyleşi, 1973 Eylül’ünde, Guy Hennebelle ve Tahar Cheriaa tarafından aralarında yönetmen Mustafa Abu Ali ve eleştirmen Hasan Abu Güneyma‘nın da bulunduğu Filistin Sinema Topluluğu üyeleri ile yapılmıştır. Kişisel müdahaleler de toplulukça onaylanmış sayılmalıdır. Hasan Abu Güneyma‘nın görüşleri Urdünlü Emekçilerin Sesi adlı derginin 1973 Temmuz-Ağustos sayısında yayınlanan Filistin sineması ve devrimci sinema başlıklı inceleme yazısından alınmıştır. Burada, Filistin Sinema Topluluğu tarafından geliştirilen tahlillerin Arap dünyasının bir dönemini yansıtacağı kanısındayız. Dilerseniz 1970’lerin başından süzülüp gelen bu röportaja göz atalım.
Bize birliğinizin kuruluşunu anlatır mısınız?
Filistin Sinema Birliği: Önceleri her Filistin örgütünün özerk bir sinema bölümü vardı (El Fetih‘in, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi‘nin, Filistin Halkçı Demokratik Kurtuluş Cephesi‘nin ve bir de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün). Her biri kendi hesabına az çok eğitici bir amaç güden filmler çeviriyor ya da çevirttiriyordu. Yavaş yavaş birleşmemizin gerekli olduğunun bilincine vardık. Sinemanın Filistin’in kurtuluşu için bir silah olması gerektiği düşüncesi bizim birleşmemizi sağladı.
Bazı toplantı ve tartışmalardan sonra şu üç nokta üstünde düşünce birliğine vardık:
1) Filistin direnişi üstüne film yapımını ve çekimini sürdürmek
2) Arşivlemeye büyük önem vermek
3) Dünyadaki ilerici örgütlerle ilişkileri geliştirmek
Güçlerin bir araya gelişlerini kolaylaştıran kurum Filistin Araştırma Merkezi oldu. Bu kuruma önce bir toplantı yeri bulundu, sonra da arşivlemenin önemi ve mücadelenin evrimini kayıt altına alabilemek için bir çok görüntüyü toparlama aşaması tartışıldı. İlk toplantı, 1972’nin kasım ayında Kartaca Şenliğinden sonra oldu.
Filistin sineması 1965 dolaylarında ortaya çıktı
Birliğiniz nasıl bir yapıya sahip?
F.S.B.: Birliğimizin yapısı esnektir. Çeşitli nedenler yüzünden var olan bütün grupları tek bir çatı altında birleştirmeyi pek istemedik. Çünkü ortam yeterince olgunlaşmamıştı. Öte yandan, ileri unsurlar belli bir kenarda kalışı hatta göreceli bir gizliliği yeğ tuttular. Kuruluşumuz yalnızca Filistinli sinemacıları değil, ama aynı zamanda Filistin davasına ilgi gösteren ve ilerici mevkilerini kanıtlayan bütün Arap sinemacılarını da bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Örneğin, Mısırlı yönetmen Tewfik Saleh‘ı bizimkilerden biri olarak kabul ediyoruz. Çok biçimsel bir resmiliğin reddedilmesi birliğe böyle bir formül için olanak sağlıyor.
Filistin sorunu üzerine bugüne dek yapılmış filmler hakkındaki görüşünüz nedir?
F.S.B.: Çok geniş kapsamlı bir soru bu. Ayrıntılı bir biçimde cevap vermek gerekir. Bizce, filmlerin üç ayrı tipe ayrıldığını söylemek yerinde olur: Filistin örgütleri tarafından yapılan filmler, Arap ülkeleri tarafından çekilmiş olanlar ve Arap olmayan ülkelerdeki dost sinemacılar tarafından çekilmiş filmler. Bu ayırma tarafımızdan yapılan bir önem sıralaması değildir; yalnızca tahlil için pratiktir.
Filistin örgütleri tarafından yapılan filmler hangileridir? Kaç tane Filistinli yönetmen var?
F.S.B.: Filistinli yönetmenler sayıca çok azdır. Buradaki (Beyruttaki) teknisyenleri sayarsak on bir kişiyiz. Anlayacağınız nedenler yüzünden ad vermeyeceğiz. Eğer Mustafa Abu Ali adı tanıtma yazılarında gözüktüyse bu biraz rastlantı biraz da birliğin yöneticilerinden olması yüzünden.
