Share This Article
Ateşböceği misali karanlığı aydınlatan,
yayımladığı kitaplarla ve düzenlediği sergilerle ufkumuzu açan
Alpagut Gültekin’in anısına, saygıyla…
Georges Didi-Huberman, tarihin ve tarihte olup bitenlerin yalnızca geçmişte kalmadığını; bugünden baktığımızda yaşananların hatırlamayla, imgeleştirmeyle, mekân algısıyla ve metaforlar aracılığıyla anlatılarak canlı kılındığını düşünen bir yazar. Geçmişin bir şekilde nesnelerle, ayrıntılarla ve kâğıda dökülmüş fikirlerle kendisini gösterdiğini, böylece mazinin var olmaya devam ettiğini söylüyor.
Bir diğer deyişle Huberman dille görmeyi, gözle düşünmeyi, akılla yorumlamayı anlattığı metinlerinde geçmişe tanıklıkla günü anlamlandırmayı denerken mekânlara, insanlara, hatıralara, imgelere ve fikirlere bakıyor, insanın tanıklığının doğasında bulunan buhranı ve belli şeyleri yok sayma ihtimalini en aza indirmeye uğraşıyor. Dolayısıyla mazinin anlatması için kapı aralamaya çabalıyor.
Karşı-sanat tarihçisi olarak Huberman, sanat eserlerine ve fikirlere de benzer biçimde yaklaşarak paradigmaların ötesine geçmeye, daha doğrusu bakmaya gayret ediyor. Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi’nde yazar, kitabın başlığında yer alan “ateşböceği” metafosuyla geçmiş ve bugün arasında köprüler kurup bir anlamda dünün ve şimdinin bilgelerini ve fikirlerin derinliğini karşılaştırıyor.
Uysallık dayatmasına karşı fikirler
Huberman’ın ateşböceği metaforu, aslına uygun biçimde karanlığın ortasında bir parça aydınlık yayma anlamı taşıyor. Bunun yokluğunun nelere yol açtığını ve varlığının neleri tetiklediğini ortaya koymak için sanat ve felsefe tarihini inceleyen yazar, Dante’den Agamben’e dek uzanan bir yolda ilerliyor.
Huberman, neoliberal zamanların kendine özgü bir faşizm türettiği fikrinden hareketle, Pier Paolo Pasolini’nin bu konuda kimilerince karamsar bulunan ve “artık ateşböcekleri zamanın ruhuna yenilmiştir” ifadesiyle şekillenen görüşlerini de es geçmeden, politik ve sanatsal bir mücadele kültürünün kaybolup kaybolmadığını tartışmaya açıyor. Dolayısıyla bu tartışma, yeni totalitarizm ve faşizm kaygısına, kültür içinde filizlenen ya da filizlenmesi muhtemel barbarlığın yarattığı veya yaratabileceği korkuya dair beyin fırtınasına evriliyor.
Bir noktadan sonra ise Huberman, dünyayı sarıp sarmaladığı iddia edilen yeni totalitarizmi enine boyuna incelerken onun bir zafer kazanıp kazanmadığını sorgulayarak kabulleri çürütmeye uğraşıyor. Kısacası her şeye rağmen ateşböceklerinin hayatta ve hatta ortalıkta olduğunu temellendirmeye girişiyor.
Huberman’ın derdi, modernizmin bir enkaz yaratıp yaratmadığını, yarattıysa bunun altından nasıl kalkılabileceğini tartışarak yıkım, yok oluş ve hiçlik tellalları yerine ateşböceklerinin peşine takılmak. Yani bir sondan öte yeni başlangıçlardan yana zar atma imkânlarını zorlamak: Geçmiş-bugün-gelecek yolunu izleyerek insanın, kültürün ve uygarlığın yaşadığı yükselişin ve düşüşün politik çerçevesini çizip imgenin gücüne atıf yapan Huberman, var kalmanın dün ve bugün ne anlama geldiğini, yarın ne anlama gelebileceğini eleştirel bir süzgeçten geçiriyor. Böylece ateşböceği, hem başkaldırı manasına gelecek şekilde bir metafor hem de bir imge olarak karşımıza çıkıyor: Kurtuluş ve kurtarıcı arayışından çok, son ya da felaket senaryolarına kapılmama ve enkazdan kurtulma arzusuna denk geliyor bu.
