Share This Article
Yasser Arafat | İngilizceden çeviren: Gürer Mut
Der Spiegel: Sayın Arafat, Filistin Halk Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bugün artık eski halinin ancak bir gölgesidir. İsrailliler 1982’de FKÖ’yü Lübnan’da askerî bir mağlubiyete uğrattılar. Teşkilat da bölünmüş halde. Şimdi de Ürdün Kralı Hüseyin El Fetih’in bürolarını kapattı ve örgütün askerî temsilcisi Ebu Cihad’ı memleketten ihraç etti. Bu noktadan sonra kime güveneceksiniz?
Yasser Arafat: Kral Hüseyin ile aramda bir sorun yok. Benim meselem Majesteleri’nin hükümeti ile. Tüm olan biten bir Ürdün komedisidir. Ürdün yönetimi istediği teşebbüslerde bulunsun, bizi yerimizden edemeyecek. Ortadoğu’nun en önemli unsuru biziz, biz olmadan hiçbir şey yürümez.
Ürdün’ün desteği olmaksızın sizin herhangi bir teşebbüsü sürdürmeniz mümkün değil.
Ürdün, kurulduğu günden bu yana FKÖ’ye alternatif bulmaya çalışıyor. Bu arayışa bundan sonra da devam edecektir. Ancak Filistinliler ve Ürdünlüler tek bir halktır. Kimse bizi bölemez. Amman’daki hükümet bu tarihi bağı kesmeye ve ittifakı askıya almaya çalışsa da kaderimiz birdir.
Geçenlerde eski güvenlik servisi şefiniz Ebu el-Saim, anlaşılan Ürdün’ün himayesi altında bir darbe teşebbüsüne kalkıştı, öyle değil mi?
Ne zaman bir Arap devleti ile aramızda bir anlaşmazlık doğsa, Ebu el-Saim gibi isimler öne çıkarıyor. Hiç bir ehemmiyeti olmayan bu adam kimin nesidir? Doğrusu bizden ayrıldığı için pek memnunum. Bu olanların hepsi teatral bir gök gürültüsünden başla bir şey değil. FKÖ içinde bölünme teşebbüsleri hep olagelmiştir. Şimdiye kadar kaç defa FKÖ’nün sonunun geldiği ilân ve ihbar edildi!..
Kral Hüseyin, aranızdaki anlaşmazlığı ilân ettiğinde Şubat ayındaydık. Üstelik, barış teşebbüsünün uğradığı başarısızlıktan da sizin sorumlu olduğunuzu iddia etti…
Hüseyin hiçbir zaman ABD’ye hayır diyecek konumda olmadı. Günün sonunda her zaman olduğu gibi ABD Başkanının önünde secdeye varır. Halbuki biz, Ortadoğu meselesinin barışçıl şekilde çözülmesi için üç formülü Kral Hüseyin üzerinden ABD’ye ilettik. Bu öneriler arasında uluslararası bir barış konferansının hazırlanması ve toplanmasını içeren başlıklar bulunuyordu. Ama daha bu barış formülleri açıklanır açıklanmaz Amerikalılar öylesine yoğun bir baskı yapmaya başladılar ki, her şey boşa gitti.
‘Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını tanısınlar, ben her şeye hazırım’
İyi de, Hüseyin tüm bu olan biteni bambaşka bir şekilde anlatıyor. Hüseyin’e göre, Amerikalılar sizin, İsrail’in “güvenilir sınırlar dahilinde, tehdit ve şiddet hareketlerinden korunmuş” bir şekilde varlığını kabul eden, BM’in 242 ile 338 sayılı kararlarını tanımanızı istemişler. Hüseyin, sizin buna onay vereceğinizden eminken sizin birden buna red cevabı verdiğinizi söylüyor.
Size gerçekte neler olup bittiğini anlatmak istiyorum. Amerikalılar tekliflerimizi reddettikten sonra Hüseyin ile özel olarak görüştüm. Uzun müzakerelerden sonra, 25 Mayıs 1985’te Washington’un verdiği beyanatı resmen kabul edip onaylamam hususunda anlaştık. Ve ben, bu anlaşmanın gereğini yerine getirdim. Hüseyin’in ABD’de beyan ettiklerini kelime ve kelime tekrar ettim. Ama nâfile, Amerikalılar cevap dahi vermedi. Şimdi size soruyorum: Amerikalılar, aynı bir beyanatı Kral Hüseyin yaptığı zaman kabul ediyorlar da ben tekrar ettiğim vakit niçin kabul etmiyor?
