Share This Article
Paolo Gerbaudo | Çeviren: Gürer Mut
1990’ların baş döndürücü neoliberal atmosferinde, teknolojiye dair iyimserlik en abartılı, hatta çoğu zaman gülünç boyutlara ulaştı. Richard Barbrook’un “Kaliforniya ideolojisi” olarak adlandırdığı sahte ütopyacı hayallerin etkisi altındaki teknoloji çalışanları, girişimciler ve teknoloji öncüleri, dijital teknolojiyi özgürleşme ve kişisel özerklik için bir silah olarak tanımlıyordu. Onlara göre bu araç, bireylerin nefret ettikleri devlet denilen Golyat’ı alt etmesini sağlayacaktı; o dönem bu devlet imgesi, çökmekte olan Sovyet blokunun hantal ve başarısız bürokrasisi üzerinden temsil ediliyordu.
Oysa dijital teknolojinin ve Silikon Vadisi’nin kökenleri hakkında en yüzeysel bilgiye sahip olan biri için bile bu inanç başından beri gülünç olmalıydı. Bilgisayarlar, 1940’ların savaş çabalarının bir ürünü olarak, şifrelenmiş askerî mesajları çözmek amacıyla geliştirilmişti; ünlü matematikçi Alan Turing’in Bletchley Park’taki çalışmaları bu sürecin simgesiydi.
ABD’de geliştirilen ve ilk genel amaçlı bilgisayar olarak kabul edilen ENIAC (Electronic Numerical Integrator and Computer), topçu hesaplamaları yapmak ve hidrojen bombası geliştirme süreçlerine destek olmak için tasarlanmıştı. G. W. F. Hegel’in ünlü biçimde savunduğu gibi, savaş devletin en çıplak hâlidir: savaş bir devletin gücünün diğer devletlerle sınandığı faaliyettir. Bu açıdan bilgi teknolojileri de giderek artan biçimde devlete ait faaliyetin merkezi haline geldi.
Bugün hâlâ kimi insan Silikon Vadisi’nin garajlarında devreleri lehimleyen hacker’lardan organik bir şekilde doğduğu mitine inanıyor olabilir. Ancak gerçek şu ki, Silikon Vadisi, ABD savunma aygıtının sağladığı altyapı desteği ve kamu alımlarının garantilediği ticari fizibilite olmadan asla var olamazdı. Bu destek, bugün hayatımızın ayrılmaz parçası olan birçok ürün ve hizmet için geçerlidir; buna internetin kendisi de dâhildir. ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı Gelişmiş Araştırma Projeleri Ajansı (DARPA), bugün hâlâ web’in iletişim mimarisinin temelini oluşturan paket anahtarlama teknolojisini geliştirmesiyle biliniyor.

Askerî-Bilgi Kompleksi
Doğrudur: Bu askerî kuluçkadan doğan Silikon Vadisi zamanla sosyal medya, e-ticaret, oyun, kripto para ve hatta pornografi gibi daha çok sivil alanlara odaklanmaya evrildi. Ancak güvenlik aygıtıyla bağını asla koparmadı. 2013’te Edward Snowden’ın PRISM programıyla ilgili NSA belgelerini sızdırması, Silikon Vadisi şirketleri ile devletin güvenlik kurumları — özellikle de Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) — arasındaki derin ve neredeyse koşulsuz iş birliğini gözler önüne serdi. Bu ifşalar, Google, Facebook, Microsoft, Apple gibi büyük teknoloji şirketleri aracılığıyla gönderilen neredeyse her mesajın, doğrudan arka kapı erişimiyle kolaylıkla izlenebildiğini ortaya koydu: bu nominal olarak demokratik devletlerde bile benzeri az görülmüş ölçekte bir kitlesel gözetim biçimiydi. Sızıntılar kamuoyunda öfkeye yol açtı, ancak sonunda çoğu insan gözlerinin önüne serilen rahatsız edici gerçeğe bakmamayı tercih etti.
Şimdi ise güvenlik devleti ile Silikon Vadisi arasındaki göbek bağı hiç olmadığı kadar görünür durumda. Donald Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi, kısa bir süre öncesine kadar kimsenin olası görmediği bir şekilde aşırı sağ ile Büyük Teknoloji arasında bir ittifakı teşvik etmekle kalmadı, aynı zamanda bu yeni güç bloğunu sağlamlaştırmayı amaçlayan yeni bir devlet tipinin ortaya çıkmasına da zemin hazırladı. Bu yeni oluşumu “Büyük Teknoloji Derin Devleti” olarak adlandırabiliriz.
