Share This Article
Bir müzisyenin keşfedilmemiş kaydı her zaman büyük beğeniyle karşılanmayabilir. Fakat konu caz müziğin ikonlaşan bir isminin daha hiç bilinmeyen kaydı olunca işler değişiyor.
Geçtiğimiz haftalarda geçmişten gelen bir ses John Coltrane, tutkunlarını âdeta “dumura uğrattı.” İlk kez piyasaya sürülen Evenings at the Village Gate: John Coltrane with Eric Dolphy başlıklı albüm Coltrane’in 1961 Ağustosu’nda New York’un önde gelen bir caz kulübünde kaydedilen performansını içeriyor.
Coltrane’in en üretken olduğu dönemde çıkarttığı, My Favorite Things, Coltrane Jazz,Olé Coltrane, Lush Life ve Settin’ the Pace albümleri esnasında alınan bu kayıt, sanatçının kanonlarında benzersiz bir yere sahip. Kayıtlara yansıyan tınıların gücü Coltrane ve Eric Dolphy için tamamen yeni zemin yaratmış oluyor.
Özellikle, caza yeni başlayan günümüz kuşağı için tutkunun yüksek olduğu böylesi bir kayıt bu harika müziğe âşık olmak için birçok neden sunuyor. Öyle ki, Evenings at the Village Gate albümünde duygusal yoğunluğun inanılmaz boyutlara çıktığına şahit oluyoruz.
Coltrane, “cesur notalarla” süslediği “çığlığını” sergilerken, cazın avangard doğasını tüm yalınlığıyla dinleyiciye taşıyor. Burada önemli bir not düşmekte de fayda var. O da Coltrane’in 1965’ten ölümüne kadar izleyeceği rotanın koordinatlarını 1961 yılında çiziyor oluşu…
İsterseniz gelin yeni keşfedilen albümden önce, cazın ikonlaşan figürlerinden biri olarak gösterilen Coltrane’in hikâyesine biraz bakalım…
‘Bizimle takılmasını söyledim ve o hepimizi dönüştürdü’
Coltrane 1926’da Kuzey Carolina eyaletinde doğdu. Kilise korosunda çoksesli müzikle tanışan ve yine burada müziğe âşık olan Coltrane, 1955 yılında Miles Davis’in grubunda tenor saksofoncu olarak ün kazandı. Bu yıllarda kendi adını taşıyan kayıtlar yapan Coltrane, kendi grubunu ancak 1960’ta kurabildi.
Piyanist McCoy Tyner ve davulcu Elvin Jones ile kendi grubunu oluşturan Coltrane’e Evenings at the Village Gate kayıtlarında iki basçı Reggie Workman ve Art Davis de eşlik ediyor.
Grubun önemli isimlerinden olan Eric Dolphy’nin de uzun bir müzik kariyeri var. 1928’de Los Angeles’ta doğan Dolphy, 1959 yılında cazın başkenti New York’a geldi. 1960’larda kendi kayıtlarını yapmaya başlasa da özel olarak önemli müzisyenlerin grubunda yer aldı. Özellikle, Charles Mingus’un grubunda ismini duyurdu.
Amerikalı müzik tarihçisi Ashley Kah, yeni ortaya çıkan kayıtlara ilişkin notlarında Coltrane’in bu kayıttan kısa bir süre sonra yaptığı bir röportajdan şu alıntıyı paylaştı:
Coltrane, Dolphy ile birlikte 1954’ten beri müzik hakkında konuştuklarını söylüyor ve ekliyor, ‘Birkaç ay önce Eric, grubun çalıştığı New York’taydı ve içinden bizimle birlikte sahne almak geldi. Ben de ona gelip bizimle takılmasını söyledim ve o da bunu yaptı ve hepimizi dönüştürdü.’
Coltrane’in karakteristik yeni müzikal tarzı
Bu dönüştürücü etki Coltrane için de devrim niteliğindeydi. Böylesi bir dönüşüm Coltrane’i güçlü ve çığır açıcı bir merkez haline getirdi. Öyle ki Coltrane halihazırda cazdaki modernitenin ön saflarında yer alıyordu. Fakat bu değişimin etkileri gün geçtikçe daha da derinleşiyordu.
Armonilerindeki çeşitlilik ve muazzam “karmaşıklığı” hakkındaki sofistike duruşuyla Coltrane, 1950’lerin sonlarına doğru uzun soluklu ifadeler ve yüksek hızda akan devasa nota yığınları ile karakterize edilen bir müzikal tarza ulaşmıştı.
Kendine has üslubu ile fark yaratan Coltrane, 1960’ların başlarında, kendi grubunu kurmaya hazırdı. Fakat Art Davis, Avrupa turnesi için Coltrane’i ikna etti. O günleri anlatan Davis, ünlü cazcının turne boyunca kendi grubunu kurma konusunda sabırsız olduğunu, kıvrandığını söylüyordu. Bu öfkeli hâl nedeniyle Davis’ten çok daha uzun süre solo yapan Coltrane, turne boyunca tüm hiddetini müziğine yansıttı.
Fakat Avrupa turnesinin Coltrane’in müziğine kattığı en değerli şey Davis’in Coltrane’e hediye ettiği soprano saksofon oldu. Ekibin davulcusu Jimmy Cobb, Coltrane’in tur otobüsünde sıklıkla bu saksofonu çaldığını ve özellikle oryantal ezgiler üzerinde çalıştığını söylüyordu.
