Share This Article
Charles Fonton | Çeviren: Cem Behar
Şarklılar bir eser besteleyecekleri zaman önce en uygun usulü seçerler ve onu tasarladıkları eserin dayanağı olarak görürler. Bu usul adeta eserin döküleceği kalıptır. Öyle ki, eser ortaya çıktığında usul ve melodi birbirleri için yaratılmış, bir bütünün ayrılmaz parçaları olacaktır. Şarklıların bu son derece muntazam ölçüleri adeta hafızalarını tazeleyen bir nota görevi görür.
İcra sırasında daima kâh ellerini dizlerine vurarak, kâh kudümlerle usul tutan biri bulunur. Bu da icracılara güven verir, onları yönlendirir. Ancak bazı büyük üstatlar usulü vururken sıkça onu tanınmayacak bir kılığa sokarlar. Ölçüyü bozmak asla caiz değildir. Yaptıkları, sıradan müzisyenlerin beceremedikleri ve nağme adı verilen inceliklerle ahenkli süslemeler kullanmaktır. Şark musikisinin en büyük başarısı da zaten bir sesten diğerine bu hissedilmez geçkilerle modülasyonlardır. Kaldı ki, bu musiki hiçbir kompozisyon kuralına uymaz.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Şark musikisi majör ve minör ton ayırımını tanımadığı gibi, bizde donanıma konan belli sayıdaki diyez ve bemolleri de bilmez. Şarklılar bunları hep el ve kulak yordamıyla tayin ederler. Bütün bunlara rağmen bir peşrev bestelemek sanıldığından çok daha zordur. Bu zorluk, yerli musikişinaslar içindir; yoksa yabancılar için söz konusu zorluk değil imkansızlıktır. Şark musikisine beste yapacak derecede vakıf bir yabancıya bugüne dek rastlanmamıştır.
Müziğin büyülü uykusu
Bir peşrev bestelemek için, o ana dek bestelenmiş peşrevlerin tümünü bilmek gerekiyor. Eğer yeni yapılan peşrev öncekilerden birine benzerse, derhal intihal damgası vurulur. Şarklılara affedilmez bir suç olarak görülen intihale, aslında Şarkta her yerden daha az rastlanır. Usulün bestecinin kullanacağı ana örgü olduğunu yukarıda belirtmiştik. Diğer yandan üzerinde bestelenmiş birçok peşrev bulunmayan usul yok gibidir.
Yeni bir peşrev yapmak isteyen, melodi, ahenk ve geçkilerinin ne o usulde ne de başka usullerde bestelenmiş peşrevlerin hiçbirine benzemeyen bir eser meydana getirmek zorundadır. Şarklıların ne denli titiz oldukları buradan anlaşılıyor. Nitekim, bir ya da iki eser meydana getirmenin bestecinin adını ölümsüzleştirmeye yettiği bu evrende günümüzde beste yapan yok gibidir.
Musikişinaslık mesleğinin çapını daha da daraltan ögelerden biri de, usuller dışında, Şarklıların bir diğer musiki gereci olan terkiplerdir. Bu terkipler basit ya da karmaşık ses bileşimidir. Şarklıların bu bileşimlere verdikleri çok çeşitli adları burada zikretmeyi gereksiz bulduk. Terkiplerin sayısı, yenileri icat edildikçe hep artmıştır. Bu sayı bugün elli iki civarındadır. Bu terkipleri bestelenecek eserin kumaşının alındığı bir dükkana benzetebiliriz. Sanatsal beceri de bu kumaşın uyumlu ve simetrik bir giysiye dönüştürülmesidir.
Bestecinin başarısında terkip bilgisinin yanısıra, doğallık ve belki en önemlisi, sağlam bir hafıza rol oynar. Müzik yazısının yokluğunda, müzisyenin beş ya da altı kısımlı bir eserde kendini hep tekrar etmemesi için şarttır bu. Bu eserler çoğu kez dört bölümden oluşur. İlkine serhane, ikincisine mülazime, üçüncüsüne Miyanhame, dördüncüsüne de son hâne denir. Bu dört bölümden sonra sık sik semâi adı verilen ve bizzat eserin bir bölümü gibi olmayan bir parça gelir ki, İtalyan sonatlarının sonundaki Presto bölümüne benzetebiliriz.
