Share This Article
Kasım 2016’da Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından ülkedeki ayrımcı söylem ve eylemlere, var olan yoksulluğa, zenginlerle fakirler arasında gitgide açılan makasa, yükseltilen vergilere karşı büyük tepki gösterilmişti.
Trump ve taraftarlarının, Soğuk Savaş dönemini aratmayan argümanlarla üzerine gittiği göçmenler, dar gelirliler ve muhalifler, yeni başkanın vaatlerinin ve uygulamalarının ABD merkezli (ve dünyaya yayılması muhtemel) yeni bir baskıcı yönetim biçimi doğurmasından endişe duymuştu.
Trump’ın “ülke eşittir şirket” şeklindeki “siyasi söylemi”; başta sağlık harcamaları ve vergilendirmeler olmak üzere yoksul kesimin sırtına yük bindirme esasına dayanıyordu. Bu, işin teknik kısmıydı.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Konunun bir de bireysel silahlanmayı, ayrımcılığı, göçmenlere ve ABD’li olmayanlara karşı düşmanlığı körükleme tarafı vardı. Dahası eğitime, sağlığa ve kültüre bütçe yerine, savaş ekonomisine ayrılan kaynağın genişletilmesi, Demokratların ve kendisini solda konumlandıranların tepkisini çekmişti. Bu gerilimin ortasında, Beyaz Saray tarafından yayımlanan Sosyalizmin Fırsat Maliyeti başlıklı rapor, resmî söylemi “incelemelerden elde edilen veriler”le destekleyip meşrulaştırmak için yazılmış gibiydi.
Yapılan “maliyet hesabına” göre, Demokratların sol kanadının ve ABD’li sosyalistlerin karşı çıktığı neoliberal politikalar ve kamu hizmetlerinin en aza indirilmesine dayanan girişimler, kalkınma ve refahın “ateşleyici gücü” olarak nitelenmişti. Bu tezi eleştirenler ise örtük biçimde “iç düşman” olarak yaftalanıyordu.
‘Tehlikeliler’ ve ‘düşmanlar’
Raporda, resmî söylemde yirminci yüzyılın ikinci yarısından beri yer alan “demokrasi karşıtı sol hareketler” masaya yatırılırken Küba, Venezuela, Bolivya, Arjantin, Meksika, Brezilya, Peru ve Şili’deki neoliberalizm ve kapitalizm muhalifi hareketler, bu ülkelerde uygulanan ve halkın zenginleşmesini ya da hiç değilse yaşam standardının var olanın gerisine düşmemesini hedefleyen politikalar, “bilimsel” biçimde kötülenmişti. Üstelik adı geçen ülkelerde, “en ufak bir özgürlük kırıntısının bulunmadığı”, “sosyal reform” uygulamalarının “lider kültü yarattığı”, “insanları sol politikalara mahkûm ve muhtaç ettiği” vurgulanıyordu. Kısacası sosyal eşitlik ya da buna yönelik vaatler, “demokrasi dışı” diye nitelenirken “neoliberal politikaları yirminci yüzyıla uyarlamanın zorunluluğundan,” bahsediliyordu.
Rapor, başta Latin Amerika’dakiler olmak üzere yaşanan krizlere, yoksulluğa ve siyasi dalgalanmalara hiç değinmezken sosyalistleri, nam-ı diğer “kızılları”, tıpkı 1930’lardan itibaren Avrupa’da ve ABD’de olduğu gibi “tehlikeli” ve “düşman”şeklinde kategorize etmişti.
Sosyalizmin Fırsat Maliyeti Raporu‘nun alt metni bir hayli yoğundu aslında. Bunu birkaç maddeyle özetlemek mümkün: Birincisi, Trump yönetiminin Soğuk Savaş’ta uzun süre iş gören söylemi güncelleştirme gayretinin bir yansımasıydı bu rapor. İkincisi, hem Avrupa’da hem de Kuzey ve Güney Amerika’da yükselişteki ayrımcı sağ popülizme ivme kazandırma ve gözden düşmeye başlayan neoliberal politikaları yeniden hareketlendirme amacı taşıyordu. Üçüncüsü, sağ popülizme karşı sesini yükseltenlere, 1930’larda yazılan, 1960’larda ve 1970’lerde nobran uygulamalarına rastladığımız tezlerle aba altından sopa gösterme hazırlığının ön metniydi.
Trump, yeni bir Soğuk Savaş hamlesiyle ayrımcılığı körükleyen, yabancı düşmanlığını pazarlama unsuru hâline getiren bir politika izlemişti başkanlık döneminde. Bunun bir benzerini uygulamaya teşne olanlara da desteğini esirgememişti. Sosyalizmin Fırsat Maliyeti Raporu da mevcut girişimleri eyleme dökecek yol haritalarından biri olarak kayıtlara geçmişti.
