Share This Article
Yayıncı, editör ve çevirmen Levent Çeviker, Furûğ Ferruhzâd’ın bütün şiirlerini Farsça aslından çevirdi. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Kuş Ölümlüdür Sen Uçmayı Hatırla, kadın yaşamını baskılayan sistemin kaynaklarına yönelik direnişçi şiirleriyle yaşadığı çağın ve coğrafyanın ötesine geçen Ferruhzâd’ın, bugün bir kez daha, sesini yükseltmemize vesile… Biz de Ferruhzâd’ı, şiirlerini, ona biçilen algıyı ve aslında olanı Çeviker ile konuştuk.
Yaşadığımız şu günlerde kadın hakları ihlalleri ve kadına şiddet oransal olarak değişiklik gösterse de ülke, bölge ayrımı olmaksızın devam ediyor. Buna karşılık, dünyanın dört bir yanındaki kadınlar bu duruma karşı koymak için örgütleniyor. Bu nedenle ilk sorumuz şöyle olacak: Kadın yaşamını baskılayan sistemin kaynaklarına yönelik direnişçi şiirleriyle yaşadığı çağın ve coğrafyanın ötesine geçmiş bir şairin, Furûğ Ferruhzâd’ın “bütün şiirleri”ni çevirmeye nasıl ve neden başladınız?
Var olduğu topraklarda “var” olduğunu ispata teşne bir sesti Furûğ. İşte oradaydı, kadınlar da vardı. Öznel bir mücadele gibi görünse de aslında 60’ların İran’ında tüm kadınların sessizliği, sessizliklerindeki sancıyı dizelerine taşıdı ki Şah yönetimindeki İran, bugünle kıyaslanacak olursa daha özgürdü. Kişisel olarak ben Ferruhzâd ile üniversite eğitimim sırasında tanıştım. Siyasette, sanat ve edebiyatta tektipçilikten, basmakalıptan sıyrılan her sese en başından beri kulak veriyordum. Fars edebiyatında böyle bir sese denk gelmek beni çok etkiledi. Önce hayatını okudum, sonra kendi yazdığı dili öğrenince şiirlerini okumaya başladım. Yüksek lisans tezim için Varoluşun Romantik Sancılarında Ferruhzâd başlığıyla yaşamını, yapıtlarını felsefi bir noktadan ele almaya çalıştım. Yirmiden fazla şiirini bu süreçte zaten çevirmiştim. Ayrıntı Yayınları’ndan teklif gelince de seve seve kabul ettim. Hikâye burada başladı.
‘Toplumun dayattığı korku peçesini kaldırdı attı’
Şiir okurları için sevdikleri bir şairin külliyatının tek bir kitapta toplandığını görmek oldukça kıymetli. Elimizdeki “Kuş Ölümlüdür Sen Uçmayı Hatırla” kitabının da kısa yaşam serüvenini beş kitaba sığdırmış Furûğ’un bütün şiirlerini içermesi bakımından değeri çok büyük; ve elbette siz çevirmeninin… Anladığımız kadarıyla Furûğ’un hem kişiliğini hem de şiir niteliğini yansıtmayı hedefleyerek çıkmışsınız yola. Bu yoldaki sürecinizden bahsedebilir miyiz?
Furûğ’un şiiri kendi yaşamıyla paralel gider. Ergenliğinden, bir kaza sonucu yaşamını yitirene kadar bir derdi vardır dikkatli bakılırsa. Genç yaşta bir evlilik yapar, eşi kendinden yaşça çok büyüktür. Bu evrede kaleme aldığı şiirler aşkı tanımlamaya çalışan toy bir kızın olgunluğa geçiş aşamasının sergüzeştini anlatır. Daha duygusal, Fars şiir geleneğinin kalıplarına bağlı, sözünü duygularıyla örten, yalnızca hissettiren… Çünkü kendi gibi şiiri de toydur. Sonra bir oğlu olur, eşinden boşanır ve evladını bir daha görmez. İşte bu noktada o toyluk yerini hissettiği acının şerhine bırakır. Hem aradığını bulamamıştır hem de oğlundan ayrı kalmıştır.
