Share This Article
Frédéric Gros, teori ve pratiği, felsefe ve yaşamı buluşturan bir düşünür. Bununla birlikte, uzak geçmişle dün ve bugünün bağlantısını inceleyip yorumlar yapan bir araştırmacı. Örneğin, felsefenin yalnızca geçmişten oluşmadığını, şimdiden oraya bakmak ve her şeyi bir arada değerlendirmek gerektiğini inatçı bir yürüyüşçü olarak anlatmıştı Yürümenin Felsefesi’nde.
Homo Viator’un (yürüyen insanın), zihinsel ve fiziksel adımlarını felsefe tarihine bakarak ortaya koyarken yürümeyi, “zamandan ve mekândan sıyrılmayı sağlayan hızdan uzaklaşma hâli” diye tanımlayıp yürümenin ve düşünmenin bağlantısını ve derinliğini anlatmıştı.
İtaat Etmemek’te ise zamanımızın sessizlerine, vicdanı körelenlere ve kapitalizmi spekülasyonlarla yaşatmaya girişenlere karşı sivil muhalefeti, yani itaatsizliği savunuyordu. Başka bir deyişle konformizme, “talim”e ve “terbiye”ye karşı direnmeyi öğütlerken “itaat etmek kendine ihanettir” diyordu.
Gros, dünyada olup bitenleri izlerken hayatî sorunlara eğilen bir felsefeci. Bunun son örneği, Türkçeye yeni çevrilen Güvenlik İlkesi. Güvenliğin, hem bir kavram hem de duygu ve eylem olarak geçmişten günümüze nasıl evrildiğini, hangi anlamlara geldiğini tarihî örneklerle anlatıyor.
Kavramın dört boyutu
Güvenlik-özgürlük ikilemi, tarihsel bir sorun; Gros, bunun üzerine inşa ettiği ve güvenliğin anlamını, kullanımını ve felsefi boyutunu incelediği çalışmasında geçmişten günümüze miras kalan tartışmaları da getiriyor karşımıza. Güvenliğin özgürlüklerin ilki gibi algılanışına atıf yapıyor, daha doğrusu bu algıyı hatırlatıp buradan tarihsel tartışmalara adım atıyor.
“Tehlikesizlik”, “huzur”, “sükûnet” gibi anlamlara gelen güvenliğin felsefi, politik, psikolojik, ekonomik, ekolojik kullanımlarının bulunduğunu anımsatırken “güvenlik devlettir” önermesinin kimileri için sığınak olduğuna dair not düşüp dört maddelik bir tarife yöneliyor:
Güvenliğin en yaygın tanımlarından yola çıkarak ilk bakışta dört büyük boyutunu ayırt edebiliriz: Bir ruh hâli olarak güvenlik, yani kişinin buna yatkınlığı; nesnel bir durum olarak güvenlik, yani tehlikenin olmaması ve tehditlerin ortadan kalkmasıyla belirlenen dünya hâli; üçüncüsü temel hakların devlet tarafından garanti edildiği, kişilerin, malların, kamu düzeninin, toprak bütünlüğünün korunması olarak tanımlanan güvenlik; son olarak da tedarik zincirlerinin kontrol edilmesi anlamıyla beliren güvenlik. Bu dört boyut, güvenlik kavramına nüfuz eder. Onun içeriğini ve gerilim noktalarını belirler.
Kitabın ana eksenini oluşturan bu boyutlar, Gros’a göre güvenliğin farklı yüzlerini, anlam ve kullanımlarını kavramamız açısından hayatî öneme sahip. Ruh hâlinden devlete uzanan süreçte terimin ve eylemin geçirdiği evrimi ortaya koyan yazar, “güvenliğin kamu yararı”na dönüştürülme süreçlerini inceliyor.
Güvenliği “kendine hâkim olma, kendinden ve bildiklerinden emin olma hâli” diye tanımlayan, daha doğrusu kavramın içini böyle dolduran, güvenliği haz ve mutlulukla eşleştirirken maddiyattan uzaklaşmayı esas alan, dostluğu ve ilişkileri önemseyen, kimi zaman da minnettarlığın sunulduğu merci olan tanrıya yönelen ve bilgelerin varlığına gönderme yapan düşünürlerden bahsediyor Gros.