Filistin sineması 1965 dolaylarında ortaya çıktı. Özellikle, 1967 den sonra ve 1968’de yayılmaya başladı. El Fetih aşağıdaki konulara eğilen altı kısa ve orta uzunlukta film yapmıştı:
- 1969’da Amman’da Rogers planına karşı yapılan büyük gösteriler
- Amman’daki 1970 Eylül olayları
- 1972’de Lübnan’ın güneyindeki çatışmalar
- Filistin kadınının direnişe katılması
- Halk sanatının gelişmesi
El Fetih‘in öncülüğü altında çevrilen filmlerin toplam uzunluğu 155 dakikadır. Öte yandan El Fetih, İtalyan Komünist Partisi yönetmenleri, Jean-Luc Godard, Amerikan Newsreel grubu, üç kıta sinema grupu gibi bazı yabancı yönetmen ve gruplara da yardımcı olmuştur.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi bu süreçte üç film çekti: Iraklı Kassem Hawal’an Lübnan’daki 25 bin kişilik Nahr El Bared mülteci kampındaki sağlık koşulları üstüne yaptığı “SU SOĞUK”, aynı yönetmenin Gassan Kenefânî’nin, TEK BİR SÖZCÜK: SİLAH‘ı, İsrail sınırındaki mücadele üstüne yapılmış bir film ve Amman’daki hava harekatıyla ilgili diğer bir film. Bu filmlerin toplam uzunluğu 60 dakikadır.
Öte yandan, Filistin Kurtuluş Demokratik Halk Cephesi, Lübnanlı yönetmen Refik Hajjar‘a “YOL” adlı bir film ile, Filistinlilerle Lübnan ordusunun karşı karşıya gelişi üzerine başka bir film yaptırmıştır.
Birliğimizin dağıttığı filmler arasında Mustafa Abu Ali‘nin “TÜM RUHUM VE KANIMLA”, “SİYONİST TERÖRİZM”, “GAZZE İŞGALİNDEN SAHNELER”i de saymak gerekir.
Filistin direnişinin çeşitli evrelerini anlatan tarih filmleri yaptınız mı?
F.S.B.: Hayır. Henüz halkımızın mücadelesini anlatacak uzun filmlerimiz yok. Daha işin başındayız. Gerçekleştirmemiz gereken işlerin tam bilincindeyiz. Bununla birlikte arşivlerin araştırılmasının çok güç olduğunu da söylemek gerekir. Çünkü ne çok paramız, ne de malzememiz var. Öte yandan bu arşivlerin özellikle İngiltere’de, Almanya’da tabi İsrail’de ve Amerika’da bulunması gerekir. Fransız Frédéric Rossif‘in “KUDÜS’TE BİR DUVAR” adlı filmindeki kaba saptırmalara cevap vermek için bir film yapmamız gerektiğini biliyoruz.
Arap ülkeleri tarafından Filistin sorunu üstüne yapılmış filmler hakkındaki görüşünüz nedir?
F.S.B.: Burada da iki kategori arasında bir ayırım yapmak gerekir: piyasa için yapılan filmler ve halk için yapılan filmler. Bize göre birinci kategoridekilerin tümü, istisnasız iğrenç bir amaç taşıyor. Bunlar Arap halklarının Filistin direnişi için birlik ve dayanışma duygularını alçakça ve bezirganca sömüren iğrenç filmler. Bu rezil yapımı suçlamak için daha ağır bir sözcük bulamıyoruz. Bu berbat dizinin en acınacakları arasında özellikle “mujadara-western” (mujadara: bölgenin gözde bir yemeği) diyebileceğimiz filmleri de saymak gerekir: Gary Garabedyan‘ın “HEPİMİZ FEDAYİYİZ”, Reda Myassar‘ın “AYAKLANMIŞ FİLİSTİNLİ”si.
Savaşçılardan, bu tür filmlerin çevrilmesine engel olmadığımızdan dolayı bizi suçlayan mektuplar aldık. Ne yazık ki, çevirime engel olmak bize düşmüyordu. Söz konusu filmlerin, fedailerin gerçek yüzlerini göstermeyerek ve direniş hareketini bölgede bulunan Arap yığınlarının desteğinden kopararak Filistin direnişine çok zararı dokunmuştur. Bu filmlerin 1967 Haziranı bozgunu sonucunda yeniden canlanan direnişten sonra ortaya çıkmış olması bir rastlantı değildir.
