Share This Article
Son aylarda süreklileşmiş bir şiddet dalgasının içinde birbiri ardına yaşanan ve kan donduran olaylara tanıklık ettik. 8 yaşındaki Narin Güran’ın öldürülmesiyle başlayan şiddet sarmalı, İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil‘in bir erkek tarafından Fatih’teki Edirnekapı Surları’nda vahşice katledilmesiyle kamuoyunda büyük infiale yol açtı. Benzer olayların her geçen gün artması ve sosyal medyaya düşen şiddet ve cinayet görüntüleri korku, panik ve çaresizliğin derinden hissedilmesine neden oldu. Ve durum sandığımızdan daha vahim bir tabloya evrilmiş vaziyette.
Ülke ekonomisinin içinden çıkılamayacak bir girdaba girmesi, sürekli artan döviz kurları, rant ve illegal ekonominin hızla büyümesi, doğanın ranta ve talana göz göre göre kurban edilmesi, uluslararası organize suç çetelerinin ülkeyi çiftliğe çevirmesi, teşviklerle ceplerini dolduran lüks ve “sefahat hayatlarıyla” caka satan iktidar yandaşları, toplumsal çürümeyi yaratan başat aktörler.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Peki bu çürümenin mağdurları kimler? Kaderine yoksulluk biçilen kitlelerin içinde filizlenen suç dalgası toplumun tüm kesimlerini etkisi altına alıyor. Gençlerin arasında silahlı gruplar yaygınlaşıyor; uluslarası organize suç örgütleri ise gençleri kullanmaktan çekinmiyor.
Son yapılan araştırmalarda, Türkiye’de suça bulaşan gençlerin sayısında hızlı bir artış olduğu görülüyor. Yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarı süresince hız kazanan neo-liberal politikaların gençliği geleceksizliğe mahkum etmesi ve yaratılan düzen içinde bir çıkış yolunun bulunamıyor olması, özellikle sosyal medya kültürünün içinde şekillenen pek çok insanı suça, “norm dışı” arayışlara itiyor. Nedeni ise basit: kolay yoldan zenginleşme ve iyi bir yaşam için her şeyin mübah hale gelmesi…
Tüm vücudu saran kanser hücresi
Uyuşturucuyla gelen kara paranın kol gezdiği ülkemizde, sosyal medyada ünlenen ve kara para aklama operasyonlarının parçası olduğu ortaya çıkan “fenomenlerin” hayatları yüz binlerce gencin hayallerini süslüyor. Yetmiyor işlenen suçların cezai yaptırıma uğramaması, gençlerin gözünde “illegal hayatların” cazibesini bir kat daha arttırıyor. Bu çürümeyi hayatın hemen her alanında gözlemlemek mümkün. Örneğin bugün futbolda konuşulan “yapı” meselesinin aslı da, bahis çetelerinin ülke sporunu kirletmesinden başka bir şey değil.
Bu çürümenin her geçen gün bir kanser gibi tüm vücudu sardığı açık. Türkiye’de suç olgusunun dönemsel özelliklerini, günün sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik şartlarıyla aynı paralellikte düşünmek gerekiyor.
2013 sonrasında hızla otoriterleşen Türkiye, demokrasinin rafa kaldırıldığı, “bürokrat elitler” eliyle ekonomisinin istikrarsızlaştırıldığı bir ülke haline geldi. Paralel olarak, eğitim başta olmak üzere pek çok kurumun giderek değersizleştiği bir düzlemde, kelimenin tam anlamıyla “herkesin kendi kanununu hayata geçirdiği” bir dönem yaşanıyor.
Ekonomik belirsizliğin had safhada yaşandığı, yetişmiş insan gücünün ülkeyi terk ettiği, palyatif ve güvencesiz istihdamın giderek arttığı, dinselleşmenin sonucunda yaşanan ahlâki ve kültürel yozlaşmanın gözle görülür hale geldiği, gençlerin zengin olmak için umarsızca çeşitli cürümlere karıştığı, kadın-erkek ilişkilerinin sağlıklı yaşanamadığı, kadın cinayetlerinin devasa boyutlara ulaştığı, aile için ensest ilişkilerin ortalara saçıldığı, çocuğa yönelik şiddet ve ölüm oranlarının, nefret suçlarının hiç olmadığı kadar arttığı, uyuşturucu baronlarının rahatça ülkede fink attığı, gençler arasında uyuşturucu kullanımının giderek yaygınlaştığı ve devlet görevlilerinin suçla anılır hale geldiği bir dönemdeyiz. Doğrudan söyleyelim, bu çürüme 20 yılda toplumu dönüştürmek isteyen siyasal iradenin enkazıdır.