Daha canlı ve hızlı bir ritmle icra edilen bu son parçanın işlevinin dinleyiciyi müziğin büyülü uykusundan uyandırmak olması pek mümkündür. Aynı yöntem, bir parçanın icrasına başlamadan da uygulanır. İcraya taksim adı verilen ve çalınacak eserle aynı tonda olması gereken bir fanteziyle başlanır.
Çalınacak esere bir tür geçiş olan bu parça bir tek müzisyen tarafından çalınırken, konsere iştirak eden diğerleri sürekli olarak taksimin dayandığı karar sesini çalarak bir tür basso continuo oluştururlar. Aynı tonda çeşitli süslemelerle bezenmiş, saatlerce sürebilen taksimler yapan sazendeler vardır. Musikişinasın yetenek ve zevki bu taksimlerde kendini gösterir. Bunlarda sazende, Peşrevlerde olduğu gibi belirli bir usulü izlemek zorunda olmayıp, ölçüye bağımlı değildir. Dilerse bir usulden diğerine geçebilir.
Musiki’de kullanılan sazlar
Şarkıların ana konusu aşk
Bazı Şarklıların musıkiye ilişkin ilginç bir gözlemini burada aktarmadan geçemeyeceğim. İnsanoğlu her zaman aynı ruh haliyle aynı bedensel zindeliğe sahip olmadığından, musikinin daha etkili olabilmek için içinde bulunduğumuz durum ve temayüllerle mümkün olduğunca uyum sağlaması gerekmektedir.
Bu yüzden Şarklılar tonları dört sınıfa ayırmışlardır: İlki güneşin doğuşuna tekabül eder; ikincisi kuşluk vakti, yani öğleden iki saat öncesidir; üçüncüsü ikindi, yani öğleden üç saat sonrası, dördüncüsü de yatsı yani güneş battıktan birkaç saat sonrası içindir. Musiki üstadları buna titizlikle uyarlar ve icra edecekleri eserleri günün o saatine uygun bir tondan seçerler. Gerek akıl, gerekse tecrübe insanların çeşitli zamanlarda farklı biçimde etkilendiklerini gösterir.
Her an değişen duygu ve düşüncelerimiz arasından, hercai mizacımıza o an en uygun olanını seçip bizi sürükleyebilen bir musiki ne büyük bir şaheserdir! Bu denli mükemmel bir musiki insan ruhunda yapmayı amaçladığı etkiyi mutlaka gerçekleştirecektir. Aslında gerçekleşmesi olanaksız olan bu tasarıyı düşünebilmiş olan Şarklıları kutlamak gerekir. Bu da Şarklıların insan ruhunu ve tutkularını derinlemesine anlayıp bildiklerini gösterir.
Şu ana dek söylediklerimiz hep saz musikisiyle ilgiliydi. Ancak ses musikisine de bunları aynen uygulamakta bir sakınca yoktur, zira bu ikisi birbirinin aynıdır. İcrada saz sese refakat ederse ses de saza refakat eder; bu ikisi ayrı partileri değil, ünison olarak aynı nağmeleri icra ederler. İcra sırasında sazlar sesleri bastırmaktan kaçınmalı, buna karşılık da hanendeler detone olmamaya titizlikle dikkat etmelidirler. Sazlara göre detone olurlarsa dinleyici bunun hemen farkına varır.
Şarklıların okuyuş üslubu bizimki kadar san’atlı olmayıp, daha basit ve doğaldır. Manzum olan şarkıların ana konusu aşktır. Bir fikir verebilmek amacıyla birkaç tanesini notaya aldık. Meslekleri okuyucu olanlara Hanende denir. Hanende kelimesi zaten farsça’da “okuyan” demektir. Aralarında çok güzel bir sese sahip olanlar vardır. Şarklılar ince ve tatlı seslere değil, en üst oktava dek çıkabilen güçlü ve hacimli seslere rağbet ederler.