“Derin devlet” olarak bilinen — her modern devletin çekirdeğinde yer alan, gözetim ve baskı aygıtı; parlamentolar, medya ya da din kurumlarından oluşan daha sevimli, yüzeysel ideolojik aygıtın altında var olan yapı — artık bu iletişim teknolojileriyle iç içe geçmiş durumda. Daha önce özgürlük ve özerklik araçları olarak pazarlanan bu teknolojiler, bugün manipülasyon, gözetim ve tepeden inmeci kontrolün araçları olarak ortaya çıkıyor.
Cumhuriyetçi bir başkan olan Dwight D. Eisenhower, askerî-endüstriyel aygıtın yaratacağı tehlikelere ve demokratik sürece müdahale etme ihtimaline karşı ünlü uyarısını yapmıştı. Bugün ise, siyaset bilimciler John Browning ve Economist dergisi editörü Oliver Morton’un 1996’da ortaya attığı bir terimi ödünç alırsak, “askerî-bilgi kompleksi”nin ezici gücünden endişelenmemiz gerekiyor. Bu kavram, Silikon Vadisi ile derin devlet arasındaki giderek sıkılaşan ilişkiyi ifade ediyor ve demokrasilerimizden geriye kalan son kırıntıların bile yok olma riskini gözler önüne seriyor.

J. R. R. Tolkien esintileri
13 Haziran 2025’te, Virginia’daki Joint Base Myer-Henderson Hall üssünde bulunan Conmy Hall’da garip bir askerî ritüel gerçekleştirildi. Silikon Vadisi’nin en önemli firmalarından bazılarının üst düzey yöneticileri — Palantir’in teknoloji direktörü (CTO) Shyam Sankar; Meta’nın CTO’su Andrew Bosworth; OpenAI’nin ürün direktörü Kevin Weil; ve Thinking Machines Lab danışmanı, eski OpenAI baş araştırma sorumlusu Bob McGrew — asker üniformalarıyla bir grup askerin karşısına çıktı. Bu isimler, ordunun yeni oluşturulan Detachment 201 birimi — yani Army’s Executive Innovation Corps (EIC) — kapsamında görevlendirilen albaylar yemin ettiler.
Bu girişim, tipik neoliberal söylemler eşliğinde, “özel sektör uzmanlığını kamu yararına kullanma” çabasının bir parçası olarak sunuldu. Fakat gerçekte durum çok daha rahatsız edici. Bu atama, özel ve kamu sektörleri arasında artık net bir sınır kalmadığını işaret ediyor: Dijital teknoloji isimli “serseri evlat”, askerî kökenlerinden uzun süre kopmuş olsa da şimdi yeniden yuvasına dönüyor. Peki neden? Çünkü faturalarını büyük ölçüde hâlâ askerî kurumlar ödüyor.
En uç örnek ise gözetim ve istihbarat şirketi Palantir. Şirket gelirlerinin neredeyse yarısı, Savunma Bakanlığı ve istihbarat ajanslarının yanı sıra çeşitli NATO müttefiklerinin ordularını da kapsayan devlet sözleşmelerinden geliyor. Şirket her ne kadar gelir kaynaklarını ticari alanlara doğru çeşitlendirme girişimlerinde bulunsa da, küresel gerilimler ve otoriterliğin yükselişi devam ettikçe kamu alımlarına bağlı kalmaya devam edeceğe benziyor. 2025’in ilk üç ayında şirketin kamu sözleşmeleri yüzde 45 oranında artarken, Trump’ın seçilmesinden bu yana Wall Street değerlemesi yüzde 200’ün üzerinde yükseldi.
Palantir, birçok açıdan “Büyük Teknoloji Derin Devleti”nin öncüsü oldu. Şirket, Elon Musk’ın yakın arkadaşı olan ve Güney Afrika kökenli Peter Thiel tarafından, Stephen Cohen, Alexander Karp ve Joe Lonsdale ile birlikte 2003 yılında kuruldu. Daha kuruluş aşamasında CIA’in risk sermayesi kolu olan In-Q-Tel’den erken dönem yatırım aldı; bu durum, şirketin başından itibaren devletin güvenlik aygıtıyla uyumlu hareket edeceğini gösteriyordu.
Palantir’in sunduğu hizmet temelde, Snowden sızıntılarının on yılı aşkın bir süre önce ifşa ettiği kitlesel gözetim uygulamalarının çok daha sofistike bir versiyonunu oluşturuyor. Özellikle de orduya ve polise, çeşitli hedefleri — kimi zaman bizzat insan hedefleri — belirleme ve takip etme çabalarında destek olmayı amaçlıyor. Şirketin adının Palantir olmasının sebebi de bu: J. R. R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi eserinde Palantiri, uzak mesafeleri görmeye yarayan büyülü kristal kürelerdir.
