Share This Article
İstanbul sokaklarında yürümek; mahalle sakinleriyle, ağaçlarla, kedilerle selamlaşmak gibi apartmanlarla selamlaşmayı da bir rutin haline getiriyor. Kentin özellikle köklü muhitlerinde mahalle hafızasını diri tutan apartmanlar, mimari özelliklerinden isimlerinin öykülerine kadar pek çok unsuruyla bize İstanbul’u anlatıyor. Kent dokusunu şekillendiren bu önemli ama bir o kadar da sessiz hikayeleri araştırmaları ve sözlü tarih çalışmalarıyla görünür kılan Turan Farajova, İstanbul Apartmanları projesi adı altında Beyoğlu’nun ardından Kadıköy’ün hikayesini ele alıyor.
Turan Farajova’nın İstanbul Apartmanları projesiyle tanıştığımda, kendi kişisel takıntımın aslında kolektif bir hafızaya ve koruma eğilimine dönüştüğünü fark ettim. Beyoğlu’ndan sonra Kadıköy’e uzanan bu emek yoğun çalışma, sadece mimari değil; aynı zamanda insan, tarih ve duygu anlatısı. Bu röportajı yaparken, sadece bir kitabın sayfalarında değil, bir ilçenin caddelerinde, sokaklarında dolaştım. Sözü Farajova’ya bırakalım, bakalım Kadıköy bize ne anlatıyor.

‘Beyoğlu ve Kadıköy ilk apartmanlara ev sahipliği yaptı’
Beyoğlu kitabınızla tanıdığımız bu proje, zamanla bir şehir hafızasına dönüştü. Bu vesileyle sizi ilk kez tanıyacak okurlar için projenin ortaya çıkış ve gelişim sürecini bizimle paylaşır mısınız?
İstanbul Apartmanları projesi, pandemide hepimizin şehirden mecburen uzaklaştığı dönemde, şehre olan özlemle ortaya çıktı. Elimde 2014 yılından beri biriktirdiğim bir kent envanteri vardı ve Eylül 2020’de bu envanteri sosyal medya üzerinden paylaşarak başladım. İlk yılında ortaya çıkan Beyoğlu kitabı ve peşinden gelen Kadıköy kitabıyla da sosyal medya projesi olmaktan çıkarak basılı bir envantere dönüştü.
İki kitap, iki yakada iki merkez ilçe… Beyoğlu daha kadim ve kozmopolit bir ruh taşırken, Kadıköy sizce daha genç ve dinamik bir karaktere sahip. Bu iki semtin yapılarını ve ruhlarını karşılaştırdığınızda, birbirinden ayrılan ve birbirini tamamlayan yönleri neler?
Kadıköy ve Beyoğlu dediğin gibi hem farklı hem benzerler. Beyoğlu daha son dönem Osmanlı iken Kadıköy daha Cumhuriyet. Kadıköy’e iz bırakanlar arasında cumhuriyetin kurucularına ve edebiyat dünyasının duayenlerine rastlıyoruz, Beyoğlu’na iz bırakanlarda ise İstanbul mimarisine adını altın harflerle yazdıran aile ve mimarları. Beyoğlu kışlık ev iken Kadıköy; deniz, güneş ve sayfiyedir. Ancak her ikisinin de ortak noktası, bulundukları yakaların merkezi ve ilk apartmanlarına ev sahipliği yapmış olması. Bunun haricinde iki yakada da rastladığımız aileler var. Sarıcalar, Tubiniler, Lorandolar her iki ilçede de adını duyduğumuz isimler.
Beyoğlu’ndan sonra Kadıköy’ü anlatmayı neden seçtiniz? Bu tercihin ardındaki gerekçeleri ve sizin için ne ifade ettiğini anlatabilir misiniz?
