Share This Article
27 Mayıs 2017, Pensión Ametzagaña
Sevgili B.,
25 Mayıs’ta San Sebastian’a geldiniz. Bordeaux- San Sebastian arası yaklaşık 250 km. Fakat trafik nedeniyle yol 4.5 saat sürdü. Şehre girince harita programınız otelin adresini bulamasın mı! Elbette yine sizi iteklediler arabadan aşağıya ve oteli ne yapıp edip bulmanızı istediler. Önce San Sebastian’ın en lüks oteline girdiniz, bir harita almak için. Resepsiyonun önündeki öteki müşteriler sizi şööyle bir süzmüş olabilir zira ayağında spor ayakkabı olan tek kişi sizdiniz – 1000 yaşındaki bir ihtiyarı saymazsak. Belki kafasında şapka olan tek kişi de siz olabilirsiniz… Fakat duruşunuzu hiç bozmadınız, aferin size. Resepsiyonun önü açılınca tıpkı otelde kalan biri gibi konuştunuz görevliyle ve bir harita aldınız. İçerisi sahiden muazzamdı.
Arabaya bindiğinizde arkadaşlarınıza ne kadar sefil olduklarını söylemiş olabilirsiniz. Ve oteliniz şehir merkezini ve azıcık dışını gösteren haritada da görünmüyor. Yakın olduğunu sandığınız bir noktaya gideceksiniz arabayla ve sizi tekrar itecekler: “Git sor bakalım şu adamlara adresi.” Tam bu sırada bir taksi görüp hemen atlayacaksınız. Taksi önde, arkadaşlarınız arkada otele varacaksınız. Hayatta bulamazdınız burayı.
Hava 36 derece ve Atlantik’te yüzmezseniz olmaz! Kaç yıldır niyetleniyordunuz okyanusta yüzmeye hem de. Hemen mayonuzu giyip taksi çağıracaksınız. Şehir merkezindeki geniiiiş kumsala gidip okyanusa atlayacaksınız. Plaj çok kalabalık ve herkes öyle rahat ki… Ülkenizin bu rahatlığa 250 yıl sonra belki varacağını düşünüp üzüleceksiniz. Su biraz soğuk ve düşündüğünüz kadar tuzlu değil.
Hâlâ yemek yemediniz ve birazdan bazı şalterleriniz atabilir. Buna rağmen AA, kıyı boyunca yürüyüp La Rambla lokantasını bulmakta ısrar ediyor. “Bırakın, tek başına gitsin,” diyorsunuz ama kimse bırakmıyor. Yetmezmiş gibi iki kolunuzdan çekiştiriyorlar. Lokantaya vardığınızda saat 7.40 ve 8’de açıldığını söylüyor suratsız garsonlar. “Bana böyle muamele eden yerde yemek falan yemem!” diyeceksiniz ve arkadaşlarınız bu defa seslerini çıkarmayacaklar. Oldu bittiye getirerek yakınlardaki bir lokantaya sokacaklar sizi. Ama siz tapas (Basklar pinço diyor bu kanepelere) yemek istiyordunuz… Siparişler hızlıca gelecek, deli mi bunlar? Sardalyeleriniz delirmiş ama galiba! İçorganları yerli yerinde! Bingo!! İlk şalter attı: BEN BUNU YEMEM! Arkadaşlarınızın hızlı hızlı bir şeyler yiyor. Çok yiyenlere de, hızlı yiyenlere de tahammül edemezsiniz! Bingo!! İkinci şalter de attı: BEN BURADAN GİDİYORUM, OTELDE GÖRÜŞÜRÜZ! Sinirle uzaklaşıp şehrin güzel, dar sokaklarında dolaşacaksınız. Tapas barları görecek ama girmeyeceksiniz. Bir İtalyan lokantasına denk geldiniz, giriniz.
Şimdi; Fransızların İngilizcesi ne kadar fenaysa, İspanyollarınki ondan beter. Siyahi garsondan bir kalem isteyeceksiniz; pen! “Aaa,” diyecek, “pin pin”. Herhalde İspanyolcası pin’di kalemin, diye düşünüp “Yes, cicim,” diyeceksiniz. O da önünüze bir boyama kitabıyla boya kalemleri getirecek. Gülmekten masanın altına düşeceksiniz. Nihayet pen’i anlayıp bir kalem getirecek sevimli garson.
Refik Durbaş’ın yazdığı, benim resimlediğim Efsaneler Kenti İstanbul’un kuşları San Sebastian’da uçmaya öğrendi.