Bu “gören taş” metaforu, şirketin büyük veri yığınlarında gizlenmiş kalıpları ortaya çıkarma ve çeşitli ajanslara “eyleme dönüştürülebilir içgörüler” sunma niyetini yansıtıyor. Palantir’in en bilinen hizmeti Gotham da tam olarak bunu yapıyor. CIA, FBI, NSA ve ABD müttefiki diğer devletlerin orduları tarafından kullanılan bu sistem, insanları; telefon hesaplarını, araçlarını, finansal kayıtlarını ve konumlarını birbirine bağlayan desen analizi ve öngörüsel modelleme imkânları sağlıyor. Ancak bu “algoritmik görme” aynı zamanda savaş alanında da etkili şekilde kullanılabiliyor. Nitekim Palantir’in yapay zekâ hizmetleri, Ukrayna’da bombardıman hedeflerini tespit etmek amacıyla halihazırda kullanılmış durumda.
Şirket, Gazze’deki soykırıma doğrudan destek verdiğini şiddetle reddetse de, 2023 Ekim’inden bu yana şirketin en ileri teknolojilerinin bir kısmının İsrail’e sağlandığına dair raporlar bulunuyor. Şirketin gizliliği göz önüne alındığında bu ilişkinin boyutunu bağımsız olarak doğrulamak zor, ancak şaşırtıcı da değil: Palantir ile İsrail hükümeti arasındaki iş birliği öylesine güçlü ki, iki taraf 2024 başında stratejik bir ortaklık anlaşması imzaladı. Filistin özel raportörü Francesca Albanese, Palantir’i “soykırımdan kâr eden” şirketler arasında sayıyor.
Yurtdışı savaşların yanı sıra Palantir, iç cephede de son derece aktif; bu durum, Göç ve Gümrük Muhafaza Kurumu (ICE) ile uzun süredir devam eden iş birliğinde açıkça görülüyor. Trump’ın iktidara gelişiyle birlikte bu iş birliği daha da yoğunlaştı. Şirketin yazılımları, gerçek zamanlı gözetim ve bireylerin takibi için kullanılıyor; Trump döneminde giderek artan iş yeri ve konut baskınlarına yardımcı oluyor.

Kapitalizmin ve devlet müdahalesinin en karanlık yüzünü
Özetle: Palantir, iş modelinin özünde, güvenlik devletini en vahşi tezahürleriyle destekleyen bir şirket. Bu, sivil kayıplar da dâhil olmak üzere kitlesel can kayıplarına yol açan askerî operasyonları, aynı zamanda geniş kitleleri korku içinde bırakan acımasız göçmenlik uygulamalarını içeriyor.
Ne yazık ki Palantir, giderek yeni “Büyük Teknoloji Derin Devleti”nin eksenini oluşturan çok daha geniş bir askerî-bilgi kompleksinin yalnızca bir parçası. Son yıllarda benzer birçok şirket ön plana çıkmış durumda. Bunların belki de en distopik olanı, silahlara uygulanan yapay zekâ yani “otonom sistemler” üzerine uzmanlaşan Anduril Technologies. Şirket, daha önce Oculus Rift sanal gerçeklik gözlüğünü icat eden girişimci Palmer Luckey tarafından kuruldu.
Luckey kendini “radikal bir Siyonist” olarak tanımlıyor; 2016’da Trump bağış etkinliklerine ev sahipliği yapmış, erken bir MAGA destekçisi. Tolkien esintili bir isim taşıyan Anduril, savunma sektörü için sınırların ve altyapının otomatik izlenmesi, Altius isimli “dolanan mühimmat” dronu ve askerler için artırılmış gerçeklik sistemleri gibi çeşitli yapay zekâ destekli hizmetlere odaklanıyor. Bugün şirketin değeri 30 milyar doların üzerinde.
Bu şirketler, kapitalizmin de devlet müdahalesinin de en karanlık yüzünü temsil ediyor. Rekabetin neredeyse hiç olmadığı gölgeli bir sektörde faaliyet gösteriyor, bütünüyle askerî ihalelerden besleniyorlar — ki bu sektör, neredeyse tamamen şeffaflıktan yoksundur ve yaygın yolsuzluk ile yoğun siyasi müdahalelerin hedefi olarak biliniyor. Bu durum ironiktir; çünkü Thiel gibi bu şirketlerin patronları kendilerini devlete karşı “liberteryen” olarak konumlandırıyor. Oysa gerçekte bu şirketler devletten öylesine kopmaz bir hâlde ki, bağımsız özel firmalar olmaktan ziyade, güvenlik aygıtının finansallaşmış uzantıları olarak tanımlanabilirler.