Kadıköy’ü seçmemde çok sebep vardı. Önceki soruda belirttiğimiz gibi Anadolu Yakası’nın merkezi olması, bölgedeki ilk apartmanların burada yerleşiyor olması, Beyoğlu’ndan tanıdığımız ailelerin sayfiye hayatlarının burada olması gibi birçok sebep beni Kadıköy’ü yazmaya itti. Bir diğer sebep de deprem şehri olmamız ve beklenen büyük İstanbul Depremi öncesi yapabildiğim kadar çok sayıda yapının kayıt altına alınmasını sağlamaktı.

Kadıköy’de bir apartman. / İstanbul Apartmanları.
‘Binalar artık kentin bir parçası değil’
Böylesine büyük ve hızla dönüşen bir semti çalışırken, hangi kaynaklara başvurdunuz? Eski ve yeni Kadıköy sakinleriyle nasıl bağlar kurdunuz ve bu etkileşim kitabın anlatısını nasıl etkiledi?
Kadıköy aslında sandığımız kadar hızlı değişmiyor. Tabii bu göreceli bir kavram olmakla beraber, çehresi her yüzyılda ortalama bir kez değişiyor diyebiliriz. Çalışırken beni zorlayan, adres bulma konusu oldu. Kaynaklarımda zaman zaman yapıların sadece adresine rastlıyordum, eğer bu kaynak eskiyse adresin değişmiş olması çok olası oluyor. Bu noktada kimi zaman adrese gidip, yerinde bulmam gerekti. Bir diğer sorun da teyitsiz bilgi kirliliği. Kimi zaman erişilen bilgiler, çok güvenilir bir kaynaktan olsa dahi teyit etmek gerekiyor. Teyit edilemediği takdirde güvenirliğinden emin olamıyor ve kitaba eklemek istesen de ekleyemiyorsun.
Tüm bu okumalar ışığında Kadıköy’ü çalışırken buranın aslında düşündüğümden daha derin, edebi tarafının geçmişte kalan veya günümüze ulaşmayı başaran konakları gibi ince ve zarif olduğunu fark ettim. Bu açıdan Kadıköylülerin Kadıköy konusundaki korumacı ve hassas yönlerini anlamış ve tanımış oldum.
Sayfiye köşklerinden apartman bloklarına geçiş süreci… 1965 Kat Mülkiyeti Kanunu, 1973 Boğaz Köprüsü gibi dönüm noktalarının Kadıköy’ün yapısal ve sosyal dokusuna etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir yere makro ölçekte bir ulaşım aracı veya yönteminin gelmesi oranın dokusuna doğrudan etki eder. Bu bugün de geçerli olan bir durumdur. Bakırköy’ün yapısı ve kalabalığı, metro ve Marmaray projeleri sonrası gözle görünür şekilde değişti. Köprünün yapımı sonrası da Kadıköy’e daha doğrusu Anadolu Yakası’na ulaşımın önemli ölçüde kolaylaşması, nüfusa ve demografik yapısına ister istemez etki etmiştir. Özellikle köprüye yakın alanların arsa bedelinde artış olduğundan da eminim. Bazı şeyler ne yazık ki yıllar geçse de değişmiyor…
Son 10-15 yılda Kadıköy’ün bazı bölgelerinde görülen yapı tek tipleşmesi, semtin ruhunu nasıl etkiledi? Bu değişimi hem estetik hem sosyolojik açıdan nasıl okuyorsunuz?
Tek tipleşme ne yazık ki sadece Kadıköy’e mahsus değil. Eskiden binalar, mimarlık ofisleri tarafından yapılırdı. Şimdi ise müteahhitlik şirketleri devraldı. Binalar artık kentin bir parçası değil depremin de etkisiyle fabrikasyon birer kutu halini aldı. E tabii bu furyadan Kadıköy de kentsel dönüşüm ile birlikte nasibini almış oldu. Bu tektipleşme ile şehrin mimari ruhunu öldürüyor, sadece konut ihtiyacını karşılamış oluyoruz. Gelecek yüzyıla bırakacak bir mimari mirasımız ne yazık ki bizim dönemden olmayacak.
