Share This Article
Dünyanın dört bir yanında, özellikle de Avrupa’da aşırı sağ hareketlerin ve partilerin yükselişe geçmesiyle birlikte zihinlerde bir soru belirdi: Faşizm tekrar iktidara gelip bir şiddet dalgası yaratır mı?
Çeşitli makyajlarla merkeze yaklaşan sağ popülizmin sesi Avrupa’da (Almanya, Fransa, Hollanda, Macaristan, İtalya, Danimarka…) yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve tersine göç tasarıları, milliyetçilik, ırkçılık ve ayrımcılık gibi söylem ve eylemler günden güne gür çıkıyor. Yeni model Nazi hareketi hâline gelen AfD’nin (Alternative für Deutschland-Almanya İçin Alternatif) ve “Önce Hollandalılar” diyen Geert Wilders’in başı çektiği aşırı sağ, popülizmin faşizme dönüşme aşamasını temsil ediyor. İkisinin söylemleri ve tasarıları hemen hemen aynı: Eşitliği yok sayma, yabancıları ve göçmenleri ülkeden zorla çıkarma, AB muhalifliği ve ekonomik krizden etkilenenleri harekete geçirme arzusu.
AfD başta olmak üzere aşırı sağ, kimi yerlerde iktidar alternatifi kimi yerlerde ise koalisyon ya da hükümet kurulabilmesi için anahtar konumunda. Bu da Avrupa’nın faşizm hatırasını ve fobisini yeniden gündeme getirirken demokrasiye bağlı kitlelerde korku yaratıyor. Aşırı sağ partiler, uçlardaki söylemlerini belli bir süreliğine geri planda tutmak için maskelerin ardına gizlenirken oy potansiyelini artırmayı ve ardından kızgın kitlelere ulaşıp alanını genişletmeyi hedefliyor.
Neoliberalizmin ve egemen sermayenin yarattığı sorunları çözme vaadiyle aşırı sağın iktidara kolayca geldiğini hatırlayanlar, solun dağınıklığından ve örgütsüzlüğünden endişe duyuyor. Halktan yana ve halk için politika ürettiğini söyleyip yüzde 1’i memnun edecek hamlelerle, diğer bir deyişle faşizme çalan popülizmle Arjantin’de seçimleri kazanan Javier Milei de kuşkuları artıran güncel örneklerden biri. Dolayısıyla yeni bir faşizm tecrübesi yaşamak istemeyenler korkularında haklı: Kutuplaşma, azınlığın güvenliğini örseleyecek güç birlikleri meydana getirme, gözetleme ve gerçeği eğip bükme edimleriyle öne çıkan yeni faşizm; başarısız neoliberal uygulamalara karşı alternatif oluşturma ve kamunun yerine geçecek güçlü bir lider etrafında toplanma girişimleriyle, düşük gelirlileri sütre gerisinden fakirlik sınırında tutarak destek aldığı öz kitleyi kaybetmeme arzusuyla, refah seviyesi yüksek geçmişi yâd edişiyle ufuktaki tehdit olarak çıkıyor karşımıza.
Almanya’nın pek çok kentinde göçmenleri ülkeden çıkarma planlarının tartışıldığı toplantısı afişe olan AfD’ye karşı sokağa çıkan yüz binlerce insan, işte bu tehdide dikkat çekmeye çalıştı geçen haftalarda. Ülkenin dört bir yanındaki meydanlardan yükselen sloganlar, hem yakın geçmişe bir göndermeydi hem de geleceğe dair kaygıları temsil ediyordu: “Saat 33’e 5 var”, “Faşistlere yer yok” ve “Faşizm alternatif değil” bunlardan en önemlileriydi.