Ama siz BM’in adı geçen kararlarını niçin kabul etmediniz?
Amerikalılar, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını tanısınlar, ben her şeye hazırım.
Ama vaziyet öyle gösteriyor ki, Hüseyin sizin yüzünüzden yaşadığı hayal kırıklığından dolayı FKÖ ile ilişkisini kesmek, koparmak istiyor. Yaptığı şey de, Batı Şeria’da FKÖ’nün nüfuzunu zayıflatmak ve böylece işgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinliler’i doğrudan doğruya kendisine bağlamak…
Bu söyledikleriniz öylesine komik, gülünç şeyler ki… Batı Şeria’daki halk istisnasız FKÖ’ye bağlıdır. Bu gerçeklik, İngiltere Başbakanı Thatcher’in İsrail’e yaptığı seyahat sırasında dahi doğrulandı. FKÖ’nün alternatifi yok ve bu gerçeği değiştirmenin tek yolu Yaser Arafat’ı öldürmek!
Siz sâdece Hüseyin ile bağlarınızı koparmıyorsunuz, Suriye ve Lübnan ile de silahlı anlaşmazlık içindesiniz.
İyi de bu bizim suçumuz değil ki… Şam, bize iftira atmaktan vazgeçmiyor. Lübnan’daki kamplarımıza saldıracaklarını hiç beklemiyorduk. Lübnan’daki Emel milisinin gerçekleştirdiği saldırıları, karargâhını Beyrut’ta kuran Suriye istihbarat servisi generali Kanaan tarafından kontrol ediliyor.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
‘İsrail, Arap-İsrail Savaşı’nda verdiği zayiata öbür savaşlarda uğramamıştır’
Bir kaç aydan beri, 1982’de Beyrut’u terke mecbur olan FKÖ savaşçılarının büyük bölümünü yeniden Lübnan’a sokmaya çalışıyorsunuz. Bu geri dönüşten ne umuyorsunuz?
FKÖ savaşçılarının çoğu 1982’de Beyrut’tan ayrılırken ailelerini geride bıraktılar. Adamlarım aralarda sadece ailelerini ziyaret ediyor. Bu da en doğal hakkı ve üstelik vaktiyle Amerikalı müzakereci Philip Habib tarafından da yazılı bir metin halinde bize verilmiş ve tanınmış bir haktır.
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat 1977’de halka hitap ediyor. Fotoğraf: Reuters
Şu anda Lübnan’da silâh altında kaç adamınız var?
Her Filistinli, çocuk, kadın ve erkek olsun birer direniş savaşçısıdır. Biz Lübnan’ı terkettikten sonra dahi, İsrail’e karşı sürdürdüğümüz savaştan hiçbir zaman vazgeçmedik. Direnişimiz hiçbir zaman sekteye uğramamıştır.
FKÖ’nün günümüzde, 1982’de olduğu ölçüde kuvvetli olduğunu iddia etmeyeceksiniz herhalde…
Askeri varlığımız açısından, hayır. Ama operasyonlarımızın sayısının ciddi oranda arttığını İsrailliler bile kabul ediyor. Evvelki sene, işgal altındaki bölgelerde İsrail ordusuna karşı 863 eylemde bulunduk. Daha bu senenin yarısı dolmadan bu sayı 1156’ya çıkmıştır.
Yakın zamanda Lübnan’a dönebileceğinizi düşünüyor musunuz?
Böyle bir tasarım yok.
Ama yine de, Lider Arafat’ın Lübnan’ın güneyinde bir şehirde, İsrail hududuna yakın bir yerde ortaya çıkması, FKÖ’nün yenilenen nüfuzunun etkileyici bir göstergesi olacaktır sanırım…
Böylesi bir ispatlama için, FKÖ’nün ille de Arafat’ın liderliğinde meydana çıkması gerekmez. Nerede Filistinli varsa, FKÖ oradadır. Mesela, ben fotoğraflarımın Filistin kamplarına asılmasını hiçbir zaman emretmedim. Ama her yerde fotoğraflarım var. Bu da, FKÖ’nün mevcudiyetinin benim cismen varlığıma bağlı olmaksızın devam ettiğini göstermektedir. Direnişimiz canlılığını koruyor.