Sizce Beyoğlu ve Kadıköy’den hangisi dönüşüm karşısında kendi ruhunu daha çok koruyabildi? Yoksa her ikisinde de hâlâ direnen, gizli kalan bir şeyler var mı?
Bence her ikisi de koruyamadı. Beyoğlu’nun avantajı, tescilli yapıların fazla olması diyebiliriz. I. ve II. Dereceden tescilli yapıların koruma altına alınması ve bu yapıların görece Kadıköy’den fazla olması Beyoğlu’nun çehresini korumasını sağladı. Kadıköy’de ise hala mimari öneme sahip yapıları gündem oluşturarak korumaya çalışıyoruz. Bu da ne yazık ki bölgenin korunmasını zorlaştırıyor.
Yeldeğirmeni’nin apartmanları, Moda’nın konakları, Kalamış’ın sahili…
Moda’dan Yeldeğirmeni’ne, Göztepe’den Kalamış’a uzanan bölgeler kitabınızda neden öne çıktı? Bu bölgelerin Kadıköy’ün kimliğine katkıları üzerine neler söylersiniz?
Bu bölgelerin her birinin kendi has karakteristik özellikleri var. Aslına bakarsanız Kadıköy’ün Beyoğlu’ndan farkı da bu diyebiliriz. Kadıköy’de mahalle değiştirdiğinizde fark edersiniz, Beyoğlu’nda ise bu o kadar kolay değil. Bu mahallelerin hepsinin kendi içinde birbirinden farklı özellikleri olması, kitabın mahalle mahalle boyutunun ve kimliğinin değişmesine neden oldu. Bu mahallelerin her birinin ise Kadıköy’e kattığı renk yadsınamaz ölçüde önemli. Yeldeğirmeni’nin apartmanları, Moda’nın konakları, Kalamış’ın sahili ve daha niceleri tek başına Kadıköy’ü Kadıköy yapan unsurları bünyesinde barındırıyor.

“Basıldığı andan itibaren kamusal tarihin bir parçası olan bu kitaplar, bir doğal afette veya bir savaşta yerle bir olma ihtimali olan mirasın gelecek nesillere taşınmasını sağlayan bir araçtır.”
Kadıköy’ün Levanten, Ermeni, Rum geçmişini izlerine hâlâ rastlayabildiğiniz yapılar veya hikâyeler var mı? Bu katmanlara ulaşmak, görünmeyeni görünür kılmak sizin için nasıl bir süreçti?
Yeldeğirmeni bölgesi, Kadıköy’ün Osmanlı tebaası gayrimüslimlerinin gözde yaşam alanı. Burada meslekler bile kendi içerisinde farklı etnik kökenlerden kimselere emanet edilmiş. Semtte fırıncı, kahvehane sahibi, kömürcü Türk; meyhaneci, aktar, marangoz Rum; seyyar balıkçı, şıracı-bozacı Yahudi; sobacılar Ermeni; sütçüler Bulgar’dı. Meslek dağılımının böylesine fark edilir düzeyde olması da hikayelerin yazımında büyük kolaylık sağladı diyebilirim.
Kadıköy’ün mimarisi kadar içinde yaşayanların hikâyeleri de büyüleyici. Yazım sürecinde sizi en çok etkileyen ya da duygulandıran keşif neydi?
Beni en çok etkileyen hikâye Dr. Esat Işık’ın hayatını adadığı mesleği olan doktorluğu, Millî Mücadele uğruna bir kenara bırakması ve Kadıköy’deki evini gizli bir toplantı merkezine çevirmiş olmasıdır. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözünü derinlemesine yaşayan, mesleğine ara vermenin telafisi olduğunu ancak vatan mücadelesinin telafisi olmadığını düşünmesi ve bu yolda ilerlemesi çok onurlu bir davranış.
Sizce bireysel anılardan kolektif belleğe uzanan bu çalışma, “kamusal tarih” üretimi açısından ne ifade ediyor? Sözlü tarih ve yerel anlatılarla çalışıp ortaya bir belge koymak nasıl bir deneyimdi?