Gazeteci Paul Mason da ufuktaki faşizm tehlikesine ilişkin bir soruyla çıkıyor karşımıza: “Bu süreci işleten nedir, geçmişte neydi ve onu nasıl engelleyebiliriz?” Kaleme aldığı Faşizmi Nasıl Durdururuz? başlıklı kitapta Mason, bugünü göz önünde bulundurarak filmi geri sarıp faşizmin geçmişte hangi şartlarda olgunlaştığını incelerken aslında hayli güncel bir sorun olduğunu ortaya koyuyor.
‘Sistem arızası’ndan doğan tehlike
Mason, zamanın derinliklerinden Nazilerin geri dönme ihtimali üzerine düşünürken neoliberal politikaların yarattığı krizlerin günümüzde bir faşizm olasılığı doğurduğunu da hatırlatıyor. Başka bir deyişle bugünün aşırı sağı ile dünün faşizmi arasında zaman atlamalarıyla gidip gelirken direniş yollarının varlığından da söz ediyor. Faşizan retoriğin göçmenlere, LGBTİ+’lara, sosyalistlere karşı kitleleri hareketlendirdiğini gözden uzak tutmuyor.
Mason, faşizmin sonlanıp sonlanmadığına dair soruyu yanıtlamaya çabalarken soğukkanlılığı elden bırakmıyor. Çünkü 1945 sonrasında, özellikle de 1970’lerde faşizmin tarihin çöplüğüne atıldığını düşünenlerin, 1990’ların başında “ideolojiler öldü” diyenlerin sayısının hayli fazla olduğu hatırlanıp şimdilerde yaşananlar dikkate alındığında böyle bir soğukkanlılığa ihtiyaç var.
Mason, 2008’den sonraki tabloyu da bu ihtiyatla özetliyor:
2008’den beri, anaakımın sağına yürüyen hareketler ortak bir dil, ortak bir çevrimiçi alan ve ortak bir amaç geliştirdi: Popülistler ile otoriteryenlerin koalisyonlarını sürekli iktidarda tutabilecek, hukuk devletini aşındırabilecek ve normlara dayalı küresel düzeni kundaklayabilecek illiberal demokrasiler yaratmak.
Mason’ın ifadesiyle “faşizmin insan ve özgürlük anlayışı bir tık uzağımızda.” Kapitalizm ve neoliberalizmden kaynaklanan “sistem arızası”, söz konusu tehlike belirtilerini görünür kılıyor. Sonrası zaten üç aşağı beş yukarı belli:
Faşizm, günlük ideolojiye olan inancımız buharlaşıp yerini hiçbir ilerici alternatif doldurmadığında hâkim olur. Ancak bu farklı türden bir ideolojidir: Yalnızca savaşa, kurban etmeye ve soykırıma ilişkin olağandışı deneyimler yoluyla insanların kafasında pekişebilir ve tekrarlanabilir.
Mason, faşizmin elde ettiği meclis sandalyesinden ve aldığı oy sayısından daha fazlasına denk geldiğini hatırlatıyor. Faşizmin bugün, sosyal medyadan yaydığı “fikirlerle” etki alanını genişlettiğini; ırkçılığın, mizojininin ve şiddetin yeni biçimlerini filizlendirdiğini anımsatıyor. Dolayısıyla yeni düşman arayışındaki aşırı sağ, söylem ve eylem geliştirmede dara düştüğünde gözünü geçmişe çevirerek “ırksal, ulusal ve başka pek çok istisnanın” nasıl yaratıldığını inceliyor.
Sürece yoğunlaşan Mason; faşist rejimlere değil, faşizmi iktidara götüren aşamaları inceleyip iki önemli soru yöneltiyor: “Aşırı sağ partiler içinde bulunduğu tecridi nasıl kırdı? İstifade ettikleri psikolojik özellikler neydi?” Bu soruları yanıtlamaya çalışırken kendisi de bir faşizm tanımı yapıyor:
Faşizm bir özgürlük parıltısının tetiklediği özgürlük korkusudur. Özgür olmak istemeyen ve özgürlüğü yok etme projesi etrafında birleşmiş insanların şiddete dayalı seferberliğidir. O, İtalyan antifaşist Enzo Traverso’nun yazdığı gibi devrime karşı bir devrimdir.