Sıra Coltrane’e geldiğinde grup uçuşa geçmişti bile…
O yıl New York’a dönüp kendi grubunu kuran Coltrane, tur boyunca çalıştığı sesler üzerinden My Favorite Things’i çıkarttı. Hani o Coltrane ile simgeleşen tınıları…
Coltrane’nin turne boyunca gözlenen öfkeli ruh hali yerini büyülü bir lirizme bırakmıştı. Stüdyo kaydına giren grup, My Favorite Things’e Eric Dolphy’nin flüt solosu ile başladı. Coltrane’nin gürleyen solosunun önünde ise McCoy Tyner’ın enerjik ve görkemli piyano solosu vardı.
Dolphy’nin flüt solosu, stüdyoda kaydettiği diğer kayıtlardan çok daha vahşi, çok daha saldırgandı. Bu altı buçuk dakikalık solo âdeta feryat ediyordu. Coşkulu yükselişleri, patlamaları, fırtınaları, keskin kenarlı haykırışları ve aşırı uzatılmış notalarıyla avangard müziğe yeni bir şekil kazandırıyordu.
Sıra Coltrane’in soprano saksofonuna geldiğinde grup uçuşa geçmişti bile. Çığlık ve derinlerdeki öfke dışa çıkmıştı artık. Uluyan bir öfkeyi andıran triller ve dokuz dakikalık solo ile Coltrane, müzikal materyali parçalara ayırmıştı.
Davulcu Jones’un karmaşık poliritimleri, her zamankinden daha gür ve ritmikti. Coltrane ise parçanın içinde kanatlanmış uçuyordu âdeta. “Özgürlüğü” stüdyonun dışına taşıyor, notalar gürül gürül akıyordu…
Evrensel bir ses bulma çabası…
Bugün ortaya çıkan Village Gate kaydında Coltrane, sanki tek bir nota etrafında dönüp dolaşıyormuş, müziğini yeniden organize ediyormuş izlenimi veriyor.
Ritim ve armoninin sınırlarını aşma ve evrensel bir ses bulma çabası, Coltrane’in en çok tanınan sonraki çalışmalarında olduğu gibi (en ünlüsü 1964’te çıkardığı A Love Supreme) spiritüel bir boyuta sahipti.
Albüm aynı zamanda, üç bas klarnet ile uğultuyu ve yüksek perdeli feryadı olduğu gibi dinleyicisine aktardı. Coltrane, yine soprano saksofonuyla, grubun haricinde çılgın bir eğri yakaladı.
Eric Dolphy’nin de cesur, özgün ve son derece entelektüel bir müzikal form anlayışı vardı. Kayıtlarda, geniş aralıklar kullanarak sınırları nasıl zorladığı görülüyor. Temaları ve melodileri parçalarına ayıran Dolphy, motifleri detaylandırıyor, çeşitlendiriyor ve dönüştürüyor.
Labirentler arasında yüksek hız
Village Gate‘te Coltrane, avangardın mihenk taşı haline getirdiği bas klarnetle gerçekleştirdiği üç soloda vızıltılar, tiz feryatlar ve triller aracılığıyla farklı bir dünyaya kapı aralıyor.
Özellikle, beklenmedik bir melodi olan “Greensleeves” ilham verici tınıları içinde barındırıyor.
Ardından Coltrane, soprano saksofonuyla ses patlamalarını andıran vahşi, tiz bir notaya başvuruyor ve labirentler arasında yüksek hızlarla Dolphy’yi takip ediyor.
Kendinden geçen ikili daha sonra caz tarihinde önemli bir yer edinecek Albert Ayler’ı ayinlerine davet ediyor.
Albert Ayler’in armoni biçimlerini
Ayler, 1963 yılında New York’ta sahneye çıktığında geleneksel ritim ve armoni biçimlerini geride bırakan ama spiritüel blues ve folk unsurlarını yaşayan bir sanatçıydı. Müziğinde yaşayan ruhlar, hayaletler, kükremeler, çığlıklar ve inlemeler vardı…
Caz avangardının yaratımında önemli bir yer tutan Ayler, cazın Afro-Amerikan kültüründeki yerini yeniden biçimlendirdi. Coltrane de Ayler’in müziğiyle beraber değişime uğradı. Ayler’i kendisiyle birlikte çalması için davet eden Coltrane, onun en gelişmiş yöntemlerinden bazılarını benimsedi. Bu bağ o kadar gelişmişti ki Coltrane hastalığı esnasında ölüm döşeğinde hastanede yatarken, ölürse mezarı başında Ayler’in bir balat çalmasını dahi istemişti.
New York’ta da Ayler ile sahne alan Dolphy, kendi müzikal formlarını da Ayler’in etkisini yansıtacak şekilde genişletmişti.
Coltrane ve Dolphy’nin Village Gate kayıtları, Ayler’in sahneye meteor gibi düşen alelade bir kişi olmadığını, zaten havada uçuşan müzikal fikir ve ideallerin vücut bulmuş hali olduğunu kanıtlıyor. Ortaya çıkan kayıt sadece basit bir albüm olmanın ötesine geçerek, “caz modernitesinin” özünü ve çağın ruhunu yansıtıyor.