Bu filmlerin zararı güçler arasındaki ilişkinin gerçek yüzünü göstermemiş olmasıdır. Vahşi baskıya karşı direniş başladığında halk bunu pek anlamamıştı. Bu da olağandır, zira onlar fedailerin üstün insanlar, Tarzan’lar, Zoro’lar olduğuna inandırılmışlardı. Evet, bu filmlerin bize çok zararı dokunmuştu. O zamandan beri artık bu tür filmlerin yapılmamış olması ilgi çekicidir: halk artık bunları kabul etmez.
‘İzleyicilerden ne tür bir sinema istedikleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz’
Halk kesimi tarafından yapılmış filmler hakkında neler düşünüyorsunuz?
F.S.B.: Önce bunların sayıca daha az oldukları göz önünde tutulmalıdır. Bu filmler genellikle daha az suçlanabilir. Direnişin kaygı ve görevlerinden çok kendi ülkelerinin kaygılarını yansıtıyorlar. Aramızdan bazılarının ticari sinema çerçevesi içinde birlikte çalıştığı Cezayirli Selim Riyad‘ın “YİNE GELECEĞİZ” adlı filminin değerini az da olsa kabul ediyoruz.
Ama özellikle ihtiyaç duyduğumuz şey siyasi filmler ve tahlil filmleridir. Bu bakımdan kabul ettiğimiz tek film Gassan Kenefânî‘nin “Güneşte insanlar” adlı romanından uyarlanan Tewfik Saleh‘ın “ALDATILMIŞLAR” filmidir.
Filistin davası üstüne çeşitli yönetmenler tarafından yapılmış belgesel ya da konulu kısa filmler hakkın daki görüşünüz nedir?
F.S.B.: Bu filmler genellikle bir önceki kuşaktan daha fazla siyasal bilince sahip genç kuşak yönetmenleri tarafından yapılmıştır. Bazıları (yersiz) yararsız etkilerle bozulmuşlardır, bazıları ise heyecan içinde çevrildiklerinden çok yüzeyseldir. Bazıları mücadelemiz üstüne yanlış fikir veriyor. Bununla birlikte, halkımızın sorunlarının derin ve içten bir kavrayışını yansıtan filmler de vardır. Örneğin, Mısırlı Ahmet Raged‘in “NİÇİN” ve Suriyeli Faysal Yasri‘nin “ÇOK İYİYİZ” adlı filmleri.
Dağıtım alanındaki faaliyetleriniz nelerdir?
F.S.B.: Filmlerin militanca dağıtımına büyük önem veriyoruz. 1968 de bu faaliyetleri Ürdün’de, köylerde, mülteci kamplarında ve Bedevilerin bulunduğu yerlerde epey geliştirmiştik. Özellikle Vietnam, Cezayir, Küba ve Çin filmleri gösteriyorduk.
1970 Eylül’ü kıyımından sonra Suriye ve Lübnan’a geçmek zorunda kaldık. Bu tür gösterilerden birinin sonunda ilk filmimizi yaptık: “Barışçı Çözüme Hayır”. 1970’den sonra da bu dağıtıma daha sınırlı olarak devam ettik, çünkü Ürdün’deki baskı süresince malzememizden çoğunu kaybetmiştik. Şimdi gösterilerden sonra, daha önceden hazırlanmış içinde sorular bulunan kağıtları dağıtıyor, gösteride bulunanların görüşlerini bu kağıtlara yazmalarını istiyoruz. Böylece ne tür bir sinema istedikleri hakkında da bilgi sahibi oluyoruz.
Genellikle Filistinlilerin kendilerini perdede bir halk olarak görmekten büyük bir sevinç duyduklarını gördük. Çoğu bize, bu tür film leri eskiden kendilerine zorla kabul ettirilmeye çalışılan ticari devrenin konulu filmlerine tercih ettiklerini söylediler.
Yapımlarımız halkımız ile bir diyalog kurmayı amaçlamaktadır. Ama henüz büyük sonuçlar elde etmiş değiliz. Malzemeden yoksunuz. Lübnan ordusu ile karşı karşıya geldiğimizde elimizde malzeme olarak ancak otuz metrelik bir bobin vardı.