Şark Musikisi konusunu kapatmadan, bir de Şarklıların musıkiye atfettikleri doğaüstü etkilerden de söz etmek gerekir. Bizlerle tam tamına hemfikir oldukları tek konu belki de budur. Musikiye biz de mucizevi bir kuvvet olarak bakarız. Bunu bilmeyen olmadığı gibi, kitaplar bu olağanüstü etkilerden örneklerle doludur. Dolayısıyla bu hususta fazla durmayacağım. Küçük bir musıki kitabında okumuş olduğum bir hikayeyi aynen buraya nakletmekle yetineceğim.
Safiüddin’in ‘marifetleri’
Büyük musikişinas Safiyüddin Abdülmümin‘in zamanında Kahire kentinin alim ve kadıları, Devlete ve yönetime zararlı olduğu gerekçesiyle musikiye tamamen yasaklama kararı almışlar. Mısır Sultanının rızası alınmış ve ferman yayınlanmak üzereymiş.
Bunu haber alan Safiyüddin, Sultan’ın huzuruna çıkarak bu masum ve hoş sanatın yasaklanmasıyla halkının neler yitireceğini izaha çalışmış. Ancak Sultan’ın kararı kesindir. Safiyüddin, Sultan’ın kararına karşı çıkmamakla birlikte, ondan ferman yayınlanmadan önce kendisine musikinin mucizevi gücünü kanıtlayabilmesi için son bir fırsat verilmesini diler. Sultana şöyle seslenir:
Emredin, bir deveyi kırk gün aç ve susuz bıraktıktan sonra huzurunuza getirsinler; devenin bir yanına su koysunlar, diğer yanında da, izninizle, kendi bestem olan bir şarkıyı okuyayım. Eğer hayvan musıkinin zevkine kapılıp susuzluğunu unutursa, musikinin düşmanları bile bu san’atın güzelliğini ve gücünü teslim etmek zorunda kalmazlar mı? Yok, eğer tersi gerçekleşirse, musikiyi kendisine layık görülen akıbete terketmekte bir sakınca görmem.
Sultan bu sınava razı olur. Güvenilir adamlarını 40 gün aç, susuz bırakılması için devenin başına nöbetçi olarak koyar. Bu sürenin bitiminde deve huzura çıkarılır. Avlunun bir yanındaki havuz da suyla doldurulur. Deve bunu görür görmez hizmetkârların elinden kurtulup havuza doğru koşar.
Tam o anda da Safiyüddin o mükemmel eserlerinden birini okumaya başlar. Suyun başına yaklaşmış bulunan deve bu sihirli nağmeleri duyanca durur ve kulak verir. Safiyüddin bir an şarkıyı kesince deve suyu içmeye başlar, şarkı yeniden başlayınca başını kaldırıp kulak kesilir. Bu birkaç kez tekrarlanınca orada bulunanlar şaşkınlık içinde kalırlar. Bu durumu balkondan izlemekte olan Sultan da Safiyüddin’e ve musikiye hayranlığını gizleyemez; musikiyi yasaklamaktan caydığı gibi tebasının musıkiyle daha yoğun bir biçimde meşgul olması için emirler verir.
Şark musikisine ilişkin bilinmesi gereken belli başlı hususlar bunlardır. Konunun bütün yönlerini tüketmiş olduğunu söyleyemem. Yalnızca en önemli noktalara temas etmekle yetindim. Konuyu daha derinlemesine irdelemek isteyenlerin çok miktarda malzeme bulabileceklerinden kuşkum yok.
Bu küçük denemede kendimce çizmiş olduğum planın tam manasıyla gerçekleştirebilme başarısını da benden sonra geleceklere bırakıyorum. Bu başarıya bir katkım olabildiyse emeklerim boşa gitmemiş olur. Denememe bir de bazı sazlarla ilgili bilgilerle resimlerini ekledim. Şarka gidip bu sazları görmüş olanlar için bunlarda yeni birşey yoktur. Ancak, Avrupalıların büyük çoğunluğu için ilgi çekici ve yararlı olacaklarına inanıyorum.