Bu tablo bir açıdan, 90’larla birlikte Sovyetler Birliği’nin çözülüş sürecindeki dağılmayı andırmaktadır. Kurumların çöktüğü, uluslararası sermayenin tüm kaynakları yağmaladığı, mafyanın egemen güç haline geldiği, suç oranlarının hızla arttığı ve yukarıda bahsi geçen pek çok durumla benzerliklerin görüldüğü tarihsel süreç yaşanmıştı.
Toplumsal çürümenin giderek derinleştiği “doğu bloğu” ülkelerinde kurtuluş sert dönüşümlerle sağlanabildi. Birliğin dağılmasının ardından Doğu Avrupa ülkeleri, Avrupa Birliği’ne dahil edilip birlik standartlarında yapısal reformlarla dizginlenirken, Rusya da muhafazakar-kamucu sert devlet müdahalesiyle süreçten ağır yaralı kurtulmayı başardı.
Geleceksiz bırakılan gençlik suça yöneliyor
Türkiye’de “sosyal çürüme” dizginlenemeyen bir hızla artıyor. Dilerseniz ilk olarak çocuk ve gençlerin şiddet sarmalının içine nasıl kıstırıldığına ve gelecek umutlarının giderek nasıl yok olduğuna bakalım.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, 2023 yılında çocuklara yönelik toplam 537 bin şiddet olayı polise bildirilmiş. Raporda, bu olayların yarısında çocukların şiddet mağduru olduğu, yüzde 61’inin yaralandığı, yüzde 12’sinin cinsel istismara uğradığı, diğerlerinin ise aile içi şiddete maruz kaldığı belirtilmiş.
Vakaların diğer yarısında ise şiddet uygulayanların çocuklar olduğu belirtilirken, bunların yüzde 40’ının yaralama, yüzde 20’sinin hırsızlık suçuyla yargılandığı, diğerlerinin ise uyuşturucu madde kullanmakla suçlandığı ileri sürülüyor. Şüphesiz bu şiddet olayları “buz dağının görünen kısmı”; Özellikle, aile içinde yaşanan olayların yetkililere yansıtılmadığı düşünülecek olursa…
Unutamadığımız olayların başında, 9 Eylül’de günlerce aranan ve cesedi bir çuvalda bulunan 8 yaşındaki Narin olayı geliyor. Küçük kızın annesi ve bir erkek kardeşi de dahil olmak üzere, birçok yakını cinayetle bağlantılı olarak gözaltına alınırken, içlerinden 10’u tutuklanmıştı.
Gelelim geleceksiz bırakılan gençlerin suç eğilimine. Yine TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2 milyon 525 bin genç ne okuyor ne de çalışıyor. Bu da demek oluyor ki, çok küçük yaştan itibaren gençlerin önemli bir kısmı, uyuşturucu, silahlı saldırı, hırsızlık, gasp vb. suçlarında kullanılmak üzere organize suç örgütlerinin eline düşüyor.
Gelin bir de Küresel Organize Suç Endeksi’ne bakalım. Türkiye, 2023 yılında 7,03 puana kadar yükseldi. Öyle ki, bu rakam 2021 yılında 6,89’du. “Ceza İnfaz Kurumlarında Bulunan Tutuklu ve Hükümlülerin Yaş Gruplarına Göre Dağılımları” ise inanılmaz boyutlarda; hapishanedeki çocukların sayısı 2 bin 541’e ulaşmış!
Silah kullanımı ve şiddet olayları artıyor
Türkiye uzun zamandır ciddi anlamda bireysel silahlanmaya yönelmiş durumda. Sosyal medyaya kadar düşen silah satışları gözardı edilmeyecek seviyelere ulaştı. Yayımlanan verilere göre Türkiye’de yaklaşık 17 milyon ruhsatsız silah bulunduğu tahmin ediliyor. Bu oranı 80 milyonluk bir ülkeye dağıtırsak ortaya her 4 kişiden 1’inin belinde silah olduğu anlamına geliyor.