1960’lı yıllarda California-Berkeley Üniversitesi’nde okuyan, ardından Londra’da sinema eğitimi aldı ve 1967’de mezun olduktan sonra 1973’te Beyrut’ta Filistin Sineması Derneği’nin kurucusu Filistinli yönetmen Mustafa Abu Ali. (1974, Beyrut)
‘Somut bir benzetme soyut işaretlerden daha iyi anlaşılıyor’
Basında haber filmleri yapmayı tasarladığınızdan söz ediliyor.
F.S.B.: Bu bir yıldır tasarladığımız bir proje (Yakın bir gelecekte gerçekleştirilecektir). Sosyalist bir Avrupa ülkesinden malzeme istedik. Bu malzemeyi Şam’a yerleştirmeyi düşünüyoruz. Film gösterdiğimizde genellikle olaya göre geç kaldığımız söyleniyor. Biraz da bunun için haber filmleri yapmak istiyoruz.
Halkın zevklerini de hesaba katarak filmlerinizin üslubunu ya da anlatımın yapısını değiştirdiğiniz olmuş mudur?
F.S.B.: Bir tür “ajitprop” yapıldığında oldukça açık ve yalın olunması gerektiğini anladık.
Mustafa Abu Ali: Örneğin “TÜM RUHUM VE KANIMLA” adlı filmdeki simgesel kısa komediler seyirci tarafından anlaşılmadı. Gelecekteki filmlerimde bu tür biçimlere başvurmamaya karar verdim. Soyut şemalarla anlatım tam anlaşılmıyor.
Tahar Cheriaa: Mustafa’nın düşüncesine katıldığımı belirtmek isterim. Biz Araplar soyut bir örnekle bir düşünceye kolayca ulaşamıyoruz. Yaşanan unsurlara değinen ve somut bir benzetme soyut işaretlerden daha iyi oluyor.
Mustafa Abu Ali: Kapalı bir üslup kullanıldığında bu seyirci tarafından pek anlaşılmıyor. Bunun anlamı şu: Eğer (modern sinemanın bir bölümünün de yaptığı gibi) kanıtlamayı kolaylaştırmak gerekçesiyle soyut simgelere başvurulursa, bu simgeler seyirci tarafından anlaşılmadığından umut edilen sonuca ulaşılmıyor.
Tahar Cheriaa: Bu olgu Arap şiirinde de görülür. Örneğin klasik (edebi) Arap şiiri ile halk şiiri arasında fark vardır. Genellikle konular aynıdır. Söz konusu olan söz dizimi ve ölçü de değildir. Söz konusu olan yalnızca iki farklı dildir. Klasik Arap edebiyatı soyut örneklerle doludur. Buna karşılık Arap halk edebiyatı günlük konulardan esinlenmiş eğretilemelere (istiare) dayanır.
O zaman bu, Tevfik Salah’ın “ALDATILMIŞLAR” adıyla uyarladığı “Güneşte İnsanlar” romanında Gassan Kenefânî’nin tavrını açıklıyor. Filistin davası üstüne yapılan sizce doyurucu tek uzun film olan “ALDATILMIŞLAR”dan söz etsek nasıl olur?
Sizler gibi biz de bu filmi çok beğeniyoruz. Ama tartışmayı aydınlatmak için biraz şeytanın avukatlığını yapalım: filmin özellikle öğretilme düzeyinde yanılmalara yol açabilecek hataları olduğunu düşünmüyor musunuz? Örneğin kamyon sürücüsü Abu Kezaran ideali olmadığından yolcuları (yani Filistinlileri ölüme sürükler). İdeali kalmamıştır çünkü artık erkek değildir (Birkaç yıl önce siyonistlerle bir çarpışma sırasında erkekliğini kaybetmiştir).
Bunun hatalı bir kavrayış olduğunu düşünmüyor musunuz? Eğer bugün Filistin halkı kesin bir sonuca varamadıysa bunun nedeni geçerli bir stratejinin bulunmamasına ve direniş hareketleri arasında birlik olmamasına bağlanabilir. Romanda olduğu gibi sinemasında da bu konuda sessizlik hüküm sürer.
Mustafa Abu Ali: Kanafi’nin romanındaki en önemli kişilerden olan Abu Kezaran 1948’de yenilen ancak Filistin halkının yazgısını elinde tutmaya devam eden ve onu felakete götüren Arap rejimlerini canlandırıyor (filmde de, romanda da aldatılan Filistinliler sonunda kendilerini bir çirkef yığını üstünde bulurlar). Romanda ve kuşkusuz filmde de Kanafani’nin Nasır’ın kendisini tartışma konusu ettiğini gösterebilecek öğeler bulunmaktadır.
