Share This Article
Augusto Pinochet, 1973’te Salvador Allende’yi ABD destekli, daha doğrusu güdümlü bir darbeyle devirip Şili’ye 1980’lerin sonuna kadar karanlık günler yaşatmıştı. “Şili’yi iç savaştan koruduğunu” ve “Küba’ya dönüşmekten kurtardığını” söyleyen Pinochet’nin destekçilerinin karşısında, Allende önderliğinde kurulan hükümetin üyeleri ve 11 Eylül 1973’ten itibaren stadyumlarda, spor salonlarında, orduya ait tesislerde, hastane bodrumlarında, kırsal bölgelerin ücra köşelerinde, sanat merkezlerinde ve And Dağları’nda işkenceden geçirilip öldürülen sosyalistler yer alıyordu.
1973 öncesinde halkın desteklediği ve ABD başta olmak üzere, ülkedeki nüfuzlu isimlerin iktidardan indirmeye uğraştığı Allende’nin, öncelikle madenleri millîleştirme çabasıyla şekillenen bağımsız ve sosyalist politikası, başına Pinochet’nin getirildiği darbe organizasyonuyla cezalandırılmıştı. Arkasında ABD’nin bulunduğu cunta, “komünizm korkusu”nu kapitalist ve neoliberal politikalarla birleştirerek 1990’a kadar hem üniformasıyla hem de “sivil” olarak Şili’yi yönetti. Muhalefetin birleşip Pinochet’yi devirmesinden sonra ise işkence gören, öldürülen ve kaybedilenlerin belirlenmesi, bu suçların faillerinin yargılanması için çalışmalar başlatıldı.
1980’lerin sonundan itibaren, cuntanın işlediği suçların peşine düşen ve sosyalist dayanışmanın önemli isimlerinden biri hâline gelen; kaleme aldığı hikâyelerle, oyun ve romanlarla Şili’nin karanlık yıllarına ışık tutmaya çabalayan Nona Fernández, yaşanan bu acıların unutulmaması için uğraşıyor. Türkçeye çevrilen ilk romanı Space Invaders’te, diktatörlüğün karanlığında ve şiddetin ortasında büyüyen bir grup çocuğun kayıp arkadaşlarının hatırasıyla yaşama tutunuşunu anlatmıştı. Çocukluğun yalınlığını ve Pinochet rejiminin nobranlığını tek hikâyede buluşturan Fernández, kendisi de benzer yollardan geçmiş bir yazar olarak ülkesinin yakın tarihinde gezinmeyi sürdürüyor. 1984’e götürdüğü okuru, Pinochet’nin işkencecileriyle tanıştırıyor Bilinmeyen Boyut’ta.
Paranteze alınan geçmiş, şimdi ve gelecek
Pinochet rejiminin ikinci yarısına tanık olan Fernández, Bilinmeyen Boyut’ta alacakaranlık bir ortamı anlatıyor. 1973-1990 arası Şili’de yaşananlardan bir kesit bu; öldürülen, kaybedilen, işkenceden geçirilen insanlar ile bu kötülüğün özneleri arasındaki kovalamaca… Romanın anlatıcısı, “insanların kaybedilmesi hakkında konuşmak istiyorum” diyerek bir dergiye beyanatlar veren orduda görevli erin itirafları sayesinde ülke tarihinin karanlık sayfalarında dolaşmaya başlıyor. Erle görüşen gazeteci de…
Darbe ile Şili toplumu Amerikan çıkarlarına göre yönlendirildi. Şili’nin egemenlik sahasına müdahale edilirken, Beyaz Saray başta Şili olmak üzere Soğuk Savaş döneminin Latin Amerika ülkelerindeki sosyal hareketlilik hakkında bilgi toplama, pozisyonunu önceden belirleme gayesindeydi.
Yaptığı ve tanık olduğu işkenceleri anlatan, cinayetleri ve kaybetme vakalarını da sıralayan bu er, aslında Pinochet’nin yıktığı düzeni ve kurduğu sistemi özetliyor. Bir anlamda darbe öncesi sıradan diye nitelenebilecek bazı insanların, 1973 sonrası güç zehirlenmesiyle insanlıktan uzaklaştığı bir ortamı resmediyor bu itiraflar. Örneğin, kendi hâlindeki bir polis veya öğretmen, aniden bir işkenceciye dönüşebiliyor. Dolayısıyla gerçeklik algısı kayboluyor, her şey gerçeküstü bir hâl alıyor. Anlatıcı da ergenliğinde okuduğu itirafları, üzerinden seneler geçse de hatırlayarak söz konusu karanlık boyuttan çıkamadığı gibi kırk yıl önce yaşananları televizyon stüdyolarında ve senaryolarda yeniden diriltirken hafıza yetersizliğinden mustarip insanlara deva olmayı deniyor. Bir ülkenin karanlıkta kalan tarafını aydınlatmaya, geçilemeyen boyuta adım atmaya çalışıyor.