Ney
Ney ya da nay flüt ve obua’ya benzer bir sazdır. Sesi flütünkinden bas, obuanınkinden tiz ve ikisininki kadar da latiftir. En iyi cinsi Şam civarında Ainazarca adı verilen bir sazlıkta yetişen bir cins boğumlu kamıştan yapılır. Neyin uzunluğu normal olarak yirmi dört ya da yirmibeş parmaktır. Ancak, Şah Mansur adı verilen ve Küçük Mansur’dan daha irice olan büyük boyları da vardır. Aralarında bir seslik, bazan da sadece yarım seslik bir fark vardır. Bunların dışında, bir de Davud denilen, daha uzun ve daha pest olan bir ney cinsi daha vardır.
Adları ne olursa olsun, neylerin şekilleri hep aynıdır. Şekilde görülen çizgiler kamışın boğumlarından başka bir şey değildir. Bu boğumlar, kamışa düzgün bir görünüm sağlamak amacıyla, altın ya da başka bir madeni telle sarılır. Tüm neyler yedi deliklidir (1). Bu deliklerin birbirine mesafesi neyin boyuyla orantılı ve hep Şekil l’de gösterildiği gibidir.
Sesler Rast (ya da Sol) sesiyle başlar. Bu sesi elde etmek için tüm delikler kapatılarak üflenir. Alttaki ilk delik açıldığında Dügah ya da La, 3’üncü delik açıldığında Segâh ya da Si, 4’üncü delikten Çargâh yahut Do, 6’ncıdan Nevâ ya da Re, altta ve diğerlerinden biraz uzakta bulunan 7’nci delikten de Hüseynî ya da Mî‘nin oktavı sesleri çıkmaktadır. İkinci ve beşinci deliklerse, tıpkı flüt’ün anahtarı gibi, gerek diyez gerekse bemol olarak, yarım sesleri çıkarmaya yararlar.
Neyin üst kısmına, şekli kesik bir koniye benzeyen, boynuz ya da fildişinden yapılmış bir ağızlık takılır. Bu ağızlığın içi oyuktur ve dışına göre ters bir diğer kesik koni oluşturur. Şekilde görüldüğü gibi dış koninin A, B, C kesiti aynı zamanda iç koninin tabanıdır. Bu iç koni dış koninin tabanını oluşturan D, E, F, noktalarında kesilmiştir. Bu iki koninin yükseklikleri eşittir.
Hacimlerinin oranı taban yüzeylerinin ve taban yarıçaplarının oranına eşittir. İç koninin alt kesitinin yarıçapı olan DF ile üst kesitinin yarıçapı olan AC’yi alalım. AC aynı zamanda iç koninin taban yarıçapıdır. İç koninin alt kesit yarıçapı x ise, DF/C AC/x. Oysa DE 16, AC ise 9 çizgidir. Dolayısıyla bilinmeyeni bulmak için 9’la 9’u çarpar 16’ya böleriz. 81’i 16’ya bölmenin sonucu aşağı yukarı 5’tir. Demek ki iç koninin alt kesitinin üst ucunun yarıçapı 5 çizgi olduğunda ağızlığın yarıçapı 9 çizgidir. Bu orantı tüm neylerde aynıdır. Ağızlığın yarıçapı Davud’larda 10 çizgiye dek gidebilir. Bu sazı üflemek son derece zordur. Öğrenilmesi yıllar sürer ve iyi üflenmesi ancak güçlü kuvvetli ciğer sahiplerine nasibolur.