Yazarın vurguladığı bir başka güvenlik anlayışı ise tehlike ve tehditlerin bertaraf edilmesi:
Güvenliğin anlamının ikinci büyük kaynağı da şudur: Tehditlerin yokluğu, tehlikelerin mutlak bir şekilde ortadan kalkmasıyla nitelenen, nesnel bir durum olarak güvenlik. Dolayısıyla bu güvenlik ne bir ruhsal huzurdur ne de tehlikelere karşı hayata geçirilen aktif bir korunma veya riskleri öngörmeye ve önlemeye yönelik tekniklerdir, sadece her türlü tehlikenin ortadan kalkmasıdır. Bu keskin anlam bir ütopyadan, bir mitten kaynaklanır: Her türlü şiddetin, saldırganlığın, nefretin yok olduğu, mutlak ahengin hüküm sürdüğü bir insanlık durumu tasavvuru. Acıların, felaketlerin olmadığı, gölgesiz bir mutluluğun hüküm sürdüğü bir dünya. Mükemmel bir dünya.
Bu noktada kimin ve neyin tehdit olarak algılandığı, onların nasıl yok edildiği de önemli. Savaşlar, seferler, fetihler, eşitlik ve hak arayışı, nesne ve öznenin, dost ve düşmanın belirlenmesi tarihin seyrini; güvenliğin ve tehdidin içeriğini değiştiriyor.
Gros, güvenliğin anlamını, kullanımını ve felsefi boyutunu incelediği çalışmasında geçmişten günümüze miras kalan tartışmaları da getiriyor karşımıza.
Koruma ve denetleme
Devletin koruyuculuğu ya da güvenlikle eşanlamlı hâle getirilmesi ise Gros’a göre konunun modern boyutu. “Egemen devlet”in iş görmeye başlaması, güvenliğin amaca dönüştürülmesi manasına geliyor; asker, polis ve hâkimler ise bu güvenliğin memurları olarak öne çıkıyor.
Aynı şekilde sözleşmeler, kurallar ve bunların devlet tarafından toplum adına uygulanışı da:
“Hobbes’a göre ilkel savaş durumu vahşi, kaotik bir özgürlük tarafından damgalanmış olabilir ancak toplumsal durumda kendisinin ‘masum özgürlük’ (libertas innocens) diye adlandırdığı özgürlük hâkim olacaktır yani zararlı olmayan bir özgürlük anlamında. Şüphesiz ki kanunlar sınırlayıcı yasaklamaları belirler. Bununla birlikte ilkin, izin verdiği her şeyle özgür kılar, ayrıca ve daha olumlu bir şekilde, özgürlüğe kurallar koyarak ona bir biçim verir. Böylece nihayet kanun sayesinde özgürüz diyebiliriz ve kanuna uyarak özgürlüğümüzü gerçekleştirebiliriz. Spinoza aklın kurallarını izlediğimiz oranda özgürüz, diye yazar. Rousseau yalnızca kanunlara uyarak özgür oluruz, der. En eksiksiz ifade Locke’tan gelir: ‘Kanunun amacı özgürlüğü ortadan kaldırmak veya sınırlamak değildir, onu korumak ve genişletmektir ve kanunlara göre yaşama kapasitesine sahip olarak yaratılan varlıklar için her koşulda, kanunun olmadığı yerde özgürlük yoktur.’ Devlet kanunlar yoluyla özgürlüğü garanti altına almalı ve gerçekleştirmelidir, bu da mutlak ve despotik bir gücün her zaman gayrimeşru olduğu anlamına gelir.”
Soğuk ve sıcak savaşların yaşandığı dönemlerde ve bir daha yaşanmamasının istendiği barış zamanlarında, çeşitli kuruluşların (Milletler Cemiyeti’nin, Birleşmiş Milletler’in) kolektif güvenliği sağlamadaki başarısızlığını hatırlatan Gros, savaş ve barış hukukunun da benzer bir akıbeti paylaştığını koyuyor ortaya.