Biz Filistinliler için bu filmin başlıca niteliği halkımızın verdiği mücadelenin bir bölümünü namuslu ve içten bir biçimde yansıtmış olmasıdır. Yok olmaya yüz tuttuğumuz zorlu bir dönemde nereye başvuracağımızı tam olarak bilmeden kurtuluşu bekliyorduk.
Romanda ve filmde söylendiği gibi belli bir yönelmenin olmayışı bizi güç duruma soktu. Romanın 1963’de yazılmış olmasına karışlık filmin 1967 bozgunundan sonra çevrilmiş olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu iki tarih arasında direniş yeniden canlanmıştı. Tewfik Saleh siyonistlerin bir Filistin köyüne saldırışlarını gösteren bir sahneyi de filme katarak olayı biraz güncelleştirmek istemişti.
Savaştan sonra Filistinlilerden biri saldırganların bekledikleri yönden değil de karşı yönden gelmiş olmasından yakınır. Bu da Nasır’ın aşağıdaki trajik açıklamasına bir değinme olmalıydı: “Biz İsrail uçaklarını doğudan beklerken onlar batıdan geldiler.” Ama sansür Tewfik Saleh‘ın bu sahneyi filme koymasına izin vermedi.
‘Sinema, kapitalist tekeller tarafından bir kölelik aracı olarak kullanılıyor’
“ALDATILMIŞLAR” yalnızca olumsuz kahramanları gösteriyor. Oysa sizin de belirttiğiniz gibi sonuçta olumlu bir film bu. Sinemada “olumlu kahraman” sorununu nasıl ele alıyorsunuz?
F.S.B.: Bunu cevaplamadan önce önce aramızda uzun uzun tartıştık. “ALDATILMIŞLAR”a karşı çıkacacağımız bir tarafının olmadığını belirtmek isteriz. Bu filmi tümüyle kabul ediyoruz. Yalnız filme olayın tam olarak hangi tarihte geçtiğini bildiren ve Filistin halkının o sıradaki durumunun ne olduğunu kısaca anlatan bir tanıtım yazısı koymanın özellikle batıda uygun olacağı görüşündeyiz.
Durumun gelişmiş olması bakımından film bugün biraz havada kalıyor. Böyle olmakla birlikte filmin temel kapsamı geçerlidir. Bildirisi bugün için de günceldir. Sorunuzun ikinci bölümü ne cevap vermek için (Filmin başlarında siyonistler tarafından öldürülen okul öğretmeni bir yana bırakılacak olursa) olumlu kahramanların olmamasına rağmen “ALDATILMIŞLAR”ın olumlu bir film olduğunu düşündüğümüzü bildirmek isteriz. Geliştirdiği tahlil doğru ve yararlı olduğu için olumludur.
Şeytanın avukatlığını yapmaya devam edelim: Bu film batıda gösterilse (geniş ölçüde siyonistler tarafından kontrol edilen) basının Filistinliler hakkında verdiği görüntüyü pekiştireceğini düşünmüyor musunuz? Filistinliler bize umutlarnı yitirmiş insanlar olarak tanıtılıyorlar. Halbuki sizlerle konuşup, kamplarınızı gezdikten sonra hiç de böyle bir izlenim edinilmiyor.
F.S.B.: Böyle kalıplaşmış düşüncelerle mücadele etmek gerekir. “ALDATILMIŞLAR” filminin öncelikle Arap dünyasında aynı zamanda dışarıda da geniş bir biçimde dağıtılmasına taraftarız. Yalnız filme açıklayıcı bir tanıtma yazısı ekleme ve yönetmeni ile yapılmış söyleşilere basında yer verip açıklamalarda bulunmak gerekir. Cevabımız budur.
Günümüzde, genel olarak sinemanın rolü hakkındaki görüşünüz nedir?
