Share This Article
Malum, Türkiye yaklaşık 21-22 yıldır “ileri demokrasi”yle yönetiliyor. Seçimler yapılıyor, aynı parti, aynı kişi yapılan tüm seçimleri kazanıyor, sonra da toplumdaki muhalif kesimi neredeyse yok sayarak ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Bu kişi aynı zamanda seçim öncesi herkesi kucaklıyor ama seçimi kazanınca da yurttaşların yaklaşık yarısını kucağından atıveriyor. Kendi kitlesiyle kucaklaşa kucaklaşa yönetmeyi sürdürüyor.
Alıştık demeye dilim varmasa da artık hepimizce bilinen bir durum bu. Peki bunca yıldır muhalefet nasıl oluyor da bir tek genel seçimi bile kazanamıyor ve ancak yaklaşık 25 yıl sonra İstanbul ve Ankara’yı geniş tabanlı bir ittifakla yeniden yönetmeye başlıyor?
Bu iki metropolü kazanmasına rağmen nasıl oluyor da genel seçimde yine kaybediyor?
Bunlar başlı başına akademik tez konuları.
Ama önümüz yerel seçim, gelin biz buna odaklanalım. Zaten buna yoğunlaştığımızda, bir seçim stratejisi hatalarıyla doğrularıyla karşımıza çıkacak diye düşünüyorum.
Önce AKP kurulduğundan beri, hatta daha kurulmadan önce üyelerinin eski mensubu olduğu partiler ne yaptı, nasıl örgütlendi ve halkta nasıl bir karşılık buldu ona bakalım. Ve muhalefetin, özellikle CHP’nin neden bunu yapamadığını anlamaya çalışalım.
Muhalif kesimin genel olarak “koyun” gibi benzetmelerle “eleştirdiği” AKP seçmeni nasıl oldu da bu partiye gönül verdi ve böylesi fanatik bir biçimde bağlılığını sürdürüyor?
Baktığımızda 20 yılı aşkındır süren AKP iktidarının getirdiği çok çekici bir şey olmadığı gibi Türkiye, ekonomisi kötü, bölgesel sorunlar nedeniyle dış politikada sıkıntılı süreçler yaşayan, kutuplaştırma eksenli politikalar nedeniyle içeride huzurunu yitirmiş bir ülke.
Peki nasıl oluyor da AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ülke nüfusunun en az yarısını kendisine bu kadar bağlıyor?
‘Kimlik kazandırma’ siyaseti…
Sorunun cevabı aslında basit:
AKP ve Erdoğan, bu insanlara “kimlik” veriyor. Kim olduklarına, eğitim seviyelerine, zekâ düzeylerine, kılıklarına kıyafetlerine bakmadan muhalif kesimin normal şartlarda “gariban”, “cahil” gibi kavramlarla nitelediği ve nüfusta sayısal olarak da ciddi bir değer olan bu insanlara kimlik veriyor.
Sıradan hayatlarında en fazla “Ahmet efendi, Mehmet efendi, Ayşe hanım, Fatma hanım” olan ve kendilerini “hiçbir şey” hisseden bu insanları “bir şey” haline getiriyor. Hatta bu insanlar ne yazık ki kendilerine bahşedilen bu kültürel statüye sandığımızdan daha fazla muhtaç. Aşağılamak için söylemiyorum. Gerçekten bu insanların “insan sayılmaya” çok ihtiyacı var.
İşte bizim için olmasa da siyaset açısından bakıldığında “Erdoğan mucizesi”nin temelinde bu yatıyor.
Her seçim öncesi muhalefet partilerinden, özellikle CHP’den duyduğumuz bir söylem var. “Köylere, mezralara kadar ulaşıp kendimizi anlatacağız!” İşte bu söylem çok doğru görünse de işe yaramıyor.
Çünkü köylerde, mezralarda ya da büyük kentlerin varoşlarında yaşayan insanlar bununla ilgilenmiyor. Çünkü dinlemek değil istekleri, bir kimlik edinmek.
Eğitime tabi tutulmak değil, kendilerine değer verilmesi. Yani sen bir parti olarak gidip istediğin kadar kendini, politikalarını anlat, bu “değersiz” hisseden insanlara kendilerini değerli hissettiremezsen hiçbir işe yaramaz. Senin teorinin pratiğe dönmesi için sana oy vermezler. Çünkü dinlemezler.