Yazarın bahsettiği bir başka şey gıda, enerji, bilgi teknolojileri ve insan gibi zamanımızda öne çıkan güvenlik biçimleri. Bu noktada Gros, devamlılık ve toplumsal güvenlik bağlantısına dikkat çekerken korku ve umut matrisini gündeme getiriyor; korumanın ve denetlemenin hayatî kavramlar ve eylemler olduğunu vurguluyor:
Güvenliğin bu anlamı bir yandan malzeme akışını (dijital, gıda) ilgilendirir, yani aniden tıkanmasını veya kesintiye uğramasını engellemek amacıyla bunlara nezaret edilmelidir (enerji, lojistik, gıda güvenliği) ve öte yandan bunların içine zararlı unsurların girmesini engellemek için (bilgisayar teknolojileri, sağlık güvenliği) ayıklanması, seçilmesi, filtrelenmesi söz konusudur.
Piyasa koşullarına uyarlanan güvenlik
Gros’un ifade ettiği “koruma”, “denetleme” ve “düzenleme”, yaşamın akışının güvenceye alınmasıyla ilgili. Meselenin gelip biyogüvenliğe dayanması ise kaçınılmaz. Yazar, çok temel bir noktaya dikkat çekerek güvenlik kavramının dünü ve bugünü arasındaki tarihsel, biyolojik ve felsefi bağlantıya dair bir not düşüyor:
Yaşayan birey korunmayı ister çünkü temelde kırılgandır. Bu kırılgan hayatın korunması güvenliktir. Ayrıca yaşam, bizi oluşturan şeydir, bir beden bile hemen onun imzası olarak görülür.
Gros, biyogüvenlik meselesinde Deleuze’ün 1989’da kaleme aldığı metne gönderme yaparak disiplinden kontrole geçiş döneminin başlangıcını hatırlatırken geldiğimiz noktayı da özetliyor aslında:
Deleuze 1989’da bizi disiplinci toplumlardan kontrol toplumlarına geçirecek tarihi bir geçiş dönemini ilan ediyordu. Bu metinden çağdaş ‘kontrolün’ klasik disiplinci gözetim biçimlerinden ayrılabilecek belirli bir farklılığı olduğu temasını çıkarabiliriz. Bu farkı kavramak, bazı çağdaş teknolojileri ifşa etmek için sürekli başvurulan Orwell’in 1984’ündeki Big Brother modelinin itibarını hemen zedeler. Gerçekten de biyogüvenlik yepyeni güvenlikçi imkânları kapsar ve bunlar daha az merkezi, daha az hiyerarşiktir. Kuşkusuz daha az totaliterdir ama onun kadar da endişe vericidir. Daha demokratiktir ama daha az korkutucu değildir: Kontrolün ortaklaşması röntgenci bir toplum yaratır.
Güvenliğin günümüzün piyasa koşullarına uyarlandığını, hatta kuralsız bir piyasanın kullanışlı enstrümanına dönüştürüldüğünü söyleyen Gros, onun kamusal bir yarar olmaktan çıktığını, ticari mal hâline getirildiğini ve piyasada alınıp satılabildiğini hatırlatırlatıyor:
Güvenliğin ticari bir mala dönüşmesi kuşkusuz önemli, hatta neredeyse üzücü diyebileceğimiz iki sonuç içerir: Bir yandan bir korku kültürünün (pazarlamacılık açısından böyle bir kültürün beslenmesinin ciroların yükselmesini sağlamaktan başka bir şey yapmayacağı açıktır) gelişmesine yardımcı olurken öte yandan, cumhuriyetçi eşitlik anlaşmasını bozar, zira etkisi fiyatı oranında olacak güvenlik hizmetleri arasında fark oluşmasına yol açar.
Özünde bir felaketi engellemek olan güvenlik; bazen bilgelikle, bazen mutlulukla ve öğretilerle, bazen devletin kamusal düzeni tesis etmesiyle bazen de akışı bozacak herhangi bir şeyin engellenmesiyle sağlanıyor. Gros’un deyişiyle “kendini felaketin kıyısında tutmak” ve “kalan sürenin zamansallığını belirlemek olan” güvenlik, neyin engellenip neyin korunacağına karar vermeyi gerektiriyor. Özellikle de müphemliğin ve manipülasyonun zirvede olduğu günümüzde…
Güvenlik İlkesi, Frédéric Gros, Çeviren: Servet Ugan, Kolektif Kitap, 248 s.