Frankfurt Okulu’ndan gözetim toplumunun inşasına
Palantir ve Anduril gibi şirketler yalnızca güvenlik devletinin yeni araçları hâline gelmekle kalmayıp, yurtdışında savaşlara ve ülke içinde sert kolluk uygulamalarına katkıda bulunuyorlar; üstelik artık bunları gizlemeye dahi gerek duymuyor, aksine faaliyetlerini yüce ideallerle beslenmiş bir vizyon gibi sunmaya çalışıyorlar.
Palantir’in CEO’su ve fikri önderi Alexander Karp, yakın zamanda yayımlanan Technological Republic adlı kitabında Silikon Vadisi’nin nihayet doğduğu kışlalara geri döndüğünü coşkulu bir dille anlatıyor. Bir zamanların liberali olan Karp, Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nden doktora derecesine sahip — bu kurum, Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer liderliğindeki grubun çıkış noktası olan Frankfurt Okulu’nun evi ve daha yakın dönemde Jürgen Habermas gibi yüksek liberal post-Marksist isimlerle ilişkilendirilen bir mekandı. Öyle ki Habermas, Karp’ın kısa süreliğine akademik danışmanlığını yapmış, daha sonra yerini başka bir danışmana bırakmış.
Frankfurt Okulu’nun kurucuları, toplumsal bilimi insan özgürleşmesine destek olacak eleştirel bir araştırma alanı olarak hayal etmişti. Karp ise bu bilgi birikimini bambaşka bir amaç için kullanıyor: Silikon Vadisi’nin güvenlik devletini kucaklaması gerektiğine dair ideolojik bir meşruiyet üretmek için.
Kitabında Karp, Silikon Vadisi’ni tüketici odaklı hizmetler sunmaya fazla yoğunlaşmakla ve devlete yönelik görevlerini ile bağlantılı jeopolitik hedefleri göz ardı etmekle eleştiriyor; özellikle de Çin’le tırmanan çatışma bağlamında. İnternetin, Instagram’daki emojiler ve selfie’lerin “şirinliğinden” uzaklaşıp fedakârlık ve vatanseverlik gibi askerî bir “ethosu” benimsemesini istiyor; üstelik bu yeni manzara, yapay zekâ kontrollü silah sistemleri, otonom dronlar, savaş robotları ve distopik bilim kurgu teknolojileriyle dolu.
Bu vizyon, “vatanseverlik” kisvesi altında meşrulaştırılıyor — ancak tesadüfen Karp ve benzerlerinin ekonomik çıkarlarıyla kusursuz biçimde örtüşen bir vatanseverlik türü bu. Karp, “devlet ile yazılım endüstrisinin birliği”ni iki taraf için de hayatta kalmanın zorunlu bir koşulu olarak görüyor. Tehlike duygusunu yükseltmek için Rusya ve Çin gibi çeşitli dış düşmanlar yaratılıyor; bu ülkeler Batı demokrasilerini tehdit etmekle suçlanıyor. Görünen o ki, otokrasiler üzerinden korku yaymak, Karp’ın eski Habermasçı kimliğinden geriye kalan tek liberal tema.
Palantir özelinde ise, bu “vatansever” hükümet iş birliği aslında samimiyetsiz bir maskaralıktan ibaret: Devlet ihalelerine büyük ölçüde bağımlı bir şirketin maddi zorunluluklarının bir yansıması. Savunma sözleşmelerine, Palantir hisselerinin iniş çıkışlarına ya da ölümcül askerî teknolojilerin gelişimine hayatımız bağlı olmayan bizler içinse artık şunu fark etmenin zamanı geldi: Askerî-bilgi kompleksi, demokrasilerimizin geriye kalan son kırıntıları için büyük bir tehdit oluşturuyor.
Bu tür çıkar ittifakları, genellikle demokrasi ve barış için büyük bir tehlike yaratır; bundan onlarca yıl önce Eisenhower da aynı uyarıyı yapmıştı. Yükselen otoriterlik tehdidi altındaki Batı toplumlarında demokrasiyi yeniden tesis etmek ve savaşlarla paramparça olmuş bir dünyada barışı güvence altına almak, bu güvenlikçi devlerin yayılan gücünü ortadan kaldırmayı gerektiriyor. Bu da, onların inşa ettiği her yere sirayet etmiş yeni “derin devlet”i tarihin çöplüğüne göndermek anlamına geliyor.
Bu yazı, Jacobin’de yayımlanan “The Big Tech Deep State” başlıklı yazıdan derlenmiştir.