Zaman ilerledikçe hisleri yaşama ve yaşadığı topluma isyan noktasına gelir ki üçüncü kitabının adı da zaten İsyan’dır. Söylemi olgunlaşır ve sertleşir. Bu noktadan itibaren Furûğ’u Furûğ yapan bir süreç başlar. Şiir yapısı değişir, serbest lirik cümleler kurar, soyutluktan ve imgelerden çokça yararlanır, toplumun dayattığı korku peçesini kaldırır atar ve adeta “buradayım” der gibi yazmaya başlar. Çünkü hayatına ünlü yönetmen İbrahim Gülistan girer, fırtınalı bir ilişki yaşar. Psikolojik çöküntüler, ardından yoğun mutluluklar deneyimler. Bu duyguları dizelerden okursunuz. Ne yaşıyorsa onu yazar ama erkek egemen bir toplumun ayarlarıyla da oynamaktan geri durmaz. Son iki kitabında şahsi iniş-çıkışları artık bir toplum eleştirisine döner. Böyle hissi yazısına yansıyan bir kadının şiirleri üzerinde çalışırken bu eşzamanlılığı muhafaza etmek ve onun hakkında fikir sahibi olmayan okuyucuya bunu göstermek kaçınılmazdı.
Şiir çevirileriyle ilgili edebiyatçılar arasında ezeli bir tartışma söz konusu. Örneğin Asturias, şiir çevirme işini bir çeşit “hayınlık” olarak görüyor ve “Şiir çevirmek bir piyangodur,” diyor. Ona göre şiir çevirmeninin yaptığı iş, şiir yazmaktan başka bir şey değil. Siz de çeviri sürecinizde böyle bir ikilime düştünüz mü? Farsça-Türkçe dil uyarlaması yaparken seçtiğiniz sözcüklerin, şiirin atmosferini zedelemesinden nasıl korundunuz?
Kitaba yazdığım kısa bir sunuş var. Orada bu konuya değiniyorum ve Fransız şair Paul Valéry’nin meşhur “Şiir bir dilden diğerine çevrilmeyen bir şeydir,” sözüyle başlıyorum. Şiirin yazıldığı dili başka dile aktarırken sadece gramer ve dil özelliklerini muhafaza ederek çevirirseniz, evet haklılar. Şiir bir duygu aktarımıdır, dilsel özelliklerin manevralarından faydalanır ancak nihayetinde hissi bir dışavurumdur. Dolayısıyla şiirin yazıldığı, şairin kullandığı dili bilmek, eğer şairi tanımıyor ve kişiliğine inemiyorsanız hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Sorunuza dönecek olursam, ben böyle bir ikileme düşmedim çünkü daha önce bahsettiğim gibi uzun bir süre Furûğ’u tanımakla geçti, sonra dilini öğrendim ve çeviriye başladım.
İkinci bir nokta da Farsça ile Türkçe dil grupları olarak çok farklı olsalar da anlatı yoğunluğu bakımından birbirine benzer diller. Hatta bazen aynı kelimeleri kullanıyoruz cümle öğe dizilimi farklı olsa da. Diller arası farkın beni zorladığı yerlerde, zorda kaldığımda dizelerin yerini değiştirdiğim durumlar oldu. Farsçadaki kafiye düzenini Türkçede korumaya dikkat ettim, bunu yaparken kelimelerin ilk anlamından ikinci anlamlara başvurduğum oldu. Ama genel olarak bakıldığında dilsel olarak doğru ama hissel olarak yanlış yöne sapan hiçbir ifadeye yer vermedim. Bir örnek verecek olursam, kitaba da ismini veren “Kuş ölümlüdür, sen uçmayı hatırla” dizesinin aslı “Uçmayı hatırla, kuş ölümlüdür” şeklindedir. Anlamı kuvvetlendirmek, asıl dildeki temayı ve hissi bozmadan anlamca en yakışık hali vermeye çalışınca bu şekilde çevirmeyi uygun gördüm.
“Furûğ’un şiiri kendi yaşamıyla paralel gider. Ergenliğinden, bir kaza sonucu yaşamını yitirene kadar bir derdi vardır.”
‘Direşken bir kadın, ağlayan bir kadın imajına dönüştürülüyor’
Kitabın Sunuş’unda sizi rahatsız eden bir Furûğ algısından bahsediyorsunuz: Zamanın ötesinde yaşayan bu isyancı kadının hissiyatının tam olarak yansıtılmadığından, Furûğ’un ve şiirlerinin son derece romantikleştirildiğinden ve hatta şairin portresinin neredeyse “kaderin sillesini yemiş çaresiz, acılı bir anne”ye indirgendiğinden. Bu durumun oluşmasında çevirmenin ve şiir okurlarının rolü nedir?
