Share This Article
Caz deyince akla Amerika kıtası, hatta çoğunlukla ABD gelir ama Avrupa’nın kalbinden çıkıp bu türe yaptığı katkılarla adından söz ettirmeyi başaranlar da var. Mesela ilginç hayat hikâyesiyle Django Reinhardt.
23 Ocak 1910’da Liberchies-Belçika’da, çingene bir ailenin çocuğu olarak doğan Reinhardt, kendisini bildiği günden itibaren kalabalık bir toplulukla Avrupa’yı gezmeye başlar. Özellikle Fransa ve Belçika’da turnelere çıkan ailesinin yanında okuma yazmadan önce keman, gitar ve banço çalmayı öğrenir.
Henüz on üç yaşındayken Paris kulüplerinde banço-gitarıyla müzik yapan Django, ilkgençlik yıllarında Amerikan cazından (Duke Ellington, Joe Venuti ve Louis Armstrong’dan) etkilense de sonraki yıllarda ABD’deki önemli müzisyenlere ilham verecektir.
Roman müziği ile cazı harmanlayan Django, Avrupa ile Amerika arasında köprü kurar.
Nazizm’in tehdidi altında
1930’larda Fransa’daki müzik çalışmalarında kardeşlerinin yanı sıra uzun yıllar beraber sahne aldığı ve albümler kaydettiği Stéphane Grappelli kemanıyla Django’ya eşlik eder. Bu dönemde müzisyen, “gypsy swing” ve “hot jazz” gibi kendine özgü bir tını yaratır.
Görece sakin 1930’ların ilk yarısının ardından, Avrupa’da başgösteren savaş ihtimaliyle birlikte yükselişe geçen Faşizm ve Nazizm, Django ve arkadaşlarını tehdit edecek boyuta ulaşmıştır bile.
Stéphane Grappelli, kemanıyla Django Reinhardt’a uzun yıllar eşlik etti.
Eylül 1939’da İngiltere’de turnedeyken patlak veren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Django programını yarıda kesip Fransa’ya döner. Birkaç yıl sonra Fransa’yı işgal eden Naziler, Yahudi ve Çingeneleri tutuklayıp toplama kamplarına götürür. Çok az sayıda insan bu kıyımdan kurtulur.
Onu dinlemekten keyif alan Almanlar, Django’nun “şansı” olur; müzisyen, Nazilerin savaş boyunca “dinlenme” ve “eğlence” yeri diye nitelediği Paris kulüplerinde çalmayı sürdürür.
Duke Ellington, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişiyle Django’ya ABD’de müzik yapma teklifiyle gelir. Paris’te tanıştığı Django’dan etkilenen Ellington’ın bu çağrısına olumlu yanıt veren müzisyen, 1946’dan 1950’lerin başına dek ABD’de kalır, turneler yapar ve en gözde konser salonları ile caz kulüplerinde ünlü isimlerle çalar.
‘Artık gitar çalman imkânsız!’
16 Mayıs 1953 günü, Paris’te bir kulüpte verdiği konserin sonrasında eve doğru yürürken beyin kanaması geçirip ölen Django, 1960’lara kadar neredeyse unutulur. Ancak 1960’ların ikinci yarısından itibaren, gerek folk müziğe gerek akustik çalışmalara duyulan ilginin artmasıyla Django’nun ismi yeniden gündeme gelir.
Hayatının dönüm noktasının, yaptığı müzik sayesinde Nazi kıyımından sağ kurtulması olduğu söylense de Django’nun yaşamını tümüyle değiştiren ve belki de onu dünyaya tanıtan bir başka olay var.
1928’de, on sekiz yaşındayken ailesiyle bulunduğu bir turnede kaldığı karavanda çıkan yangından şans eseri kurtulan Django’nun sol elinin yüzük ve serçe parmağı büyük zarar görür ve neredeyse işlevsiz kalır. Hemen tedaviye başlayan doktorlar, müzisyene kötü haberi verir: “Artık gitar çalman imkânsız!”
Ancak Django’nun pes etmeye niyeti yoktur; zarar gören iki parmağını yalnızca akor basarken kullanır, soloları ise işaret ve orta parmağıyla atar. Kendisine ait bu tekniği bir buçuk yılda geliştirirken döneminde akorlu sololara yönelen gitarcıların aksine dinleyenlerin karşısına melodik sololarla çıkar.
Henüz on üç yaşındayken Paris kulüplerinde banço-gitarıyla müzik yapan Django, ileriki yıllarda pek çok müzisyene ilham veren önemli bir figür haline geldi.
“Django tekniği” olarak caz tarihine geçen bu katkı, müzisyenin eksikliğinden doğan olağanüstü bir bütünlük ortaya koyar.
Geçirdiği kaza, Django’nun elini ve gitarı kullanışını yavaşlatmak şöyle dursun hızlandırır. Elindeki araz nedeniyle kendisine “eksik solo” diyenler olur.
John Lewis, “eksik solo” için Miles Davis’in yorumladığı “Django” isimli bir parça besteler. Yapıtlarıyla zaten ölümsüzleşen Django Reinhardt, Lewis’in bestesiyle adını caz klasikleri arasına bir kez daha yazdırır.