Ağlara taşınan klasik milislik
Krizlerden, toplumsal ve sosyal huzursuzluklardan ya da memnuniyetsizliklerden, şiddet eğiliminden ve politik boşluklardan beslenen, kendisine buralardan destekçi devşiren faşizm, 1930’larda Avrupa’da böyle yükseldi. Günümüzün aşırı sağ hareketleri de benzer bir çizgide ilerliyor. Elbette zamanın ruhu belli farklılıklar yaratıyor. Mason, faşistlerin “önce” ve “şimdi” diye ikiye ayırdığı zaman sayesinde kişilerin zihnini çeldiğini ve boşluklara yerleştiğini hatırlatıyor. Diğer bir deyişle yıkıntıların üstünde yükselip ideolojisini şekillendirdiğini söylüyor. Bugün aşırı sağ hareketlerin yapmaya çalıştığı gibi.
Faşizme çalan sağ popülizm de geçmişteki yolları zorluyor. Hindistan’dan ABD’ye, Hollanda ve Macaristan’dan Almanya’ya, hatta Arjantin’e kadar geniş bir coğrafyada faşizm tedirginliğinin artmasının nedeni bu: Sembolik şiddetle biçimlenen ve sosyal medya mecralarında taraftar toplayan ideolojinin, şiddeti ete kemiğe büründürme ihtimali… Mason’ın deyişiyle “çevrimiçi aktivizm cazibesi yaratan” ve klasik milisliği ağlara taşıyan yeni aşırı sağın ve popülizmin yükselip sokağa taşarak “beraber bir hikâye yaratmaya çalışması…”
“Paul Mason, zamanın derinliklerinden Nazilerin geri dönme ihtimali üzerine düşünürken neoliberal politikaların yarattığı krizlerin günümüzde bir faşizm olasılığı doğurduğunu da hatırlatıyor.”
Kısacası geçmişteki gibi bir mit oluşturmaya ve onu şiddetin altyapısı hâline getirmeye uğraşan bir yeni aşırı sağ var önümüzde. Mason, bu çabalarla ulaşılmak istenen hedefi açıklıyor:
Yirmi birinci yüzyılın faşistlerinin arzuları açık: Liberal demokrasiyi, insan haklarını ve hukuk devletini yok etmek; kadınların 1960’lardan bu yana kazandığı hakları ellerinden almak ve dehşet verici şiddet eylemleriyle monokültüre sahip etnik devletler yaratmak.
Mason, geçmişin faşistlerinin de günümüzün popülist aşırı sağcılarının da özgürlüğe ve çokkültürlülüğe saldırdığını, işin özünde feodalizmin bulunduğunu söylüyor. Hitler’in ve Mussolini’nin yaptığı gibi sınıfları, özgürlüğü ve modernliğe ait her şeyi ortadan kaldırarak yaratacağı düşman karşısında safları sıklaştırmayı ve tektipleşmeyi arzuladıklarını vurguluyor.
Neoliberalizmin bir çıkmaz sokağa girdiğini ve yol açtığı ekonomik çöküntüyle memnuniyetsiz kitle yarattığını sosyal medya mecralarını kullanarak duyuran, hatta şiddeti örgütleyenlerin, sorunlara demokrasiyle herhangi bir çözüm üretemeyeceğini savunanlar, iklim krizi diye bir şey olmadığını söyleyenler, büyük krizlerden zararlı çıkanlar aşırı sağı harekete geçirip bir alternatif hâline getirme ihtimali doğuruyor Mason’a göre.