Yemekten sonra San Sebastian’da geniş bir tur atacaksınız. Şehrin sokaklarını, meydanlarını, köprülerini, öteki plajlarını, sörf yapanları izleyeceksiniz. Ferah ve güzel bir şehir. Rio de Janeiro’dakine benzer bir İsa heykeli tepeden şehre bakıyor, siz şehirden ona… “Medeniyetten anca okul adı olur bizde,” diye düşüneceksiniz insanları izlerken. Herkes kendi halinde, kimse kimseyi rahatsız etmiyor ve güler yüzlüler.
Taksi bulmak için biraz daha yürümek zorundasınız. Ve bulduğunuz taksi akşamüzeri sizi plaja getiren taksi mi acaba? Arabayı da onun kadar hızlı kullanıyor. Yolu yarılamışken “İspanyolca konuşuyor musun?” diye soruyor şoför İspanyolca, “Pek sayılmaz ama anlayabiliyorum,” diyeceksiniz ve o İspanyolca, sizse üç dili birbirine karıştırıp konuşmaya başlayacaksınız. San Sebastian Bask bölgesinde ve Baskça İspanyolcaya pek de benzemeyen bir dil. Şoföre, “burada Baskça mı konuşuluyor,” diye sorduğunuzda “Pek değil, çok zor bir dil,” diyecek. Ama kitapçılarda Baskça kitaplar, lokantalarda Baskça menüler göreceksiniz. Belki de çok geniş bir kesim tarafından kullanılmıyordur ya da şoför bu bölgeden değildir… Bu arada Baskça, İrlandaca ve Lazcanın aslında aynı dil ailesinden olduklarına ilişkin birileriyle bir şeyler konuşmuş olduğunuzu hatırlayabilirsiniz. Şoförün ses tonuna hayran kaldınız ve İspanyolca öğrenmeye devam edeyim, hatta gelip burada okuyayım diye düşündünüz. Ve yolculuğunuz maalesef sona erdi.
Ertesi sabah biraz çalışacaksınız. Bu arada en az on kişiye “hola” diyeceksiniz. Herkesin birbirine selam vermesine bayılacaksınız. Ülkenizde, tanımadığınız insanlara “merhaba” dediğinizde yüzünüze nasıl tuhaf tuhaf baktıkları aklınıza gelecek hep. Yanlış topraklarda doğdum ben!!! mi dediniz yine? Öğleden sonra çıkıp merkeze gideceksiniz. Ve siz yürürken aklınız başınızdan biraz gittiği için kaç saattir aç ve susuz olduğunuzu fark etmeniz, delirmeye yaklaştığınız âna denk gelecek. Kuzum siz valla bir tuhafsınız! Yemeği getirip önünüze koysunlar ve hatta bir zahmet yedirsinler değil mi?
Tezgâhlara dizili pinçolar, bir yandan pinçolarını yiyip bir yandan sohbet eden kalabalık size ne hissettiriyor emin değilsiniz. Uzun bir tur sonunda, sıra sıra dizili pinçoların olduğu bir lokantaya girip öcü gibi dikileceksiniz garsonun karşısına: “İngilizce konuşuyor musunuz?” Tabii ki “hayır,” diyecek. Zaten “evet,” diyene hiç rastlamadınız ki… Kısıtlı İspanyolcanız “Bunların hangisi etsiz?” demeye yetecek. Ve onca pinço çeşidinden sadece biri etsiz çıkacak. İyi kalpli garson sizin için bir şey daha hazırlatacak mutfakta. İçinde ne olduğunu bilmediğiniz bir şeyi yerken bir tuhaf olacaksınız belki. Buradan sonra gitmeyi planladığınız yer Dickens Bar‘dı. En iyi kokteyleri ve en iyi cin toniği hazırladığını iddia eden bar. Midenizden emin olamadığınızdan maalesef Dickens’ı es geçiyorsunuz. Taksilerin tam da barın önünde beklediğini öğrenmiş oluyorsunuz ama Dickens sayesinde.
Akşam yağmur başlıyor. Siz bir yandan toparlanıyor, bir yandan ara sıra dışarı çıkıp yağmuru kokluyorsunuz. Yarın 550 km’lik Valencia yoluna çıkacaksınız. Ve orada buluşacağınız Valencialı sayesinde eğlenceli zaman geçireceğinizi düşünüyorsunuz. Tabii demokrasi örneği ülkenizden gelen haberlere “biraz çekilin şuradan,” derseniz.
Sizin,
B.