Hasan Abu Güneyma: Sinemanın bugünkü durumu incelendiğinde, estetiğini, türlerini ve kahramanlarını bütün dünyaya kabul ettiren Amerikan sinemasının egemenliği altında olduğu görülür. İtalya, Batı Almanya ve Fransa gibi ülkelerde de sinemanın kapitalist tekeller tarafından bir kölelik aracı olarak kullanıldığı görülür. Yapımları ile Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı kaplayan çoğunlukla bu ülkelerdir. Ülkelerimizde dağıtılan batılı filmlerin çoğunun zararlı etkileri oluyor. Bunlar genellikle şiddeti, cinayeti ve cinselliği yücelten filmlerdir. İlerici filmler de vardır ama bunlar en az olanlarıdır.
Bizim asıl ihtiyaç duyduğumuz şey bir savaş aracı olarak kavranan sinemadır. Halk kitlelerinin acil ihtiyaçlarına cevap verebilen bir sinema.
Hollywood sineması başlıca dört eğilimi
Amerikan sinemasında ve Hollywood benzeri diğer sinemalarda karşı çıktığınız noktaları açıklar mısınız?
Hasan Abu Güneyma: Bu sinema kapitalist ve emperyalist tekellerinin amaçlarına hizmet eden ve onların emirlerine uygun bir şekilde hareket eden bir sinemadır. Kanımca Hollywood sineması başlıca dört eğilime bölünebilir:
I- Kurtulmaya çabalayan halkların verdiği mücadelenin yozlaştırılması.
Bu halkların devrimci özünü mayınlamaya, yönlerini şaşırtmaya, siyasetten uzaklaştırmaya, silahlarını bıraktırmaya adanmış bir sürü film var. Yine çoğu batılıların sözde ırkça üstün olduklarını kabul ettirmeye çalışan Kızılderililere karşı yapılmış sayılamayacak kadar çok olan filmler. John Wayne‘in “YEŞİL BERELİLER”i. Bunlar yalnızca birkaç örnek.
2-Birlik beraberlik düşüncesi zararına bireyciliğin yüceltilmesi.
Bireysel kahramanlığa ve bireysel zekaya değer veren bütün bu filmler tabii kapitalizmin ideolojisini güçlendirmeye katkıda bulunuyor. Sözde serüven ve polis filmleri belli bir toplumun “Amerikan toplumu) görüntüsünü çizmekten çok egemen ideolojinin değirmenine su götürmek amacında olan filmlerdir.
3 – Önemli bir eğilim CIA ve adamlarını (James Bond ve ortakları) yücelten filmleri kapsar..
Amerikan savaş filmle rinin başlıca görevi aldatıcı emperyalist kahramanları yüceltmektir.
4- Kapitalist burjuva mirasının değerlendirilmesi
Çok sayıda filmin görevi egemen sınıfın ideolojik temellerini sağlamlaştırmak üstünlüğünü öne çıkarmak ve sömürülen sınıfların direnişini uyuşturmaktır. Bu filmlerin genellikle söz konusu ülkelerin ulusal ve toplumsal gerçeğine sırt çevirmesi büyük anlam taşır.
Devrimci sinemanın görevleri sizce nelerdir?
Hasan Abu Güneyma: Sinemanın görevi gerçekliği halk kitleleri tarafından yaşandığı biçimde yansıtmak ve onların çıkarlarını korumak olmalıdır. Çeşitli yollar göstererek, her alandaki sorunlarını çözmede on lara yardımcı olmalıdır.
Kanımca bugünkü devrimci sinema özellikle Vietnam, Küba. Cezayir gibi ülkelerdeki silahlı halk devrimleri sonucunda gelişmiştir Bizim devrimimizin de Arap sinemalarının yeniden canlanmasında etkisi olmuştur. Latin Amerika, Birleşik Amerika ve Avrupa ülkelerinin devrimci sinemalarını da selamlıyoruz.
Öyleyse bize göre sinema, devrimin akışında yaşanan heyecanını uyararak ya onları yüreklendirerek ya siyasal bir kültür aşılayarak ya da onları düşmanın düzenlerini ortaya çıkarmakta yardımcı olarak devrimin hizmetinde bir silah olmalıdır. Yığınları uyuşukluğa ya da olumsuz tavırlara iterek onların kararlılığını nesnel bir biçimde zayıflatan tüm filmleri karşı devrimci olarak kabul ediyoruz. Biz yalnızca halkın kurtuluşuna karşı fikirler aşılayan filmleri değil aynı zamanda (çeşitli yollardan) emperyalizmin alçaklıklarını gizleyenleri de karşı devrimci olarak kabul ediyoruz.
