Share This Article
Tarih, olup bitenlerin hikâyesinin neden-sonuç bağlantısı içinde anlatılması demek bir bakıma. Biraz da atfedilenlerin, olduğundan büyük gösterilenlerin, kabullerin, önyargı ve yanılgıların hikâyesi. Bazen de ihtimallerin, sezgilerin ve yaşanmışlıkların yeniden yorumlanışının.
Vico’nun deyişiyle tarih, içinde bilginin, soruların, yanıtların ve bunlara dayanan çözümlemelerin yer aldığı bir süreç. Vico’ya göre insan, tarihte yapıp etmeleriyle hayli baskın. Dolayısıyla tarihyazımının öznesi. Aynı zamanda tarihi oluşturan en önemli etken. Başka bir ifadeyle doğrusuyla, yanlışıyla ve yanılgılarıyla tarihi meydana getiriyor ve yazıyor insan.
Stefan Zweig da tarihî biyografiler kaleme alırken bunlardan haberdardı elbette. Okumaları, yorumları ve metinleri bahsi geçen çizgiyi izliyordu. Onlardan biri de Amerigo’ydu. Bu kitabı yazmasını sağlayan çıkış noktası ise “Amerika’ya Amerika adı kimden ötürü verildi?” sorusuydu. Keşfetmediği hâlde Amerigo Vespucci’nin ismiyle anılan kıtaya dair tarihsel yanılgının peşine düşen Zweig, aynı zamanda önemli bir tartışmanın, tesadüflerle ve komediyle örülü hikâyesini anlatıyor bu metinde.
Bir ‘akıl oyunu’: Vespucci vakası
Bugün “Amerika” adıyla anılan kıtaya ilk ayak basanlar Kristof Kolomb ve Sebastian Cabot olmasına rağmen, Zweig’ın deyişiyle kara parçasının “Vespucci’nin önadıyla vaftiz edilişinin” hikâyesiyle karşılaşıyoruz Amerigo’da.
Amerika’nın neden “Kolombiya” adıyla anılmadığını sorgulayan Zweig, bunu tesadüflere ve yanılgılara bağlarken yapmadığı bir yolculuğa atfen Vespucci’nin isminin kıtaya verildiğini, hatta işin içine dolandırıcılığın ve sahteciliğin de dâhil edildiğini hatırlatıyor:
Bugün bu tartışmalar, tüm varsayımları, kanıtları ve karşı kanıtlarıyla birlikte bir kütüphanenin tamamını doldurur, bazıları için Amerika’nın vaftiz babası ‘amplificator mundi’, yani dünyamızı genişleten yüce kişilerden biri, bir kâşif, bir denizci ve yüksek rütbeli bir bilginken diğerleri için coğrafya tarihindeki en arsız dolandırıcı ve hokkabaz olarak kabul ediliyor.
Vespucci vakasını bir sorundan öte “akıl oyunu” diye niteleyen Zweig, ikilinin hikâyesine gelmeden evvel, insanlığın öğrenmeye ve bulmaya ara verdiği dönemin özetinin ardından, gerek savaş gerek keşif için yollara düşülen zaman dilimini anlatıyor. Böylece işin içine biraz merakın biraz da dönemin ruhu olan sömürgeciliğin ilk nüvelerinin girdiğini anımsatmadan geçmiyor. Dolayısıyla fetih arzusunun, insanı bilmediği diyarlara doğru seyahate çıkardığını hatırlatıyor. Diğer bir deyişle dünya tarihinin bir kesitine yoğunlaşıyor.
Portekizlilerin ve İspanyolların başı çektiği bu keşif ve fetih hareketi, Zweig’ın ifadesiyle zengin topraklara ulaşma ve dünyanın öbür ucuna gitme amacı taşırken yabancı olana meraktan besleniyordu. Marco Polo, Prens Henrique, Bartolomeu Dias ve Vasco da Gama, Kolomb’un ve Vespucci’nin öncülleri olarak tehlikeli ve bir o kadar da maceralı yolculuklar gerçekleştirip keşif ve fetih kapılarını ardına kadar açmıştı.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Okyanusta Batı’ya doğru yol alan İspanyol Kristof Kolomb, tuhaf hikâyelerle geri dönerek herkesi şaşırtırken gittiği başka diyarları güvence altına alma göreviyle onurlandırılıyor.
Kolomb’un yolculuk hazırlıkları sürerken tarih sahnesine, “yeni dünya” ve “yeni kıta” anlatılarıyla, hatta bunları broşürler hâlinde yayımlayan Vespucci’nin çıktığını söylüyor Zweig. “Habere aç” ve “bilgiye meraklı” Avrupa’da ses getiren ve dilden dile çevrilen broşürlerinde Vespucci, 1500’lerin başındaki deniz yolculuklarını, işin içine abartıları ve hayalleri de katarak eğlenceli şekilde anlatıyor.
