Share This Article
19-20 Mayıs, 2017, Mercure Hotel
Sevgili B. ve C.,
Gençliğimde şıpsevdi birisiydim. Birini unutmaz ama ötekini de severdim. Çünkü unutmayı sevmezdim. Neden hep karşılığı olurdu bilirdim ve aynı anda iki kişiyi de severdim.
*
Sevgili B.,
İsimlerin gücünün farkındayım. Belki bu nedenle onları eğip büküyor ya da yok sayıyorum. Bu nedenle alfabeyi baştan sona sizin (orada kaç kişisiniz bilmiyorum) adınız kılabilirim. Bunu her şeyi pek ciddiye alan birisine söyleseniz “meydan okuma” der, bense “canım öyle istedi, çıkıp bir dondurma yiyelim mi?” derim.
Mektuplarıma gelince; neresi kapalı yani? Birkaç örnek veriniz de anlayayım. Hem o “yaşlı” ve “yorgun” beyni neden yormayayım? Çok satan kitapları mı seversiniz yani? Aklımız ve kalbimiz onları yoralım diye yok mu?
*
Sevgili C.,
Salzburg’u Strazburg’la karıştırmışım yine. Gençliğinizde göremediğiniz o göl Salzburg’daydı…
19 Mayıs
Hava 30 derece civarındayken, Salzburg’dan Stuttgart’a doğru yola çıktınız. Sabah o sakin manzaraya uyanmak ne güzeldi. “Böyle küçücük bir yerde yaşamak isterdim,” dediniz arkadaşınıza, “ve tüm köyde de arkadaşlarım yaşayacak, böylece canımız hiç sıkılmayacak.” Kalpsiz arkadaşınız ne dese beğenirsiniz; “senin o kadar arkadaşın yok ki.” Üstelik köyde hepi topu 10-15 ev varken… “Olacak,” dediniz, “Seni çirkin musakka! Ama aralarında sen olmayacaksın!”
Avusturya – Almanya sınırında yine polis kontrolü var. Kaçak var mıymış… Şimdiye dek sizden hiç şüphelenmediler. İstesek birini pekâlâ kaçırabilirdik, diye düşündünüz. Stuttgart’a yaklaştıkça sıcaklık düşmeye başladı. Son 50 km kala 13 dereceye düştü ve yağmurdan yolu doğru düzgün seçemez oldunuz. Şehre girdiğinizdeyse dolu yağdı. Ne kasvetli ülke, diye düşündünüz. Sizin için ne kasvetli! En sevdiğiniz mevsim yaz ve üzerinizde ne kadar az kıyafet varsa o kadar mutlusunuz. Burada hep yağmur çizmeleri ve kalın giysilerle mi dolaşacaksınız yani!
Arkadaşlarınızın evi Bad Cannstatt’ta. Bad, banyo demekmiş. Ve burası da kaynak sularıyla dolu. Termal havuzlar var. Merkeze yakın fakat daha kendi halinde, küçük, sakin bir yer. Zaten ne zaman bu şehre gelseniz Stuttgart’ın merkezinde değil de Bad Cannstatt civarında vakit geçiriyorsunuz. Neckar nehrinin kıyısında oturup bir şeyler içmek, kazları izlemek Almanya’yı düşündüğünüzde özlediğiniz sayılı şeylerden biri. Bir diğeri de Ren nehri kıyısındaki küçük otellerde kalmak. Sabahları nehrin içine uyanmış gibi olursunuz. Karşı kıyıdaki evleri ve nehirden geçen tekneleri izlersiniz. Tepelerde şatolar vardır bazen de.
Şehrin trafiğinden eve varmanız neredeyse 1 saat sürecek. Ve evet, arabadan inmeden yağmur çizmelerinizi ve yağmurluğunuzu giymeniz gerekecek. Sonunda evi bulup zili çaldığınızda sizi apartman kapısında karşılayan E. size öyle sıkı sarılıp iki yanağınızdan öyle içtenlikle öpecek ki “yakınındayken onu daha çok seviyorum,” diye düşüneceksiniz. Dairenin kapısında B. duruyor. İlk defa tanışacaksınız. E.’yle 5 yıldır birlikteler ve evlenmek için verdikleri mücadeleyi nihayete erdirecekler yarın. Yeni evlerini gezdiriyorlar size hevesle. B.’den hoşlandınız. Üstelik ikinizin de adı aynı ve doğum günleriniz arasında 1 gün var. Biraz sonra hem dolaşmak hem de yeni keşfettikleri Yunan lokantasına gitmek üzere evden çıkacaksınız. Yağmur yağıyor, atkestaneleri çiçek açmış, yerler pembe beyaz…
Bir Türk düğünü. Altınlar gözlerimi kamaştırmış olmalı.
Çok güzel fotoğraflar çektireceksiniz. Lokantaya girdiğinizde “oh be!” mi dediniz? Yunanların arasındayken hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Hepiniz güler yüzlüsünüz ve müdavimi olduğunuz bir meyhaneye gelmiş gibisiniz. Elbette uzo içeceksiniz. Bu defa açıktan açığa “oh be!” diyeceksiniz. Kadehlerinizi B. ve E. için kaldıracaksınız. Yemekler de harika! Şimdi şöyle düşüneceksiniz: Yurtdışında ne kadar Türk lokantasına gittiyseniz hepsi berbat çıktı. Oysa Yunanistan dışındaki Yunan lokantaları sizi hiç hayal kırıklığına uğratmadı. Nitelikten ziyade nicelik tabii sizin çokbilmiş beylerin olayı.