“AKP ve Erdoğan, bu insanlara “kimlik” veriyor. Kim olduklarına, eğitim seviyelerine, zekâ düzeylerine, kılıklarına kıyafetlerine bakmadan muhalif kesimin normal şartlarda “gariban”, “cahil” gibi kavramlarla nitelediği bu insanlara kimlik veriyor.”
Aradıkları, ihtiyaç duydukları şey meydanlardan ya da yüz yüze kendilerine söylenen sözler değil, kendilerini önemli hissettiren ve bunu da onlara parti örgütü faaliyetleriyle kanıtlamış birisi. Eğer meydanlarda söylenenleri dinlediklerini sanıyorsanız size Erdoğan’ı da meydanlarda aslında dinlemediklerini kanıtlayabilirim.
Mesela Erdoğan’ın meydanda kitleye hitaben sorduğu sorulara “evet” demeleri gerekirken “hayır” demeleri ya da tam tersini yapmaları bunun en basit kanıtı. Ama o meydanlara onları götüren bir şey var. O da bir parti tarafından, o partinin tepesindeki “lider” tarafından, kendilerini “birey” yerine koyan ve parti örgütünün faaliyetlerinde onlara verilen kimlikler.
İşte AKP’ye neredeyse her seçimi kazandıran seçmen kitlesi buna çok daha kolay ve istekle teslim oluyor.
Bakın AKP’nin örgütlenme şemalarına. Hayatı boyunca aidiyet kazanamayan, bir yerde dikiş tutturamayan “edilgen” insanların görevlendirildiğini görürsünüz. Kadınıyla erkeğiyle bilgi seviyeleri, eğitimleri, zekâları falan gibi kriterler önemsenmeden…
Muhalif kesimler durmadan eleştirse dahi, “makarna-kömür” gibi yardımların da bu insanlar üzerinde yarattığı “önemsenme” duygusunu es geçmemeniz lazım. Ayrıca bu “yardımlar” konusunda arada büyük bir algı farkı olduğunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor.
Mesela belki elit olmakla “suçlanan” bazı CHP ya da muhalif seçmenin toplumsal hiyerarşinin getirdikleriyle her gün emir kipiyle konuştuğu, sosyal yaşamda varlıkları sorgulanacak halde olan erkeklere takım elbiseler giydiriliyor, parti örgütünün en dibinde de olsa sorumluluklar veriliyor, kimlik sahibi olmaları ve kendilerini “önemli” hissetmeleri sağlanıyor.
CHP ne yapmalı?
AKP uzun yıllardır yaptıklarıyla bu insanlara, “Biz şöyle yapacağız, böyle yapacağız,” demeden önce “Sen bizdensin, biz seni önemsiyoruz. Biz senden farklı değiliz. Biz seninle büyüyoruz. Biz seninle varız, sen de ancak bizimle var olursun, olacaksın” mesajı veriyor.
Bu durumda hayatı boyunca belki hiç AKP seçmeni olmamış fakat toplumsal, ekonomik ve yaşamsal anlamda “ezilmiş” kişi bir anda konum değiştiriyor. AKP’nin ve liderinin varlığıyla bir kimlik ediniyor ve toplumda bir yer sahibi oluyor. Bu insanları kullanarak yapılan kutuplaştırma eksenli politikalarla da bu seçmen kitlesinin bağlılığı perçinleniyor.
Şimdi zurnanın zırt dediği yere gelelim. CHP ne yapmalı? En azından önümüzdeki yerel seçimler için ne yapmalı? Az zaman kaldı falan demeden… İşte eksiksiz olarak şunları yapmalı:
1) Acilen en küçük köy ve mezraya ulaşmaya devam etmeli ancak ders verir gibi “anlatmayı” bırakmalı. Anlatmak ikincil iş olmalı. Öncelikle bu insanlara üstten bakarak değil, onlardan biri olarak onlara sorumluluk yüklendirecek çalışmalar yapılmalı.
2) Kılığına kıyafetine, çarşafına türbanına bakılmadan, taban tarafından ötekileştirilmeden bu insanlar kimliklendirilerek “değerlendirilmeli” ve kendilerini önemli hissetmeleri sağlanmalı. Eğer bir şey anlatılacaksa bu da tabana verilecek “ötekileştirmeme” dersi olmalıdır. Bu yapılmazsa bundan sonraki seçimlerde de hüsran kaçınılmaz olur.