Huberman, Passolini’yi “ateşböceklerinin kayboluşu” tezi üzerinden eleştirirken başarısızlık ve umutsuzluk vurgusu yapıyor. Başka bir deyişle “ateşböcekleri öldü” ağıdına da kıyamet peygamberlerine de şüpheyle yaklaşırken lafını esirgemiyor:
“Totaliter makineyi tanımlamak bir şeydir, bu makineye bu kadar çabuk, kesin ve paylaştırılmamış bir zafer atfedilmesi başka bir şey. Dünya gerçekten hâlihazırdaki ‘hain danışmanların’ planladığı, programladığı, hayal ettiği ve bize dayatmak istediği kadar uysal bir yer mi? Böyle bir düşünceye katılmak, tam olarak onların makinesinin bizi inandırmak istediği şeye fırsat vermektir. Yalnızca karanlık geceyi veya projektörlerin kör edici ışığını görmektir. Bu, kazananların tarafında olmak, makinenin hiçbir tepki ve dirençle karşılaşmadan işini bitirdiğine ikna olmaktır. Bu yalnızca her şeyi görmek ancak mümkün olabilecek çatlak alanları, kesintileri, göçebelikleri, olanakları, açık kapıları, parıltıları ve her şeye rağmeni görememektir.”
İmgelerle ilgilenen sanat tarihçisi Profesör Didi-Huberman, ikonografi, tarih ve hafıza arasındaki bağlantıları inceleyen altmıştan fazla eserin yazarı…
‘İnsan tahribata uğratılabilir ama imha edilemez’
Huberman, ateşböceklerinin kaybolmadığını, insanların onları takip etmekten vazgeçtiği ve doğru noktada konumlanmadığı için görünmez hâle geldiklerini söylüyor; felaket tezlerinin sahipleri, yas tutarak ve siyasal umutsuzluğa kapılarak yanlış yerde duruyor.
Huberman, “aydınlatılmış” ve gözleri kamaştıran umutsuzluğun karşısına ateşböceklerinin ışıltılı dansını koyarak politik kararsızlığın radikalleştirilmesine direnç geliştiriyor. Var kalma mücadelesinin yeniden diriliş sözü vermediğini ve yıkımın mutlak olmayacağını da hatırlatıp “ateşböceği-bilgi, sürekli sansüre uğratılmış hakikatlerin gizli ve hiyeroglif bilgisidir (…) ‘ateşböceği-imgeler’ yalnızca tanıklık olarak değil, aynı zamanda yazımı süren siyasi tarihe ilişkin kehanetler, öngörüler diye de kabul edilebilir” diyor.
Huberman, Blanchot’ya atıf yaparak “insan tahribata uğratılabilir ama imha edilemez” sözünün peşinden giderek var kalma mücadelesinin bir başka yönüne dikkat çekip tecrübenin yıkımına, sansüre ve körleştirici ışıklara rağmen direnişin tarihselliğini anımsatırken konunun özüne iniyor:
Ateşböceklerinin sonsuz kaynağı budur: Kendi içine kapanmak için değil, ‘çapraz kuvvet’ için geri çekilmek; ‘insanlığın parçacıklarından’ oluşan gizli toplulukları, aralıklarla gönderilen sinyalleri, hareket özgürlüğünün kaynaklarını ve arzuyu yok edilemez bir bütün olarak ortaya koyma kabiliyetleri. (…) Ateşböceklerinin kaybolmadığını görmek bizim elimizde. Ancak bunun için özgürlük hareketini, içine kapanmadan geri çekilmeyi, çapraz kuvveti, insanlığın parçacıklarını ortaya çıkarma kabiliyetini ve imha edilemez arzuyu benimsememiz gerekir. Bu nedenle – geçmiş ile gelecek arasında açılan gedikte, saltanat ve şandan geri çekilerek – ateşböceklerine dönüşmeli ve böylece bir arzu topluluğu oluşturmalı, parıltılar yayarak her şeye rağmen dans eden bir düşünce yayma topluluğu oluşturmalıyız. Parıltıların aydınlattığı geceye evet demek ve bizi kör eden ışığın hayır’ını tarif etmekle yetinmemek.
Ateşböceklerinin Var Kalma Mücadelesi, Georges Didi-Huberman, Çeviren: Halil Yiğit, Norgunk Yayınları, 142 s.