Anlatıcı, “işkence yapan adam”ın söylediklerinden sonra kendisini işkence görenlerin yerine koymaya başlıyor. Hatta çoğu kaybedilmiş ve öldürülmüş bu insanlar adına sorular yöneltip yanıtlar ararken “gemi azıya almış hayal gücünü” dizginlemeye uğraşıyor. Böylece hem “Şili tarihinin çirkin şakalarıyla” yüzleşiyor hem de hâlâ bunun farkında olmayanlara sesleniyor; vakti zamanında “birleşmiş bir ülkeyi, sonra onu bölen nefreti” hatırlatıyor:
Şiddet söz konusu olduğunda çarkın mantığı pek önemli değilmiş gibi gelir. Zamanlar, süreçler, sebepler, sonuçlar ve niçinler deşilmemesi daha iyi olan inceliklerdir. Bütün suçlar tek bir suç gibi görülür. Patlamalar için iki satır, boğazlamalar, yakılanlar, yaylım ateşler ve kurşuna dizilenler için de birer satır. Sebepler ve sonuçlar ise dediğim gibi anlatıların hiçbirinde yer almaz. Tamamı koca bir katliam, iyilerle kötüler arasında bir savaştır, kimin ne olduğunu saptamak çok kolaydır çünkü kötüler üniformalıdır, iyiler sivil. Ortası yoktur. İşbirlikçiler, üçüncü taraflar yoktur, vatandaş görünürde sorumluluktan muaf, masum, kör ve mutlak şekilde mağdurdur.
Magallanes Radyosu büyük ihtimalle susturulacak ve durgun sesim size ulaşamayacak. Bu önemli değil. Siz beni duymaya devam edeceksiniz. Yabancı sermaye, emperyalizm, gericilikle birlikte silahlı kuvvetlerimizin kendi geleneğini bozmasına varan koşulları hazırladı. Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere ve gençlere: Teslim olmayacağım! En azından onurlu ve ülkesine sadık biri olarak hatırlanacağım!
11 Eylül’de Askeri darbeye direnen Salvador Allende’nin halka seslenişi
“Kötülüğün ahmaklıkla doğru orantılı olduğuna inanan” anlatıcı, Hafıza Merkezi adlı büyük müzeyi gezerken kayıt altına alınmış bu sorunla yüzleşip “aptallık kişisel bir seçimdir ve bu kötücül yeteneği icra etmek için üniforma giymek şart değildir” diyor. Üstelik yaşayıp tanık oldukları ona “çılgın, parçalanmış ve hatıraların kayıp gittiği bir zaman”ın varlığını duyumsatıyor. Her şey bir senaryo ve film gibi; kapı aralandığında “düşler ve düşüncelerden oluşan, bilinmeyen bir dünyaya ve boyuta” giriliyor. “Hiçbir tanrının sesinin duyulmadığı” bu boyutta, “geçmiş, şimdi ve gelecek paranteze alınıp durduruluyor.”
‘Hayaletler dönemi’
Anlatıcı, işkence gören ve öldürülenler kadar, işkence yapan adamın da yerine koyuyor kendisini; onun ailesini, eşiyle ve çocuklarıyla kurduğu ilişkiyi hayal ediyor. Giydiği üniformanın ona nasıl bir güç ve özgüven verdiğini, ardından yaptıklarını itiraf etme noktasına nasıl geldiğini düşünüyor. Hayalin ve gerçeğin birbirine karıştığını, daha doğrusu birbirine dönüştüğünü hissediyor. Söz konusu dönüşüm, Şili’nin alacakaranlığında öğrencileri, polisleri, sosyalistleri, değnekçileri, evlerde oyun oynamak için ebeveynlerini bekleyen çocukları, öğretmenleri, sunucuları ve kameramanları da önüne katıp sürüklüyor.
Pinochet rejiminin ikinci yarısına tanık olan Nona Fernández, “Bilinmeyen Boyut”ta alacakaranlık bir ortamı anlatıyor.
Anlatıcının ifadesiyle 1973 sonrası Şili’de “hayaletler dönemi” başlıyor. Bunu, “ben işkence yaptım” diyen iblisler zamanı izliyor. Karanlık odalarda sıçanlar eşliğinde hapsedilen kadınlar ve erkekler, o dönemin gerçek tanık ve mağdurları. Gözaltılar, tutuklamalar, tutsakların nerede olduğunun bilinmemesi ve And Dağları’nın eteklerindeki infazlar ise darbecilerin “sıradan” eylemleri. “Kaybetmeler ve yokluklar dönemi”nde sokaktan kimin toplanıp götürüleceğinin tahmin edilememesinin yarattığı tedirginlik de cabası:
Zaman bulanık, her şeyin yerini değiştiriyor, ölüleri karıştırıyor, hepsini tek kişiye dönüştürüyor, tekrar ayırıyor, geriye doğru gidiyor, tersine geri geliyor, dönme dolaba binmişiz ve laboratuvar kafesindeymişiz gibi dönüp duruyor, cenaze törenleri, yürüyüşler ve tutuklamalarla bizi tuzağa düşürüyor, bu durumun devam edeceğine ya da kaçabileceğimize dair ipucu vermiyor.
Fernández, Şili yakın tarihinin alacakaranlığını gözler önüne serip darbecilerin suçlarını ortaya koyduğu belgesel gibi bir roman kaleme almış. Bu aynı zamanda, her bölmesinde ayrı bir şiddet öyküsü olan ve nefret dalgasının anlatıldığı müzeye de benziyor.
Fernández, tıpkı Space Invaders’te olduğu gibi Şili tarihinin acı yıllarını kapsayan bir büyüme hikâyesi anlatıyor Bilinmeyen Boyut’ta. Yirmi yıla yakın süren bu dönemde, çocuk olanların erginleşip yaşananların farkına varışının ve Şili’nin itildiği derin karanlıkla karşılaşmanın öyküsü bu.
Bilinmeyen Boyut, Nona Fernández, Çeviren: Roza Hakmen, İthaki Yayınları, 204 s.