Acaba bu noktada biraz kendinizi aldatmıyor musunuz? İsrailliler sizi Beyrut’tan süreli beri FKÖ hem askeri hem de siyasi açıdan esaslı şekilde zayıfladı…
İşte bu Amerikalılar ile İsrailliler’in hüsnü kuruntusudur. Ve siz de bunu burada tekrarlıyorsunuz. ABD Başkanı Reagan ile o zamanki İsrail Başbakanı Begin, FKÖ’yü cismen de yok etmeye karar vermişlerdi. İkisi de bizi üç dört gün içinde mahvedebileceklerini ve FKÖ kabusunun da böylece ortadan kalkacağını zannetmişlerdi. Ama İsrail’in Lübnan’ı istilasının sonucu, en uzun süre devam eden Arap-İsrail Savaşı’dır. İsrail bu savaşta verdiği zayiata öbür savaşlarda uğramamıştır.
Ama gerçek şu ki, Beyrut’u şanssız bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldınız…
Bu zorlanma, Lübnanlı müttefiklerimin de durumlarını dikkate almak mecburiyetinde olmamdan ötürüdür. Yine de 17 binin üstünde Filistinli ve Lübnanlı hayatını kaybetti. Bu yüzden, daha da fazla kan dökülmesine meydan vermemek amacıyla, Lübnanlı müttefiklerim Beyrut’u terketmem için bana yalvardılar.
‘Direnişimiz işgalcilere sorun çıkarıyor’
Savaş meydanında da mağlup olmadınız mı?
Ben oradayken İsrailliler Beyrut’u almaya cesaret edemediler. Ancak biz şehri terkettikten sonra Sharon kahraman kesilip hücuma geçti ve Beyrut’u zaptetti. Ama İsrailliler, Güney Lübnan’da (Celile) ve Kuzey İsrail’de hâlâ huzuru yok. Bundan böyle de daha çok kan akıtacaklar. Hatta, füzelerimizin Kuzey İsrail’i vurduğunu ilk kez kabul etmek zorunda kaldılar.
Buna rağmen zaman hâlâ aleyhinize çalışmıyor mu? İsrailliler geri dönülemez bir şekilde Batı Şeria’ya yerleşiyor. Gitgide daha çok toprağa el koyuyorlar ve yeni yerleşim yerleri kuruyorlar…
Bizim topraklarımızda kurulan yerleşim merkezleri gerçekten başlıca meselelerimizden biri. Ama direnişimiz işgalcilere sorun çıkarıyor. Ülkeyi terkedenlerin sayısı, memlekete gelenlerin sayısını çoktan geçmiştir.
Bunun sebebi daha ziyade iktisadidir herhalde…
Savaş, İsrail’in ekonomik sorunlarını daha da ağırlaştırdı. Ülke dışında yaşayıp İsrail’e dönmeyi düşünmeyen kaç İsrailli var biliyor musunuz? Elimdeki bilgiye göre, 800 binden fazla. Bunların ekserisi ABD’de ama Batı Berlin’de de en az 2 bin kişi yaşıyor.
İşgal altındaki bölgelerde yaşayan Filistinliler, şöyle ya da böyle İsrailliler ile anlaşmak zorundalar. Bu zorunlu işbirliği konusunda FKÖ’nün görüşü nedir?
Bu nokta, farklı durumlara bağlıdır. Sözüm ona köy dernekleri dedikleri şeylere katılanları, istilacılarla işbirliği yapan birer vatan haini olarak görürüz. Bu dernekler İsrail tarafından bölgedeki nüfuzumuzu zayıflatmak, zincire vurmak amacıyla oluşturuldu. İşgalciler böylece yeni bir idare kurup işgal edilmiş arazide bir tür Bantu devletleri yaratmaya gayret etmektedirler. Buna karşılık, dört ay önce katledilen Nablus Belediye Başkanı Safer el-Masri‘yi şehit kabul ediyoruz. Ona belediye başkanlığı yapması için açıkça yetki vermiştik.
Onu Filistinli teröristler öldürdü. Ve bu ve benzeri şiddet olayları devam ettikçe, Filistin davasının şöhretini de zedeleyecektir.
Bazı Arap gizli servisleri Filistinlilerin trajik durumunu utanmadan istismar etmeye çalışıyor. Bizim geçerli evraklarımız, pasaportlarımız, ikamet müsaadelerimiz veya çalışma izin belgelerimiz yok. Nerede olursak olalım kanun dışıyız. Bazı istihbarat teşkilatları şiddet eylemleri gerçekleştirme karşılığında yasal belgeler veya pasaportlar teklif ediyor. Amaçları siyasi olarak bize zarar vermektir.