‘Militan Demokrasi 2.0’
Savaşla coşup barışla travmatize olan faşistlerin tarihî kardeşliğini anlatan Mason, bunun buhranlardan, devrim karşıtlığından veya korkusundan ve yalnızca kendisine özgürlük isteğinden ya da eşitlerin üstünde eşit olarak konumlanma arzusundan beslendiğini hatırlatıyor. Dolayısıyla günümüzün sağ popülistleri, geçmişe doğru bir tünel kazarak 1930’ların “her şey yapılabilir” şiarında, hukuku ve adaleti örselemede buluşuyor. Bunlara aydın düşmanlığını ve hakikati eğip bükmeyi de ekliyorlar. Sonuçta Mason’ın anımsattığı gibi faşizm, “iç tutarlılığı olan fakat herhangi bir olguya dayanmayan, hatta ondan kopuk, kendinden menkul mantığa sahip mitlerle” etrafına topladığı kitleyi büyüterek iktidara yürüyor. Yazar bu ilerleyişi, geçmiş ve şimdi bağlamında karşılaştırıyor:
Faşistler, peşinde oldukları şey ister (1920’lerdeki gibi) millî diriliş, ister (günümüzdeki gibi) küresel etnik iç savaş olsun, sert bir kopuşu zorlamak için tasarlanmış yöntemleri benimser. Bu âna hazırlanmak için eylemlerini sertleştirir, sembolikleştirir ve ritüelleştirirler. Kapitalizmin edilgen ideolojisini ikame etmek için faşistler hep birlikte bilfiil ırkçılığa, erkek hakimiyetine, gayri insanileştirmeye ve şiddete dayanan, içsel tutarlılığı yüksek ancak olgularla zorunlu bir ilişkisi olmayan, yeni bir etkin ideoloji türü yaratır. Bu ideoloji hem bir mit hem de faşistleri daha amaçlarına ulaşmasa dahi takip ettikleri için ödüllendirileceği, doğruyu yanlıştan ayıran bir kod olan ethos olarak iş görür.
Mason, bu yürüyüşü durdurmanın yani “faşizmi atılım evresindeyken engellemenin” mümkün olduğunu, 1930’lardaki Fransa örneğinden hareketle söyleyip “yine yapılabilir” diyor. O tarihlerde pek çok ülkeye örnek olan Halk Cephesi hareketlerini hatırlatan yazar, bunun günümüze uyarlanmış biçiminin ise “Militan Demokrasi 2.0” olduğunu belirtiyor:
Eğer yaygın ve yükselen bir tehdide karşı demokrasiyi savunma niyetindeyseniz bir şey yapmak zorundasınız; en iyisi de bunu açık, yasal ve anayasal bir yoldan yapmak. Militan Demokrasi 2.0’ın amacı aşırılıkçıları popülizme doğru geriletmek.
Anti-faşizmi bir taktik değil, bir amaç hâline getirmenin günümüzdeki en önemli hamle olacağını söyleyen Mason, popülizm-aşırı sağ-faşizm çizgisinin gelişim aşamasıdayken yolunun kesilebileceğini belirtiyor. Üstelik bu amaçla hareket etmenin, pek çok insanı içindeki faşistle yüzleştirebileceğini düşünüyor.
Mason, faşizmin yakın geçmişteki uygulamalarını ve günümüz aşırı sağına miras bıraktıklarını teorik ve pratik bağlamda anlatırken karşılaştırmalar yaparak bir bakıma zamanın ruhunu inceliyor. Süreçlerden bahsedip geçmişte kaçırılan fırsatlardan dem vurarak bugün faşizmi engelleme yollarını sıralıyor.
Uzun lafın kısası, Faşizmi Nasıl Durdururuz? başlıklı çalışmasıyla Mason, yakın geçmişteki faşizm ile bugünün faşizme çalan aşırı sağını ve sağ popülizmini tarihsel, teorik ve pratik olarak çözümlüyor.
Faşizmi Nasıl Durdururuz?, Paul Mason, Çeviren: Doğuş Çakan, Minotor Kitap, 376 s.