Zweig’a göre Vespucci’nin yaptığı daha önemli bir şey var:
Ölüm ânına kadar, ayak bastığı Guanahani’nin ve Küba’nın Hindistan olduğu yanılgısına körü körüne inanan Kolomb, bu yanılgıyla aslında çağdaşlarının yaşadığı kozmosu küçültmüştür; ilk kez Vespucci, yeni kıtanın Hindistan olduğu hipotezini yıkarak oranın açıkça yeni bir dünya olduğunu ileri sürmüş ve yerkürenin aynı zamanda yeni ve bugün hâlâ geçerli olan boyutunu ortaya koymuştur. (…) Bu anlamda Vespucci aslında Amerika’nın keşfini tamamlamıştır çünkü her keşif, her buluş onu gerçekleştiren kişi tarafından değil, daha çok onu aklıyla ve etkin gücüyle tanıyan kişi tarafından geçerli kılınır; eğer Kolomb yaptığı işten dolayı övülecekse Vespucci de tarihi yorumu nedeniyle övülmelidir. Vespucci, bir rüya yorumcusu olarak öncülünün uykuda gezinirken bulduğunu görünür kılmıştır.
İspanyol ressam Salvador Dali’nin Kristof Kolomb’un Amerikayı Keşfi tablosu.
Efsanenin gerçek diye kabul edilmesi
Kolomb’un eksiğini tamamlayan ve yanlışını düzelten Vespucci’nin hamlesi, Zweig’a göre büyük bir heyecan uyandırıyor. Üstelik “yaptığı” dört yolculuktan bahsettiği mektuplarıyla kendisi hakkında daha fazla bilgi edinilmesini sağlıyor.
Vespucci’ye dair yayınlardan biri olan “Floransalı Alberico Vespucci’nin Bulduğu Yeni Topraklar ve Yeni Dünya” başlıklı metin, onun yeni bir kıta keşfettiği izlenimi uyandırıyor. Yetmiyor, Kolomb’un adının geçmesi gereken antolojide Vespucci’nin isminin yer alması ve kitabın hızla basılıp dağıtılması, Zweig’a göre ona farkında bile olmadığı bir şöhret kazandırmakla kalmıyor, onu aynı zamanda iradesi ve bilgisi dışında başka birinin emeğini gasp etmeye çalışan biri durumuna düşürüyor.
Dolayısıyla Zweig’ın ifadesiyle tarihsel bir yanlışlıklar komedisi başlıyor. Bunun zirve noktası ise matematikçi ve coğrafyacı Martin Waldseemüller’in Vespucci’nin mektuplarını yayımladığı kitabında Kolomb’u pas geçmesi. Daha da ilginci, dünyanın dördüncü kıtasının Amerika diye adlandırılmasını önermesi. Zweig, böylece Amerika’nın vaftiz belgesinin oluşturulduğunu söylüyor:
12 Ekim 1492, yani Kolomb’un Santa Maria’nın güvertesinden Guanahani sahillerinin parladığını gördüğü gün, yeni kıtanın asıl doğum tarihi olarak belirlenecek olursa Cosmographiae Introductio’nun basıldığı 25 Nisan 1507’nin de kıtanın vaftiz günü olarak adlandırılması gerekir. O zamana kadar ismi kimse tarafından bilinmeyen bu yirmi yedi yaşındaki hümanistin uzak bir kasabada yalnızca bir öneride bulunduğu doğrudur fakat kendi önerisi onu o kadar sevindirmiştir ki bu öneriyi ikinci kez daha yüksek bir sesle tekrar eder. Dokuzuncu bölümde Waldseemüller ayrı bir paragrafta ayrıntıyla anlatıyor. ‘Bugün,’ diye yazar, ‘dünyanın bu bölgeleri (Avrupa, Afrika ve Asya) tamamen araştırılmış ve Amerigo Vespucci tarafından dünyanın dördüncü kıtası keşfedilmiştir. Avrupa ve Asya dişil isimler aldığı için bu yeni bölgeye Amerigo değil, onu keşfeden bilge adamın adı olan Amerigo’nun ülkesi ya da Amerika adının verilmesinde bir sakınca görmüyorum.’ (…) Waldseemüller, Amerika sözcüğünün aynı zamanda bu paragrafın kenarına basılmasını da sağlamış ve bu adı eserle birlikte verilen dünya haritasının üstüne de yazmıştır. Ölümlü Amerigo Vespucci, bundan hiç haberi bile olmadan o andan itibaren ölümsüzlüğün tacını başında taşımaya başlamıştır, o andan itibaren Amerika, ilk defa Amerika adını almıştır ve sonsuza kadar bu adı taşıyacaktır.
Amerika’yı keşfetmediği hâlde yazdığı tartışmalı raporun yorumunun yorumu sayesinde bir kıtaya adı verilen Vespucci’nin tasvirlerle adını tarihe yazdırdığını söylüyor Zweig. Daha doğrusu Waldseemüller, bulunan yerin Asya’ya ait değil, yeni bir kara parçası olduğunu duyurması nedeniyle Vespucci’ye “dostça bir minnettarlık jesti” yapınca kayıtlar başka türlü yazılıyor.