Somut olarak kimi kastediyorsunuz, Suriyeliler mi, Libyalılar mı?
Bu şiddet olaylarının arkasında kimlerin bulunduğunu Federal Almanya, Avusturya ve İtalya hükümetleri çok iyi bilmektedir. Bu konuda ellerinde açık bilgiler mevcut. Özellikle Avusturyalılar, Viyana havalimanına yönelik saldırıdan kimin mesul olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bizim FKÖ olarak bu olayla hiç bir ilgimiz yoktur.
‘Siyonistler, bu şekilde hareket etmeye devam ederlerse zarar görecek olan Avrupalılar olacak’
“Achille Lauro”nun kaçırılması bir Arap gizli servisi tarafından planlanmamıştı. Bunun arkasında sizin yardımcınız Ebu el-Abbas vardı.
Cenova’daki mahkeme, verdiği kararda, İtalyan yolcu gemisinin kaçırılmasında FKÖ’nün dahil olmadığını açıkça belirtti. Eğer biz araya girmeseydik, tüm bu olan biten, Mısır uçağının basılmasından bile daha kanlı olurdu.
İtalyan mahkemesi, Ebu el-Abbas’ı açık seçik bir şekilde suçlu buldu ve gıyabında mahkûm etti.
Ebu el-Abbas beni hiç ilgilendirmiyor. Ben FKÖ’nün başkanıyım, Ebu el-Abbas grubunun değil.
İyi ama o sizin adınıza faaliyet göstermiyor muydu?
Benden, bu meseleyi mümkün olduğunca çabuk ve kansız bir şekilde halletmesi yolunda açık bir emir aldı. Eylemi yapanlar kendi adamları idi ve tüm sorumluluk da onlardaydı.
Önceden, bu eylemi onun hazırladığından hakikaten haberiniz yok muydu?
Eğer bunu bilseydim bütün bunlar yaşanmazdı. Ama siz bir gazeteci gibi değil, düpedüz bir sorgu yargıcı gibi sual soruyorsunuz. “Achille Lauro” olayı esnasında FKÖ aleyhinde teatral bir şekilde yaratılan öfkenin Siyonistler tarafından kışkırtıldığını inkâr edebilir misiniz? Siyonistler, Amerikalıların yardımıyla bu şekilde hareket etmeye devam ederlerse zarar görecek olan Avrupalılar olacaktır.
Bu tehdidin anlamı ne?
Avrupa ve Amerika günün birinde, Siyonist entrikaların bedelini çok ağır ödeyecek. Arap dünyası hep bugün olduğu gibi zayıf kalmayacak. Gün gelecek silkineceğiz ve aramızdaki kısır çekişmeleri, anlaşmazlıkları ve bölünmeleri bir kenara iteceğiz. ABD bir zamanlar Şah’ın ölmezliğine inanıyordu. Şah nerede şimdi? Tüm küstahlıklarına rağmen Amerikalılar dahi, tarihin gidişine boyun eğmek zorundadır. Güneşi balçıkla sıvamanın mümkün olmadığını Avrupalılar da nihayet kavramak mecburiyetindedirler.
Batı Şeria ile Gazze Şeridi’ni silâh kuvvetiyle işgalden kurtarmanız mümkün değil. Birleşik bir Filistin Devleti’ni barış yoluyla kurmanın önü de pek açık değil. Bütün bunlar cesaretinizi kırmıyor mu?
Barışçı bir çözüm yolu mevcut aslında. Biz bir uluslararası konferansın toplanmasını istiyoruz. Eğer bu mümkün değilse, o zaman BM devreye girsin. İsrailliler, Amerikalılar ve çok sayıda Avrupalı, FKÖ’yü bu alanın dışında tutmaya çabalıyorlar. Pekâlâ, anlaştık. O zaman, lütfen işgal altındaki toprakları BM’ye iade edin. İşgal altındaki Filistin topraklarının BM denetimi altına alınmasını ilk kez burada teklif ediyorum. Tüm emniyet güvencelerini vermeye hazırım. Tek istediğim, milletimin sonunda özgürce yaşayabilecekleri bir yer bulmasıdır. Size bir şey sormak istiyorum; bu röportaj bittikten sonra nereye gideceksiniz?
Evime…
Benim nereye gideceğimi hiç düşündünüz mü? Benim evim yok, vatanımı çaldılar. Pasaportum bile yok. İşte, Filistin milletinin faciası budur.
Sayın Arafat, bu röportaj için size teşekkür ederiz.