Birazdan başlayacak müziğe kalamadan (oteliniz biraz uzakta ve B.’yle E. yarın sabah erkenden evlenmeye hazırlanacaklar. Nikâh öğlen 12’de. Bu, katıldığınız en az can sıkıcı nikâh olabilir zira davetli sayısı 15 civarında) kalkacaksınız. Otelinizin bulunduğu Böblingen’e doğru yola çıkıyorsunuz şimdi. Tahmin etmediğiniz kadar uzakta çıktı otel. 25 km kadar uzakta.
Odanıza yerleşip biraz huzursuz etmeye başlıyorsunuz kendinizi. Banyodan sonra burnunuzu aynaya iyice yaklaştırıp içini görmeye çalışıyorsunuz. “Ameliyat sırasında sümük oluyor mudur acaba? Kıllar nasıl görünüyordur? Profesyonellik bu iğrençlikle başa çıkmayı mı sağlıyor? Mesela akşam yemeği sırasında fena fena şeyler gelmiyor mu cerrahların aklına?” diye düşünüyorsunuz. Sonra zihniniz başka bir yere sıçrayıveriyor. Yol boyu neler düşünmüştünüz… Neden unuttunuz? “Ben doluyum, ben dolana akarım” diyordu şarkı…
*
20 Mayıs
Oteldeki kahvaltıya aferin verdiniz. Hazırlanıp nikâh için yola çıkıyorsunuz. Hava açık ve 15 derece. Bazen bir çılgınlık yapıp 17 derece de oluyor. 15 kişiden daha azsınız. Hal hatır sormalar, fotoğraf ve nikâh. Nikâh memuru 15-20 dakika kadar durmadan bir şeyler anlatıyor, okuyor. Almanca tabii. Herhalde Alman medeni hukukundan bahsediyor, diyorsunuz. Evlilik üzerine bir nutukmuş oysa. Sevimli bir kadın. Ama içiniz sıkılıyor. Her genç kızın hayali evlenmek değildir, diyorsunuz içinizden.
Burcu ve Ertuğrul kalplerini kesiyor.
Bazı Alman âdetlerini öğreneceksiniz; fotoğraf çektirirken kolları iki yana açmak, havaya kalp şeklinde uçan balonlar bırakmak, bir çarşafın üzerine çizilmiş kalbi gelinle damadın iki ayrı yönden kesip oluşan boşluktan geçmeleri… Gelin çiçeği atıyor, sizin elinizden sekip Alman kıza gidiyor. Almak istemiyorsunuz çünkü of, yolda bir de o mu olacak… Zaten 1 gün sonra 4 kişi olacaksınız arabada…
Belki de ilk defa aynı lokantada yaklaşık 10 saat oturuyorsunuz. Nikâhtan sonra hep birlikte yemek yiyorsunuz. Karşınızda doktorasını Kafka’nın romanları üzerine yapmış, şimdiyse bir terapist olan S. oturuyor. “Kafka da seslere karşı senin gibi duyarlıydı,” diyor. Onun yanında oturan Arnavut adam “Sen de mi vejetaryensin,” diye soruyor. Kocaman bir şey ve vejetaryen! “Şişko olduğum için mi şaşırdın?” diyor. “Ben vejetaryen olduktan sonra kilo aldım,” diyor S.. Masadaki yerinizi özellikle seçtiniz. Bir tarafta Almanca, bir tarafta Türkçenin konuşulduğu iki ülke arasında kalmış bir adacık gibi hissediyorsunuz kendinizi. Ve İngilizce, Arnavutça, İspanyolca, İtalyanca, Macarca kelimeler dolaşıyor bu adada.
Sonra… Sonra… Yol arkadaşınızın Stuttgart’ta yaşayan lise arkadaşı gelecek yanınıza. A., Stuttgart’taki Türk konsolosluğunda çalışan akademisyen bir hukukçu. Ayda iki defa ders vermek için Türkiye’ye gidiyor. “Bu kadar uzun süre evli kalınca sık sık uzaklaşmak iyi geliyor,” diyor. Kahkahaları çınlayan, mizah gücü kuvvetli, içten bir adam. Almanya’da kaç defa doktora yaptıysan o kadar doktor unvanı alabiliyormuşsun. Onun da kartında dr. dr. A. H. yazıyor. Daha siz kafa bulmaya fırsat bulamadan o kendiyle dalga geçiyor: Doktor doktor baksana, lambaları yaksana. Ama doktor doktor gece boyu dilinizde olacak. Bir defasında doktor doktor doktor olan birisiyle tanıştığından bahsediyor. Çok konuşuyorsunuz, çok gülüyorsunuz, buraya yazılması sakıncalı şeylerden uzun uzun bahsediyorsunuz. Bir ara bu kadar gülmekten burnunuz sızlıyor sanki.
Öğlen 1’de oturduğunuz lokantadan akşam 10’da kalkıp otele dönmeden evvel biraz yürüyorsunuz. Ve bingo! Seslere yönelin! Bir Türk düğününe denk geldiniz. Salonun içine dek girip dans edenleri izliyorsunuz. Çok neşeli. Gelinin dayısından damada 500 euro!
Bir dahaki sefere Hegel’in evini ziyaret etmek üzere A.’ya veda edip otele dönüyorsunuz. Yine geç oldu. Ama yatmadan önce yerine getirilmesi gereken görevlerinizi hayatta atlayamazsınız!
Sabah Lyon’a gitmek üzere yola çıkacaksınız.
Şimdiyse maskenizi çıkarmak üzere banyoya.
Hah! – İşte şimdi her şey daha mı ayrıntılı?
B.