“Duvarda bir silah asılıysa, oyunun sonunda mutlaka patlar” sözünden de hareketle, bellerdeki silahlar birer ikişer patlıyor. Resmi verilere göre, 2023 yılında Türkiye’de en az 3 bin 373 silahlı şiddet olayı yaşanmış ve bunların neticesinde, 2 bin 318 kişi hayatını kaybetti, 3 bin 820 kişi de yaralanmış. En fazla olayın yaşandığı yer ise uluslararası suç örgütlerinin “cirit attığı” İstanbul!
Kadın ve çocukların can güvenliği yok!
Bu silahlar en çok da kadın ve çocuklara doğrultuluyor! Kimsenin can güvenliğinin olmadığı bir ortamda kadınlar ve çocuklar her gün hedef tahtasında. Türkiye’de her yıl ortalama 400 kadın öldürülüyor. AKP’nin “aileyi koruma” adı altında, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin kadına yönelik şiddet eylemlerinin artmasına yol açtığı da ortada.
“Cezasızlık” politikası ile gelen cüret öyle boyutlara ulaşmış durumda ki, kadınlar mahkeme tarafından verilen koruma kararına rağmen öldürülüyor. Hatırlanacaktır, bundan yaklaşık iki ay önce Manisa’nın Akhisar ilçesinde bir erkek, dini nikahla yaşadığı 19 yaşındaki Sude Naz A.’yı sokak ortasında elindeki metal fırça sapıyla öldüresiye dövmüş, yere düşürdüğü anlarda ise çevredekiler olaya kayıtsız kalmıştı. Bu kan donduran görüntülerden şunu bir kez daha anlamış olduk: Kadın evde, sokakta ve yasa karşısında yalnız başına.
Hiçbir ahlaki ve toplumsal normun kalmadığı bir düzlemde, kadınlar hemen her gün dayanışarak, devlet ve erkek şiddetine karşı koymaya ve hayatta kalmaya çalışıyor.
Cinsel suçlar yüzde 75 artış
Sadece kadın cinayetleri de değil, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi‘nin (UNODC) raporuna göre, Türkiye’de son altı yılda cinsel suçlarda yüzde 75‘lik bir artış yaşanmış! 2016 yılında cinsel suç sayısı 5 bin 528 iken, bu rakam son birkaç yılda 9 bin 675‘e çıkmış.
Rakamlar korkutucu boyutlarda! Bu arada şunu belirtmemiz gerekiyor bu sadece “buz dağının görünen yüzü.” Kayda geçmeyen rakamlar olduğu kadar çocuklara yönelen istismar vakalarını da hatırlamalıyız.
Adalet Bakanlığı’nın Nisan 2024’te yayınladığı Adalet İstatistikleri 2023 raporuna göre, Çocukların cinsel istismarı hakkında 2023’te 40 bin 713 dosya açıldığı belirtiliyor. “Çocukların cinsel istismara” uğradığı iddiasıyla açılan 14 bin 184 dosya hakkında, “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilirken, 14 bin 299 dosya için kamu davası açılmış.
Bu rakamların hepsini alt alta yazıldığında toplumun nasıl bir batağın içine saplandığı görülüyor. “Sosyal çürüme” denilen tablonun sonuçları bunlar peki ama buna neden olan etkenler neler? Suç nasıl oldu da bizi bu denli değiştirebildi?
Yozlaşan devletin anatomisi
Öncelikle değişimin siyasal dinamiklerinin neler olduğunu anlamak gerekiyor. Bu açıdan, çok eskilere giderek, devlet kavramının içinde şekillenen çürüme dinamiklerine kulak kabartalım. İlk müracaat ettiğimiz fikri kılavuz Platon olsun.
Yozlaşan toplumsal düzene Devlet’te yer veren Platon genellikle, kanun, otorite, tutarlık, disiplin ve us’tan yoksun; özel menfaatlerin kamu menfaatlerinden üstün tutulduğu; toplumsal sözleşmenin mevcut olmadığı; kısacası, siyasal kurumların zayıf, sosyal güçlerin kuvvetli olduğu bir toplum için kullanıyor.
Ayrıca, Platon’un “yozlaşmış devletinde” fizik ve siyasal güç, para ya da karizmatik lider kültü hakim. Machiavelli ise “yozlaşmış devlet” ile her türlü başıboşluğun ve zorbalığın, büyük servet ve iktidar eşitsizliklerinin, barış ve adaletin yıkılmasının, uygunsuz ihtirasların, kanunsuzluğun gelişmesine zemin hazırladığına dikkat çekiliyor.
