Share This Article
Araştırmalarıyla havacılık tarihinin yazılmasına katkıda bulunan isimlerden biri Eugene Luther “Gene” Vidal’di.
Gene Vidal, ülkesinin futbol takımının kaptanlığının yanı sıra 1920 Olimpiyatlarında ABD’yi dekatlonda temsil ederken Hava Müfrezesi’nin ilk pilotlarından biriydi.
1920’lerdeki ortağı Amelia Earhart’la beraber Transworld Airlines, Eastern Airlines ve Northeast Airlines gibi üç önemli şirketin kuruluşunda yer almıştı. Bu şirketler, yirminci yüzyılda ülkenin en ileri gelen havayolu kurumlarına dönüşecekti.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Baba Vidal’in uçakları
1933’te Vidal, Hava Ticaret Bürosu’nun müdürlüğüne atandı ve yolcu uçakları üretmek için çalışmalara başladı. İki koltuklu ve tamamen metalden oluşacak uçaklar için 500 bin dolarlık bir bütçe oluşturdu. Bu uçaklardan ilk anda 10 bin adet üretmeyi tasarlamıştı.
1929’da patlak veren Büyük Buhran sırasında işsiz kalan mühendis ve teknisyenleri bu projeye yönlendirdi. Kasım 1933’te bir tasarım yarışması düzenlerken amacı iki koltuklu metal uçakların birim başına 700 dolara imal edilmesini sağlamaktı.
“Amerikan Rüyası”nın en önemli simgelerinden biri olan “herkesin satın alabileceği otomobil” fikrini uçağa uyarlamayı düşünmüştü. Böylece bütçesi elverenler uçak sahibi olabilecekti. Tabii bürokratlar derhal devreye girdi.
Yazar ve deneme yazarı Gore Vidal, Florida, Key West’te düzenlenen 27. yıllık Key West Edebiyat Semineri’nin ilk oturumunda açılış konuşmasını yapıyor; 10 Ocak 2009.
Projedeki isimlerden bazıları, özel uçakların halkın kullanımına açılmaması gerektiğini düşündüklerinden Vidal’i engellemeye çalıştı. Örneğin, maliyetten hareketle bu tasarıma “deli uçağı” dediler ve devlet teşvikiyle ilgili anlaşmalar yapılmasına karşı çıktılar. Uçak mühendisi Theodore P. Wright ise projeye inandı ve Vidal’in en önemli destekçilerinden biri hâline geldi. Bazı noksanlıklarına rağmen Vidal’in havacılık tarihinde devrim sayılabilecek bir işe imza atmak üzere olduğunu düşünen Wright, onunla kafa kafaya vererek ilk modelleri üretti.
Vidal, araştırma-geliştirme bütçesinin kesilmesine, yakın arkadaşlarının engellemelerine ve kendisiyle alay edenlere rağmen vazgeçmediği gibi kuruluşunda yer aldığı havayolu şirketleri sayesinde tanınırlığını artırdı.
Vidal’den geriye bu başarı hikâyesi ve bir de ABD’nin resmî tarih öğretisini ters yüz edecek; en az onun kadar, hatta ondan daha fazla tanınacak yazar, politikacı ve aktivist oğlu Gore Vidal kaldı.
Gore Vidal, ailesinin kurduğu politik ilişkilerin yanı sıra ABD’nin gerçek tarihine dair kaleme aldığı kitaplarla ve akıntının tersine kürek çektiği romanlarıyla ismini duyurmuştu. Babası, sistemle ne kadar barışıksa ve tüm engellemelere rağmen ABD bürokrasisiyle ters düşmemeye gayret etmişse o, bunlarla aynı ölçüde kavgalıydı.
Büyükbabası Thomas Pryor, Oklahoma Senatörü; babası Gene Vidal ise Franklin D. Roosevelt’in yakın çalışma arkadaşı olan Gore Vidal’e, ailesine ve büyüdüğü çevreye bakıp “Beyaz ABD’li” denebilirdi kolaylıkla.
İşin aslı pek öyle değildi…
Yazarlığı, eşcinselliği, aktörlüğü, ABD tarihini anlattığı romanları ve siyasete soyunuşuyla Gore Vidal, ülkesinde hem çok sevildi hem de alabildiğine eleştirildi, hatta iftiralara maruz kaldı.
‘Biz ‘Amnezi Birleşik Devletleri’yiz’
Vidal, yaşamı boyunca muhafazakâr ABD yönetimlerinin ülke içinde ve dışında izlediği baskıcı siyasete dikkat çekti. Bunun, uluslararası ortamda ABD’den nefret edilmesine yol açtığını söyledi; ülkesinin giriştiği askerî operasyonlarda, rejim değişikliklerinde ve özellikle 11 Eylül sonrası güvenliği esas alıp özgürlükleri tırpanlayan politikalarında Neo-Con’ların ve Evanjeliklerin üstlendiği rolü vurgulamaktan kaçınmadı. Filistin başta olmak üzere, ABD’nin Ortadoğu politikalarını eleştirmeyi “Yahudi aleyhtarı” damgası yeme pahasına sürdürdü.
Romanları, yaşamı ve tartışmalarında hatırlamayı hep bir boy öne çıkaran Vidal, “Biz ‘Amnezi Birleşik Devletleri’yiz, hiçbir şey öğrenmiyoruz çünkü hiçbir şey hatırlamıyoruz” dediğinde yine büyük gürültü kopmuştu.
Vidal’i ABD’nin kültürel ve siyasi ortamından aforoz etmeye çalışanlar, ona eşcinselliği, resmî tarihle ilgili eleştirel çıkışları ve muhalif kimliği üzerinden bir husumet geliştirdi. Buna karşın edebiyat, siyaset, sinema ve müzik dünyasından dostları ve elbette okurları, gerek yaşarken gerek öldükten sonra yazara saygıda kusur etmedi.
Kent ve Tuz romanının yayımlanışından itibaren tepki çeken, cinsel yönelimini açıklamasıyla sözlü saldırılara uğrayan ve kitapları muhafazakâr çevrelerce görmezden gelinen Vidal, püritenliği ve müesses nizamı sarsan metinleriyle zihinleri ters yüz etmeyi başarıp dönemin akıl-dışılığına karşı başkaldırının öncülerinden biri oldu.
Bu isyan, aynı Mario Vargas Llosa’da olduğu gibi Vidal’in yolunu politikayla kesiştirdi; Massachusetts senato seçimini John F. Kennedy’e kaybetti, 1960’ta Demokrat Parti Kongre Adayı oldu kazanamadı ve 1982’de ise California Senatosu seçiminden yenilgiyle ayrıldı.
Llosa, 1990’da Peru Devlet Başkanlığı seçimini kaybettiğinde, okurları yazmayı sürdüreceği için mutlu olmuştu. Aynı şey Vidal için de geçerliydi.
Vidal’in ABD Başkanlığı’na adaylığını koymasını isteyenler de yok değildi aslında. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi, bir ihtimal olarak kaldı. Okurları ve hayranları ise ona “ABD’nin seçilememiş başkanı” diyerek bu ihtimali hep hatırlattı.