Dediğim gibi, çevirmenin işi, eğer konu şiir ise sadece dil değildir. Öyle olursa kısır bir anlatım ortaya çıkar, son ürün yavan olur. Buradaki araz şiirde karşılık bulması beklenen hissi tarifleyemez. Çevirmenlerin düştüğü en büyük hata bu bana sorarsanız. Furûğ’un şiirlerini çevirenlerin bir iki tanesi hariç hep bu hataya düşmüşler. Tabii durum okur nezdinde de önemli. Okurun çeviri kalitesini, doğruluğunu muhakeme edebilecek düzeyde olmasını bekleriz. Tıpkı doğal seçilim gibi niteliksiz çevirilerin okur tarafından talep görmedikçe ortadan kalkması gerekir. Yanlış anlaşılması ise başka bir sorunun neticesi.
Birçok klasik şaire de atfedilen dizeler vardır. Ömer Hayyam’ın yazdığı rubailerin sayısı azdır, ancak Hayyam’a atfedilen çok sayıda rubai vardır. Hâfız keza öyledir. Bunlar yeni oluşumlar, popüler kültürün ve sosyal medyanın gücü yapıtları da tüketilecek bir metaya dönüştürüyor. O sebeple bizim dizemiz “kuş ölür” oluyor, romantikleştiriliyor. Davası uğruna oğlundan ayrı kalmayı göze alan direşken bir kadın, yaşadığı ıstırabı dile getirdiğinde, yavrusundan kopartılmanın sızısını yaşayan, ağlayan, inleyen bir kadın imajına dönüştürülüyor. Aslında işte tam bu noktada Furûğ’un kişiliği ve anlatmaya çalıştığı dava ile örtüşmeyen bir süreç de başlıyor. Kadın hep acı çeken, hep cefakâr, hep aciz bir varlığa dönüştürülüyor. Bunları okur fark etmediği sürece de böyle olmaya devam ediyor.
Furûğ’la ilgili İran’daki kaynak azlığından şikâyet ediliyor, var olan basılı kaynaklarındaki bazı şiirlerinin ise sansürlendiğinden. Bu sansür meselesini biraz açabilir miyiz?
Tahmin edileceği üzere siyasal İslam’ın gereği olarak meme, sevişmek, çıplaklık gibi kelimelerin geçtiği yerler daha sonraki baskılarda şiirden çıkartılmıştı, en azından ben bunun üç, dört örneğini gördüm. Kadının şiir yazmasının zaten hoş karşılanmadığı bir toplumda böyle hareketler olabiliyor. TRT’de yayımlanan programlarda “meyhane” sözcüğünün sansürlenmesi de örnek olarak gösterilebilir.
“Şiir bir duygu aktarımıdır, dilsel özelliklerin manevralarından faydalanır ancak nihayetinde hissi bir dışavurumdur. Dolayısıyla şiirin yazıldığı, şairin kullandığı dili bilmek, eğer şairi tanımıyor ve kişiliğine inemiyorsanız hiçbir zaman yeterli olmayacaktır.”
‘O Günler, umudun yitirilişini çok güzel tarif etti’
Yaşadığı koşullar ve hayat serüveni göz önüne alındığında sizce Furûğ’un kendini en iyi ifade ettiği bir şiirini belirleyebilir miyiz?
Bir tane diyemem ama umudun yitirilişini çok güzel tarif ettiği “O Günler”, kadının toplumdaki yerini eşsiz güzellikte kaleme aldığı “Oyuncak Bebek”, çürüyen toplumu dile getirdiği “Yeryüzü Ayetleri”, içsel meseleleriyle yüzleştiği “Yeniden Doğuş”, ailesinden de bahsettiği “Yüreğim Bahçe İçin Yanıyor” ve elbette “Kuş Ölümlüdür”.
Peki, henüz Furûğ Ferruhzâd ile tanışmamış birini şairi tanımaya hangi dizelerle davet edebiliriz?
inanalım soğuk mevsimin başlangıcına
ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde
yeryüzünün kirlenmiş varlığını
gökyüzünün kederli ve yalın umutsuzluğunu
ve bu betondan ellerin güçsüzlüğünü
anlamanın
başlangıcında…