Share This Article
Yazar olarak tanıdığımız Paolo Cognetti, aynı zamanda sinema öğrenimi görmüş ve bilgisini belgeseller çekerek taçlandırırken bu yönünü, kaleme aldığı kitaplara da yansıtan bir isim.
Beyaz perdeye aktarılan, Cognetti’nin hem lirik hem de sinematografik bir anlatımla kotardığı Sekiz Dağ’da, ailesiyle beraber yaz aylarında dağ köylerini keşfe koyulan Pietro’yu tanımıştık.
Romanda Cognetti, hem bir yaşama hem de olgunlaşma hikâyesi anlatmıştı bize.
Ludwig Wittgenstein’ın “İlkin gezginliğe çıkman gerek ancak ondan sonra yurduna dönebilir ve o zaman da ötekileri anlayabilirsin” sözünün farklı bir yorumuyla karşılaşmıştık Sekiz Dağ’da: Yakınındakileri ve hatıralarını anlamak için onlardan uzaklaşman gerekir minvalinde bir temayla okuru selamlayan Cognetti, herkes gibi yaşarken yakınlık ve uzaklık arasında denge kurmaya uğraşan Pietro’nun zihninde ve dağlarda gezdirmişti bizi. Şehirli Pietro’nun babasıyla ve köylü Bruno’yla ilişkisi de romanın önemli bir patikasıydı.
İki çocuğun yalnızlık paydasında buluştuğu romanda çocukluğunda tanıştığı dağlar, Pietro’nun geçmiş ve bugün arasında bağ kurmasını sağlıyordu. Dağlar, aynı zamanda onun hem çocukluğunu hatırladığı ve yaşadığını hissettiği hem de babasının yasını tuttuğu bir mekân hâline geliyordu.
Cognetti, bir diğer romanı Bıldırcın Karı’nda ise İtalyan Alpleri’ne götürdüğü okuru, on yıl sonra dağ evine dönerek yaşamı yeniden anlamaya uğraşan Paolo’yla tanıştırmıştı. Cognetti, Paolo’nun dağda kendisiyle yaptığı tartışmalar, kurduğu arkadaşlıklar, yalnızlığın değerini ve bazı anlardaki boğuculuğunu kavrayışı üzerinden doğanın her fırsatta gösterdiği gücünü, sorgulayan aklın zorunluluğunu ve insanın direnme kuvvetini anlatmıştı Bıldırcın Karı’nda.
Cognetti’nin alametifarikası dağlar, Kurdun Mutluluğu’nda da karşımızda. Gerilimlerinin, çelişkilerinin, huzursuzluklarının ve gerek kabuk bağlamış gerek henüz açık yaralarının derinliğini kavramak ve onlardan bir parça uzaklaşmak için kendilerini dağlara atan ve orada buluşup dostluklar kuran karakterlerle buluşturuyor bizi yazar.
Alışmanın ve vazgeçmenin kolaylığı
Kurdun Mutluluğu, Cognetti’nin arayış, kaçış, huzur arzusu ve yeni dostluklar kurma üzerine inşa ettiği, ana mekân olarak da yine dağı seçtiği bir roman. Fontana Fredda ise çeşitli nedenlerle şehirlerle arasına mesafe koyanların buluştuğu nokta.
Uzun süren ilişkisini bitirip çocukluğundan bildiği dağlara ve patikalara kaçan, “özgürlüğün tadına vararak” ve “yalnızlığın acısını tadarak” yeni bir yaşama adım atan Fausto bu kişilerden biri.
Fontana Fredda’daki restoranın sahibi ve zaman zaman Fausto’nun içini döktüğü Babette ise dağdaki bir başka karakter. Babette’nin yanında çalışan, ailesinden ve üstüne gelen yaşamdan uzaklaşan garson Silvia da bir diğer isim. Kayak pistinin yanındaki restoranın müdavimi Santorso ise bir başkası.
Cognetti, hikâyenin kadrosunu okura tanıttıktan sonra bizi her birinin geçmişine, dertlerine ve birbiriyle ortak noktalarına götürürken Silvia ve Fausto yakınlaşmasına tanık oluyoruz.
Fontana Fredda’da herkesin hapsolduğu, kurtulduğu ve kurtulmaya uğraştığı bir dünya var. Bir de ortaklaşa kurdukları, oraya ve oradaki zamana uygun yeni bir dünya… “Babette’nin Öğle Yemeği” adlı restoran ise bu dünyanın âdeta merkezi.
“Yakınındakileri ve hatıralarını anlamak için onlardan uzaklaşman gerekir minvalinde bir temayla okuru selamlayan Cognetti, herkes gibi yaşarken yakınlık ve uzaklık arasında denge kurmaya uğraşan Pietro’nun zihninde ve dağlarda gezdirmişti bizi.”
Bu yeni ortamda karakterler, birbirinin sesi kadar doğayı dinliyor; rüzgârı, karın yağışını, çiçekleri, güneşin yakıcılığını ve dağın kendilerine getirdiklerini… Bir fırtınayı ve fırtına sonrasındaki dinginliği de…
Cognetti, Fontana Fredda’dakiler aracılığıyla dünyanın dışında kalan, birbirine tutunan ve yaşamın içinde olan bir grup insanının ilişkilerini ve hayata bakışını karşımıza getirirken insanın her şeye ne kadar kolay alıştığını veya pek çok şeyden nasıl kolay vazgeçtiğini anlatıyor. Dahası, şehirde değer verilenlerin dağda anlamsızlaşabildiğini, terk etmenin derinliğini ve buluşmaların sığlığını ortaya koyuyor. Hatıraların sorgulanışı ve hesaplaşmalar da cabası.