Ney: dinsel, mistik ve ahlaki…
Ney, Şarklıların önde gelen musiki aletidir. Diğer sazların hepsi akortlarını neye göre yaparlar. Bizim flütlerimiz gibi parçalara ayrılamadığından, ney’i uzatmak ya da kısaltmak, sesini pestleştirmek ya da dikleştirmek mümkün değildir. Konserlerimizin temel musiki aleti olan klavsen -akordunu tamamen değiştirmedikçe – neyle uyum sağlayamaz. Zaten Şarklılar da, yukarıda sözünü etmiş olduğumuz küçük ses aralıklarını veremediği için klavsene itibar etmezler.
Ney‘in icadı Şark’ta çok eskilere dayanır. Birçok güzel eserin yazarı olan ve Attar lakabıyla anılan Ferideddin, Mantık Uttairy adlı eserinde Ney‘in kökenini Hz. Muhammed’in zamanına kadar götürür. Ferideddin’e göre, Müslümanların Peygamberi olan Hz. Muhammed, damadı Ali’ye sıkıca saklamasını tenbihlediği bir sır tevdi etmiş. Bir kuyunun başındaki Ali, başını kuyunun içine eğerek Hz. Muhammed’in esrarlı sözlerini tekrarlamış.
Bunu yaparken de, etrafta kimse olmadığından, kendisine verilen emre karşı çıktığını da düşünmemiş. Ali’nin yeminine ettiği bu sadakatsizliği ortaya çıkarmak isteyen Allah, o kuyuda son derece uzun bir kamış yaratmış. Oradan geçmekte olan bir çoban da bu kamışın ucunu keserek kendine bir kaval yapmış. Bu çobanla günün birinde karşılaşan Hz. Muhammed, Ali’ye tevdi etmiş olduğu sırların çobanın kamışından çıktığını görünce şaşırmış. Damadını azarladığında da, Ali onları sadece bir kuyuya söylediğini belirtmiş; Allah’ın, bu kabahati ortaya çıkarmak için yarattığı mucizeyi görünce de Peygamberin ayaklarına kapanıp af dilemiş.
O zamandan beri Müslümanlar kamışlara büyük itibar gösterirler. Belki de neylerin hâlâ Hz. Muhammed’ in kutsal sözlerini tekrarladığını sanıyorlardır. Bunun içindir ki ney, öncelikle dinsel, mistik ve ahlaki bir nitelik taşır. Celaleddin’in Mesnevi‘si baştan sona bu konudadır. Dönerek ibadet eden dervişler, tarikatlarını doğrudan ilgilendiren ve pirleri tarafından yazılmış bu kitabı kutlu sayarlar.
Tanbur
Tanbur, Ney‘den sonra Şarklıların en çok değer verdikleri musiki aletidir. Aktardıkları bir rivayete göre, neyden daha eski olan Tanbur’un kökeni feylesof Eflatun’a dek gider. Eflatun tanbur çalar ve musikiye hakkıyla vakıf imiş. Bestelerinin bazılarının günümüze dek geldiğini ileri sürerler. Şarklı musikişinaslardan bazıları bu besteleri bilmekle övünürler, fakat kıskançça saklayıp kimseye öğretmezler.
Eflatun’un büyük bir musikişinas olduğunu kabul etsek bile, ona atfedilen bestelerin günümüze dek ulaşmış olması bana inandırıcı gelmiyor. Bu eserlerin nota kullanımını bilmeyen ve musikiyi yalnızca geleneksel yollarla aktaran milletlerce elde edilmiş olması ise inanılır gibi değil.
Kaldı ki, Eflatun’un bestelerinin kendilerine ulaştığını ileri süren Şarklılar, aynı zamanda Eflatun’un icadı olan tanburun daha sonra uzun süre unutulduğunu ve Hicret dolaylarında Şiraz’lı Ali adlı biri tarafından yeniden keşfedilip rağbet kazandığını söylerler. Oysa, nota kullanılmayan yerde Eflatun’un sazının muhafaza edilmiş olup eserlerinin kaybolmuş olması daha büyük bir olasılık değil midir? Her ne ise, Şarklıları bu inançlarıyla baş başa bırakıp Tanbur’un kendisini inceleyelim.