Kolomb ise keşfettiği Küba’nın Çin, Haiti’nin ise Japonya olduğunu ısrarla savununca Waldseemüller’in yaptığı tarihî hatanın doğru kabul edilmesine katkıda bulunuyor. İşin trajikomik yanı, konunun taraflarının bahsi geçen hatadan bihaber olması: “Vespucci sorununa dokunan herkes niyeti çok iyi bile olsa bu kargaşa yumağına hep yeni bir düğüm atmış ve böylece onu daha da çözülemez hâle getirmiştir.” Efsane, gerçek olarak kabul edilirken gerçeğin efsaneye yetişmesinin zorluğu da kanıtlanıyor yanılgılar tarihinin bu keskin dönemecinde.
Sürekli alevlendirilen ‘kan davası’
Zweig, fetih için yola koyulan Kolomb’un ve bilime hizmet eden hümanist Vespucci’nin ölümünü izleyen yıllar için düştüğü notta, tarihsel yanılgının devam ettiğini vurguluyor: “
Kolomb sadece birkaç adayı keşfetmişti, Vespucci ise yeni dünyayı ve bu, tekrar tekrar söylenip yazıldığı için on yıl sonra doğru kabul edilen bir bilgi hâline gelir. Vespucci yeni dünyanın kâşifiydi ve Amerika’ya haklı olarak Amerika deniyordu. Vespucci’nin bu hatalı ünü, on altıncı yüzyılın tamamı boyunca yeni dünyanın kâşifi olarak hiç azalmadan parladı.
Sonrası biraz kavga gürültü: İki kâşif mezarında uyurken tarihçilerin bir kısmı Kolomb’un hakkının yendiğini, diğer kısmı ise Vespucci’nin dolandırıcı olduğunu ve haksız bir şöhret elde ettiğini yazıp çiziyor. Hatta Zweig, Vespucci’nin keşif raporlarında kurnazca tahrifat yaptığını söyleyenleri hatırlatırken on yedinci yüzyılda Kolomb’un adının ihtişamla yeniden yükseldiğini vurguluyor. Dolayısıyla iki efsane, seneler boyunca karşı karşıya getiriliyor.
Zweig’ın deyişiyle “Kolomb, Vespucci’ye karşı kan davası yeniden görülüyor.” Üstelik bu birkaç kez yapılıyor; dosyalar açılıyor, belgeler bir araya getiriliyor, bilimsel tartışmalar alevleniyor, arşivler taranıyor, siyasiler işin içine giriyor, entelektüeller konuya dâhil oluyor, kimi zaman hakikatler ve dedikodular birbiriyle yarıştırılıyor, bazen de gerçekler arasındaki farklar kavga çıkarıyor… Zweig ise yine bir not düşüyor:
Nerede Vespucci’nin hayatına dair bir belge varsa onu dürüst, güvenilir ve bilgili bir adam olarak över. Ne zaman onun basılı eserlerinden birini elimize alsak kendini beğenmişlik, yalanlar ve olasılıksızlıklarla karşılaşırız.
Ölümünden kısa süre önce (5 Şubat 1505’te) yazdığı mektupta Vespucci’yi öven Kolomb, ondan “dürüst bir adam” diye bahsediyor. Bu durum, Zweig’a göre ikilinin iyi arkadaşlığının kanıtı ve aynı zamanda hatalar komedisinin en şaşırtıcı sahnelerinden biri.
Zweig, tarihin mükemmel bir oyun yazarı olduğunu, trajediler ve komediler kaleme aldığını söylüyor. Kolomb’a ve Vespucci’ye dair üçüncü kişilerin yorumlarından ve yanlış adlandırmalarından doğan hatalar silsilesi sonucu kıtaya verilen isim de böyle bir sürecin ürünü.
Kolomb, Atlantik Okyanusu’na yaptığı dört seferi tamamlayarak coğrafî keşifleri başlatan ve Amerika’nın kolonizasyonunun yolunu açan kişi olmuştu.
Zweig, gerçeklerin ve hayallerin birbirine karıştığı, yanlışların art arda sıralandığı ve tartışmaların hâlâ devam ettiği bu hikâyenin yani Vespucci vakasının ve Kolomb hakikatinin anlatıcılığına soyunuyor Amerigo’da. Yapan, anlatan ve yakıştıran arasındaki ilişkinin tarihselliğine dair önemli bir hikâye Vespucci vakası. Zweig, tam da buraya dikkat çekiyor:
Olayları anlatan ve açıklayan kişi, gelecek nesiller için onları yaratan kişiden daha önemli olabilir ve tarihin öngörülemeyen dinamiklerinde meydana gelen en küçük bir hareket, çoğu zaman muazzam etkilere yol açar. Tarihten adaletli davranmasını isteyen, onun vermeye istekli olduğundan daha fazlasını bekleyendir. Tarih, çoğunlukla basit ve ortalama adama eylem ve ölümsüzlük bahşederken en cesur ve en bilgili olanları isimsiz bir karanlığa fırlatıp atar.
Amerigo, Stefan Zweig, Çeviren: Güzide Şen, İthaki Yayınları, 92 s.