Daha az demokrasi ve daha çok güvenlik
6 Ocak 2021’de Trump taraftarları, kendilerine benzemezlere tahammülsüzlüğünü ve Joe Biden’ın seçim galibiyetine karşı büyüttüğü öfkeyi ete kemiğe büründürerek Kongre Binası’na baskın düzenlediğinde, hem bahsi geçen raporun gereğini yerine getirmişti hem de bir dahaki seçimler için gözdağı vermişti.
2016-2020 arasında “acemilik dönemini” tamamlayan ve hayli tartışılan; güçten düştüğü için eleştirilen Biden’ın karşısına kanlı canlı bir aday olarak yeniden çıkmaya hazırlanan Trump, aklı başında ve sağ popülizme kuşkuyla bakan herkesi korkutuyor. Biden’ın yarıştan çekilip yardımcısı Kamala Harris’e desteğini açıklaması ise ABD’de yaklaşan başkanlık seçimlerini daha da ilginç hâle getirdi.
Ünlü komedyen Jim Carrey, COVİD-19’un yaşandığı günlerde, Trump’ın politikalarına duyduğu tepkiyi “Make America die for him” başlığı aktında resimlemişti.
İnsanların aklında hayatî bir soru var: Acemilik döneminde yaptıklarıyla (ve yapmaya fırsat bulamadıklarıyla) hatırlanan Trump, “ustalık dönemi”nde nelere imza atabilir? Ucuz Hollywood filmlerini aratmayan suikast olayından güçlenerek çıktığı düşünülen Trump’ın yeniden başkan seçilmesi hâlinde yol haritası üç aşağı beş yukarı belli: Daha fazla popülizm, daha fazla korku ve daha sert icraatlar. Dolayısıyla daha az demokrasi, daha az özgürlük, daha çok güvenlik ve daha fazla saldırı…
Sözüne uymayanı ve kendisini dinlemeyeni kovmakla tehdit eden Trump, olası ikinci dönemine dair ipuçları veriyor. Böyle bir durumda Çin-Tayvan geriliminin ve Rusya-Ukrayna savaşının nasıl şekillenebileceğine ilişkin endişelenenlerin sayısı hayli fazla. Dahası var: 10 milyondan fazla göçmeni sınır dışı etmeye kararlı bir Trump’la karşı karşıyayız. Kürtaj yasağını genişletmeye niyetli ve yargı bağımsızlığını örselemekte ısrarcı bir Trump bu. NATO’ya gözdağı veren ve kendisini koşulsuz destekleyeceklerle yol yürüyeceğini açıklayan da aynı Trump. Kongre Binası’nı bastığı için ceza alanları affedeceğini söylemesi de cabası…
Avrupa’da aşırı sağın dirilişi, artan yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı, Asya-Pasifik’te yükselen tansiyon, Balkanlar’da yeni gerilimler ve yeryüzünün çeşitli noktalarındaki çatışma olasılıkları, Trump’ın tekrar göreve gelme ihtimalini kâbusla eşdeğer görenleri korkutuyor.
Temel görüş ve eylemleri, “Biz ve Onlar” ayrımına dayanan Trump’ın başkan seçilmesi, hem ABD’de hem de ABD dışında büyük bir şiddet dalgasını tetikleyebilir. Yakın geçmişe göre daha kararlı olması, 2024 ve sonrası için Trump’ın otoriterliğini perçinleyebilir.
“Ülkemizi geri istiyoruz” sloganıyla yola çıkan ve Biden dönemini “kayıp yıllar” diye niteleyen Trump taraftarları, “tüm dünyaya gücünü ve kararlılığını gösterecek başkanın dönemi yeniden başlamalı,” diyor. Trump ise “intikam almaya geliyorum,” diyerek el artırıyor. Üstelik tehlike yalnızca bununla sınırlı değil; gerçeği ne kadar eğip bükerse ve ne kadar yalan söylerse Trump’a inananlar daha da kenetleniyor. Bunun, 2024 model bir faşizme kapı aralayacağını düşünenlerin sayısı da artıyor. Dahası, ABD Anayasası’na alaycı yaklaşımının yanı sıra kanunları, kurumları ve devlet geleneğini geri plana atan tavrıyla Trump, olası bir seçim galibiyeti sonrasında yaşanabileceklere dair tedirginlik yaratıyor.
Karanlık işlerin adamı Henry Kissinger, anılarında “Bazen korkutmak dehşetli bir eylemden daha etkili sonuçlar yaratır,” demişti. Trump’ın söylemleri, seçim yolunda ABD’de ve başta Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok noktasında Kissinger’ın bahsettiği korkuyu günden güne artırıyor.
Seçim nasıl sonuçlanır bilinmez ama akıl ve mantık sahibi insanların yeniden Trump korkusu yaşamaya başladığı tartışma götürmez.