Devrimci sinemaya ilk ölçütlerini veren ona bir öz aşılayan halk savaşıdır. Hafif silahlar nasıl halk savaşının en iyi silahlarıysa, hafif alıcılar da (16 mm.’lik ya da 8 mm.’lik) yapmak istediğimiz sinema türüne en iyi uyan alıcılardır.
Başarılmış bir devrimci film bazen başarılı bir askeri hareket kadar önemli olabilir. İkisinin de görevi yeni bir siyasal olgu yaratmaktır. Bir halk savaşında en önemli şey savaşçıların istekli ve arzulu olmalarıysa aynı şekilde bir film yapmaya kalkışılırken de önemli olan yine bu istekliliktir.
Tunuslu film eleştirmeni ve 1966’daki ilk PanAfrikan ve PanArap film festivali olan Kartaca Film Festivali’nin kurucusu Tahar Çeriaa.
‘Cahilliğin, yoksulluğun ve az gelişmişliğin kökü emperyalizmin siyasetidir’
Bugün devrimci bir sinemanın özelliklerini nasıl tanımlarsınız?
Hasan Abu Güneyma: Önce devrimci sinema yapıtının doğasını ayırt etmek gerekir: Belli bir dönemin acil ihtiyaçlarına cevap veren bir film söz konusu olabileceği gibi bu daha uzun bir stratejiye uyan bir film de olabilir. Ama iki şık için de ölçütün yararlılık olması gerekir. Başka bir açıdan bakıldığında, devrimci sinema dört şey gerektirir:
1- Esinlenmenin doğruluğu: sinemacı devrimci ideolojiye uymalı ve onu uygulamaya koymaya çalışmalıdır.
2- Konu ciddi bir biçimde işlenmelidir: Bunun için de Hollywood sinemasının geleneksel yöntemlerine kesinlikle son verip yerine mücadele halkların umut ve isteklerini en doğru biçimde yansıtacak, onların ihtiyaçlarına uydurulmuş yöntemler getirilmelidir.
3- Bildirinin doğru bir biçimde iletilmiş olması gerekir: Dilin yalın estetiğin de açık olması gerekir. Sinematografik zirzopluklardan, üslup fırıldaklarından vazgeçmek gerekir. Genel bir deyişle karmaşıklıktan kaçınıp, açıklık aranmalıdır.
Yığınlar filmin devrimci içeriğini kolayca anlayabilmelidirler. Film ve yığınlar arasındaki ilişki sorunu toplumsal iktisadi ve siyasal alandaki koşullanma göz önünde tutularak yakından incelenmelidir. Sinemayı değiştirmek için halkın sinema hakkındaki gerçek kanısından yola çıkmak gerekir. Daha önceden sinemanın genellikle zararlı bir etkisi olduğunu söylemiştik. Acaba neden? Çünkü sinema zaman geçiren bir eğlence aracı hatta bir afyon bir uyuşturucu olarak kabul edilir.
Ancak sinemacılar ve yığınlar arasındaki diyalog ile yeni bir sinema anlayışı ortaya çıkarılabilir. Sinemacılar yığınlara yaklaşma, onları anlama ve kendilerini onlara uydurma ihtiyacındadırlar.
4- Yaşanmış gerçekliği tüm boyutları ile ve siyasal, toplumsal, iktisadi, kültürel özellikleri ile ele alarak, en can alıcı sorunları işlemek: Bu gerçekliğin anlatılması halkın çektiği acıların derindeki temel nedenlerinin açığa çıkarılması ve bunun sorumlularının belirlenip mahkum edilmesi sonucunu doğurur. Sonuç olarak, halkları bozuk olanı değiştirmek için yüreklendirmek gerekir.
Bu açıdan bakıldığında, devrimci sinemacılar en önemli hedeflerinin Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı yağmalamak için köleleştiren askeri, iktisadi ve kültürel emperyalizm olduğunu unutmamalıdırlar. Cahilliğin, yoksulluğun ve az gelişmişliğin kökü emperyalizmin siyasetidir.
Dünyanın bütün ülkelerindeki ama öncelikle batı emperyalizminin kültür köleliğinden kurtulması gereken üçüncü dünyadaki tüm yabancı dostlarla yeni tür bir sinemayı birlikte tanımlamak ve bütün bu sorunlar üzerinde tartışmak için ilişki kurmak istiyoruz. Bizim istediğimiz, halkın kendisini, tarihi yaparken gördüğü bir halk sinemasıdır.