Adi bir ağaçtan yapılan bu sazın, içi ayrık bir yarım küre biçimindeki teknesi, köknar ağacından yapılır. Ağacın kuru olması gerekir. Teknenin üstü, yan yana yapıştırılmış iki tahtadan oluşur. Aralarında delik ya da boşluk bulunmaz. Tanburun sapının uzunluğu aşağı yukarı 3 ayak kadar olup teknenin yarıçapı da 10 ya da 12 parmak kadardır. Tekne sedef, fildişi ya da gümüş kakmalı olabilir.
Tanbur ile kulağı okşayan incelik ve süsler
Tanburun ikişerle akord edilen sekiz teli vardır. Biri hariç tellerin hepsi demirden yapılır. Sonuncusu pirinçtendir. Teller sazın gövdesinden biraz açıkta dururlar. Diğerlerinden daha ince olan ilk dört tel neva’ya akord edilirler. Sonraki iki tel do ya da Çargâh‘a, son ikisi de Dügâh, ya da La‘ya akord edilirler. Tellerin ikişer olması sesi daha ahenkli ve daha gür yapar. Teller, bağadan yapılan mızrap‘la titretilir. Sağ elin baş, işaret ve orta parmağıyla mızrap vurulurken sol el sapın üzerinde seri olarak dolaşır. Sol elin süratli ve hafif olması şarttır.
Tanbur sapının bölümlemelerinden daha önce söz etmiştik. Bütün ton ve yarım tonların tanbur sapındaki yerleri açık seçik olarak belirtilmiştir. Türkçeyi bilenleri tatmin etmek amacıyla, perde adı verilen bu bölümlerin hepsinin adını şekilde gösterdik. Bu adların Fransızca çevirisi okuyucuya bir anlam ifade etmeyeceğinden ve bu adların sadece Türkçesini vermekle yetindik.
Tam perdelerin adları büyük harflerle belirtilmiştir. Bu adlar değişmez, ancak yarım perdelerin adları iniş ve çıkışta farklıdır. Bu yüzden çıkıştaki yarım perde adları, sağ tarafında da bunların inişteki adları verilmiştir. Bu durum, bizim iniş ya da çıkışa göre diyez ya da bemol adını alan yarım-tonlarımızınkine benzerlik gösterir.
Bütün perdelerin adlarını burada tekrarlamak gereksizdir. Nasıl elde edildiklerini belirtmek yeterli olacaktır. Yegâh perdesi, ilk iki tele, parmak değdirmeden, mızrap vurmakla elde edilir. Aşiran (Mi) perdesi ise, perdenin adının yazılı olduğu genişçe aralığın hizasına parmak basmakla elde edilir. Sonraki perdeler için aynı yöntem izlenir ve parmak sap üzerinde perde adlarının hizasında bulunan çizgiye basılarak elde edilir. Bu bölümleme ya da perdelerin sayısı otuz altıdır. En iyi şekilde tanbur’da belirtilirler. Bu da bu saza özel bir ahenk ve lezzet verir. Ancak, kulağa hoş gelmesi için becerikli, usta bir el tarafından çalınması şarttır.
Kulağı okşayan incelik ve süslerle özel bazı titreşimleri ancak üstadlar elde edebilirler. Meşhur musikişinas Prens Demetrius Cantemir aynı zamanda tanbur çalmaktaki ustalığıyla da ünlüydü. Padişah III. Ahmet onun tanburunu dinlemekten büyük zevk duyarmış. Bugün tahtta bulunan halefi de tanburda mahareti olan bir Yahudi tanburiye iltifat eder. Sultan Mahmut gibi bizzat musikişinas olup, söylendiğine göre huzur fasıllarında usul tutan bir Padişah takdirine layık olmak için gerçekten büyük bir müzisyen olmak gerekir.
Bu yazı Gergedan dergisinin Eylül 1987 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Dipnot
1) Daha küçük ve Girift adı verilen ney türü bunun tek istisnasıdır. Girift’in sekiz deliğinin sonuncusu, diğerleriyle aynı çizgi üzerinde olmayıp, biraz yana doğrudur (yazarın dipnotu).