Fausto, Babette, Silvia ve Santorso kendilerini kuşatan dağdan kentte yaşadıklarına bakarken vakti zamanında arayıp bulamadıklarına dair muhasebeye de girişiyor. Bunun yanında, Fausto’nun Fontana Fredda’da hissettikleri, diğerlerinin de duygularına tercüman oluyor:
“O her ne kadar şikâyet etse de Fontana Fredda’da onun çok iyi bir iş çıkardığını, yani birçokları için kelimenin tam anlamıyla bir sığınağa dönüşen restoranından başka, bir de güzel bir kız çocuğuna sahip olduğunu yazdı. Hayatının karmaşık bir döneminde kabulü ve anlayışı, kendi sınırlı mutfak erdemleri için takdiri ve dışarıda hava sıfırın altında yirmi dereceyken içeride sevinci bulan kendisi için burası bir sığınak olmuştu.”
‘Duygular renkli gözlükler gibidir, gözü aldatır’
Yaşamın gelgitlerini, ilişkilerin yıkık döküklüğünü ve insanların maskelerini, kimilerinin “harabe” ya da “virane” dediği büyük özgürlük alanı Fontana Fredda’da kavrıyor karakterler. Anladıkları bir diğer şey, şehirde körelen başkalarına değer verme ve sırtını yaslayabilme duygusu. Başka bir deyişle anlayış ve güven.
Dağda kendine göre bir işleyiş var. Şehirdekine göre başka bir yaşam var, karakterler buna uyma zorunluluğunun farkında olduğu kadar birbiriyle kenttekinden başka bir ilişki ve iletişim kurma gerekliliğinin de ayırdında.
Farkına vardıkları bir başka şeyi ise inatçı bir dağ yürüyüşçüsü olan ve her zaman kararlı tavırlarıyla dikkat çeken Santorso, rastladığı keçi leşine bakarken dillendiriyor:
“Bazı insanlar gider ve bazıları geri gelir, değil mi? Ölüp gidenler vardır, hayatta kalanlar ve bir de avlananlar vardır. Dünya, onu sahiplenenlerindir.”
Yaşlı, mavi ve kargaşanın hâkim olduğu gezegenden ayrı bir konumda bulunan dağ, bir ucundan yaşama tutunmaya çalışan, hatta yeni bir yaşam kurmaya uğraşan kişilerin kalesi âdeta. Bu kalede zamanın tartışılması da geçmişte bitmeyen özlem de söz konusu. İnsan sıcaklığını arayış da ondan uzak durma ihtiyacı da… Silvia-Fausto ilişkisi, tam da bu dengeye dayanıyor işte.
Fontana Fredda’ya tedirginlikle ve terk edilmişlik duygusuyla gelen çoğu insanın aksine, Fausto ve Babette dağa tutkuyla bağlı. Hatta Babette yazdığı mektupta bunu Fausto’ya anlatıyor:
“Duygular renkli gözlükler gibidir, gözü aldatır. Dağlar hakkındaki şu Zen deyişini bilir misin: ‘Zen felsefesine yakınlaşmadan önce, benim için dağlar sadece dağ, nehirler sadece nehirdi. Uygulamaya başladığımda dağlar artık dağ, nehirler nehir olmaktan çıktı. Aydınlanmaya ulaştığımda, dağlar yeniden dağ, nehirler de yeniden nehir oldu.’ Sanırım sen de ben de bu masalı iyi anlayabiliriz çünkü o yer, bizim ona verdiğimiz anlamlarla dolu. Anlamlar orada, tarlaların, ormanların ve taş evlerin arasında. Dağ benim için özgürlük anlamına geldiğinde, otlayan ineklerde bile özgürlüğü görüyordum! Ama dağın kendi başına bir anlamı yok, üzerinde suların aktığı ve otların büyüdüğü bir taş yığını sadece. Şimdi benim için eski hâline döndü.”
Doğanın insafına kalmış mekânlarda, ileriki zamanlarda ne yapacaklarını tartışan, kimi anlarda romantikleşen kimi anlarda ise aşktan uzaklaşan ve sadece yaşayan bir grup insan etrafında dönüyor Fontana Fredda’daki hikâye.
“Cognetti, Fontana Fredda’dakiler aracılığıyla dünyanın dışında kalan, birbirine tutunan ve yaşamın içinde olan bir grup insanının ilişkilerini ve hayata bakışını karşımıza getirirken insanın her şeye ne kadar kolay alıştığını veya pek çok şeyden nasıl kolay vazgeçtiğini anlatıyor.”
Fausto’nun çocukluğundan âşina olduğu dağa gelişi, eski ilişkisini unutup yeni bir aşk yaşamaya başlaması üzerine kurduğu romanda Cognetti, Fontana Fredda’da birbiriyle tanışan ve bildikleri ya da daha evvelki yaşamın dışında, doğanın sesini dinleyerek ve onun rehberliğiyle hareket ederek günlerini geçiren bir grup insanla buluşturuyor bizi.
Daha önce görmeyi başaramadıklarını gösteren dağın başkarakter olduğu bir hikâye bu. Cognetti’nin Kurdun Mutluluğu’ndaki son satırları ise bunun bir göstergesi:
“Fontana Fredda eşit ölçüde gerçeklik ve arzudan oluşuyordu. Fontana Fredda’nın etrafındaki dağ, bu insanların rüyalarından habersiz varlığını sürdürüyordu ve onlar uyandığında da var olmaya devam edecekti.”
Kurdun Mutluluğu, Paolo Cognetti, Çeviren: Yelda Gürlek, Kafka Kitap, 160 s.