Geleneksel okumalarda da ifade edildiği gibi adaletin ayaklar altına alındığı, toplumsal çürümenin ayyuka çıktığı dönemlerde, devletteki yozlaşmaya paralel olarak, baskıcı rejimlerin de güç kazandığı görülüyor. Bu çerçeveden bakacak olursak, içinde bulunduğumuz geminin istikametinin nereye doğru gittiğini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.
Denetimsiz ve keyfi uygulamalarla bir anlamda toplumsal sözleşmeyi fiili olarak lağveden siyasi otorite, toplum kesimlerini ekonomik belirsizliğe, savaş senaryolarına, iç düşmanlara, siyasi belirsizliğe ve en önemlisi toplumu ilerleme karşıtı bir siyasal angajmana mahkum ediyor.
Vasatlığın ve popülist siyasi söylemlerin içine sıkışan rejimlerde, geniş halk kitleleri kendisini bu çarpık sisteme uyduruyor. Yani, kanunların siyasal güç sahiplerinden, büyük sermaye sahiplerinden, uluslarası tekellerden yana olduğu bir düzlemde, “dokunulmaz” olmanın tek şartının para ve güce dayandığı anlatılmış oluyor.
Büyük servet ve iktidar eşitsizliklerinin hakim olduğu bir düzlemde ise çıkış yolu organize suç örgütlerinden geçiyor. Güney Amerika örneklerinden de hatırlanacağı üzere, narko suç lordlarının devasa bir sermayeyle çürümeye yüz tutan sistemlerin içinde kendilerine “yeraltı kırallıkları” kuruyor. Bugün de kayıt dışı sermayeye ihtiyaç duyanlar için ilk kapısı çalınacaklar arasında bu suç lordları bulunuyor.
Türkiye uluslararası suç örgütlerinin meskeni
Türkiye’ye kara paralarıyla birlikte bu paraların sahibi olan organize suç grupları da doluşmuş durumda. Sadece bölge ülkelerindeki suçlular değil dünyanın tüm suç kartelleri Türkiye’yi bir nevi “cennet vatan” olarak görüp bağırlarına basıyor. Bu konuda son zamanlarda haberleriyle öne çıkan Timur Soykan ve Murat Ağırel‘in çalışmalarını takip etmek durumun vehametini anlamak açısından yeterli olacaktır. Bununla birlikte herkesin merakla sorduğu soru: Çeteleri kim ve hangi güvencelerle ülkeye davet etti?
Kamuoyuna yansıyanlardan ziyade meselenin arka planına odaklanalım. Yaratılan rant kültürüyle birlikte ortaya çıkan sermaye, siyaset, güç denkleminden tatmin olmayan, varlığnı bu sistem üzerine inşa eden kişiler olduğu ortada.
Dünyanın kara para aklama merkezi haline gelen, muazzam kayıt dışı paranın sürekli el değiştirdiği bir ülkede, yerli yabancı çeteler arasında savaşlara ve bu savaşlarda bürokrasinin taraflar arasında ittifaklarla kişisel çıkarlar peşinde koştuğuna şahit olduk.
Bu kadarı yetmezmiş gibi bir de uluslarası suç çetelerine sorgusuz sualsiz vatandaşlık ve oturum izni verildiğini de gördük. Öyle ki, yüzbinlerce Avro yatırım karşılığında vatandaşlık sunulan Hollandalı bir kokain kaçakçısı ve Avrupa’nın en önemli firarilerinden biri olan Jos Leijdekkers (Tombul Jos) yine ülkemizden çıkmıştı. Vice News’in haberine göre, Türk makamlarının uluslararası çete liderlerini Türk vatandaşı olmaları nedeniyle iade etmediği ileri sürülmüştü. Buna benzer bir çok örneği sıralamak mümkün.
Evet günün sonunda, içten içe eriyen siyasal mekanizmanın Türkiye toplumunu dönüştürdüğü seviye ortada. Kadın-çocuk cinayetlerinin, istismar oranlarının rekor seviyeye ulaştığı, gençlerin geleceksizliğe mahkum edildiği, işsizliğin giderek arttığı, yetişmiş insan gücünün ülkeyi terk ettiği, yoksul kitlelerin uyuşturucu tüccarlarına teslim edildiği, gözünü kırpmadan insanın insanı yok ettiği çürümüş, kirlenmiş ve yolunu kaybetmiş bir ülkedir geriye kalan…