Bu kitaplar benim tarafımdan hazırlansa da aslında ben sadece bu eşsiz bilgi ve belgeleri bir araya getiriyorum. Basıldığı andan itibaren kamusal tarihin bir parçası olan bu kitaplar, bir doğal afette veya bir savaşta yerle bir olma ihtimali olan mirasın gelecek nesillere taşınmasını sağlayan bir araçtır. Bu açıdan İstanbul Apartmanları gibi çalışmaların sayıca geçmiş yıllara göre artması mutluluk verici. Böylece bir dönemi basılı kaynaklarla korumuş oluyoruz.
‘Kadıköy’ün neresinden şehre baktığınız önemli’
İstanbul’u “büyüleyici ama yorucu bir karakter” olarak tanımlıyorsunuz. Kadıköy bu karakterin neresinde duruyor? Sizce bu semt, şehrin ruhuna nasıl bir katkı sunuyor?
Kadıköy’ü yekpare bir alan olarak yorumlamak hata olur. Bu yorumuma Moda, Kalamış, Suadiye gibi mahalleler dinlendirici tarafıyla dahil olurken, Osmanağa, Hasanpaşa gibi kalabalık mahalleler yorucu olarak tanımlayacağımız karakterleriyle karşımıza çıkıyorlar. Bu açıdan Kadıköy’ün neresinden şehre baktığınız önemli.
Kitabın tanıtımında, Kadıköy’ün “deprem öncesi fotoğraflarla belgelenmesi” fikrinin sizin için önemli olduğundan söz ediyorsunuz. Bu aciliyet hissi, araştırma ve yazım sürecinizi nasıl etkiledi?
Oldukça fazla etkiledi. Özellikle son birkaç yıldır İstanbul’da hissedilen yıkıcı olmayan ama korkutucu depremler bu kararımda doğrudan etki sağladı. Ne yazık ki değiştiremeyeceğimiz bir gerçek olan deprem, aldığımız kararlara yön vermemizi sağlıyor.
Beyoğlu kitabınız Ofset Yapımevi ve Fabrika Yayıncılık’tan çıkmıştı. Epona Kitap ile bu kez nasıl bir iş birliği kurdunuz? Yayıncının projeye katkısı ne oldu?
Epona ekibi, yayınevi arayışına girdiğim süreçte çok hızlı bir şekilde hayatıma dahil oldular. Sedat Demir ve Ozan Kocatürk, yayınevi ekibi olarak projeyi ilk günden beri takip ettiklerini ve destekleyicisi olmak istediklerini aktardılar. Projeyi tanıyan, bilen bir ekiple çalışınca hiç de yeni tanıştığım bir ekiple çalışmış gibi hissetmedim açıkçası. Birbirimizi yerinde ve doğru yönlendirerek, ivedilikle ilk çalışmamızı yayınladık. Anlaşmamızla kitabın baskıdan çıkması arasında 1.5 ay gibi çok kısa bir süre vardı. Bu sürede tüm eksikleri birlikte giderdik ve hızlıca hedefe odaklandık. Bu nedenle kendilerine bir kez daha yol arkadaşlıkları için teşekkür etmek isterim.
Bu iki kitap İstanbul’un hafızasında önemli bir iz bıraktı. Projenizi başka semtlere ya da şehirlere taşımayı düşünüyor musunuz? Yeni durağınız neresi olabilir?
İstanbul Apartmanları, İstanbul’un tarihi dokuya sahip tüm semtlerini ele alacak. Hatta ara ara konsept değiştirmeyi de düşünüyorum. Üçüncü durağımız şimdilik sürpriz olarak kalsın diyelim, ancak yakın zamanda bir yıldır beklenen Beyoğlu’nun dördüncü baskısını görebiliriz gibi düşünüyorum.
Kapak fotoğrafı: Kadıköy Belediyesi’nin eski binası; Fotoğraf: Kayıhan Türköz, SALT Araştırma
